“Bilmiyorum” demenin dayanılmaz hafifliği ve lüksü

Serkan Yıldız Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Bir insan her şeyi bilemez. Her şeyi bilmesi mümkün de değildir. Hatta cahil bir ukalalıkla “Ben her şeyi biliyorum” diyen, insana “Neleri bilmediğini” sorun, kendi iddiası, kendi kendine çürüyecektir.

Ancak bazı konular vardır ki; o “bazı” konularda insan her şeyi bildiğini hatta ilgili konu altında tüm bilgi ve sırlara hâkim olduğunu düşünür, iddia eder hatta sanır. Bu da ne yazık ki, bir sanrıdan öte değildir. Hatta bir adım sonrasında “paranoid şizofreniye” bile girer bu kronik durum o insana koymanız gereken teşhis listesinde. Böyle “yarı deli” insanları tanırsınız zaten. Var etrafınızda biliyorsunuz onların kimler olduğunu… “Birçok kimsenin bilmediği ama sadece onun bildiği kriptolara” (sakın gülmeyin) sahip olduğunu iddia eder, her şeye vakıf olduğunu ima eder ve alaycı bir dilleri vardır. Hor görür, çıkmaza düştüğünde hakarete başlar. Ama birkaç basit testle ciddiye alınamayacağını da kolaylıkla ve çarçabuk anlarsınız. Yanınızdan uzaklaştırmayın onları. Moraliniz bozuk olduğunda iyi birer eğlence aparatı olarak gayet kullanışlıdırlar.

Sonuç olarak; insanın “haddini bilmesini” çok çok önemlidir bu noktada. Asıl ayraç ve hatta erdemli insanla – boş insan arasında ki fark burada ortaya çıkar.

“Haddini bilmek…”

Ben haddimi bilirim demek istemem. Kendi profesyonel mesleğim dışında; futbol konusunda, siyaset ve politik akımlar, Avrupa mutfak ve sosyal kültürleri konusunda mesela haddimi asla bilmem. Mutlaka söyleyecek birkaç kelimem hazır durur cebimde. Yeri geldiğinde de kullanmaktan asla geri durmam. Evet, bu konuda ukalayımdır. Yanıldığımda olur tabii ki. Ve pek yanıldığımı kabul etmesem de iç dünyamda bunun farkında olurum ne yazık ki. Karşımda ki kişi, o konuda benden çok şey biliyorsa sandalyeme siner ve dinlemeye başlarım. Fazla yüz göz olup da göz göre göre kendimi daha fazla rezil etmeye de gerek yok diye düşünürüm.

Ancak profesyonel mesleğim konusunda “haddimi bilirim.” Dünyanın en doğru ve en güzel ve hatta kavgaları bitiren cevabını, profesyonel mesleğim konusunda kullanmaktan geri durmam. Cevap basittir; “bilmiyorum” ve hangi dilde olursa olsun söylemek hiç zor değildir.

Gelgelelim; geçtiğimiz gün oturduğumuz dost meclisinde birileri “Çin’deki son gelişmelerle” ilgili birkaç soru sordu. Cevabım basitti. “Bilmiyorum.” Ancak karşılaştığım tepkiler; sanki bilmek zorundaymışım da bilmediğimden dolayı insanlara haksızlık yapıyormuşum gibiydi. “Arkadaşlar, üzgünüm ama o bölge benim uzmanlık alanım değil. Bilmiyorum!” , “Ya bırak! Nasıl bilmezsin?” , “Abi adam kesin bir şeyler saklıyor, bilmez olur mu ya?” , “Sen bizimle eğleniyor musun?” Hayır, eğlenmiyorum ve aslında gerçekten bir şey saklamıyorum. Ki “Dost Meclisi” diyorum. Dost Meclisinde, devlet sırları dışında “ketumluk” masaya hakaret olur. Kaldı ki, o ana kadar konuştuklarımızda gayet açıktım. En mahrem konularımı dahi konuşmuşken, Çin konusunda neden susayım? Bir şey söylemiyorsam acaba gerçekten bilmediğimden olabilir mi?  Yok mümkün değil, kimseyi ikna edemedim. “Çok gizli bilgilere sahiptim ve konuşursam hemen karşı çatıda saatlerdir sarhoş olmamızı bekleyen bir sniper tetiği çekecekti.” Üstelik içilmiş olan dört şişe rakıya rağmen hala bu suçlama vardı masada hakkımda… Üzüldüm…

Gelin size içeriden biri olarak bazı sırlar vereyim:

Bir: Çok gizli bilgilere sahip olsam ben bir şekilde, türlü türlü cambazlıklarla konunun oraya gelmesini engeller ve siz bir anda kendinizi “kutuplardaki yalnız fok balıklarına üzülüyor” olarak bulurdunuz. Ya da hep birlikte bir Neşet Ertaş türküsü söylüyor olurduk…

İki: Çok gizli bilgilere sahip insanlar zaten kolay kolay bu tip ortamlarda bulunmazlar. Bulunsalar bile bu ortamda ki kişileri özenle seçerler. Özenle toplanırlar ve sohbetin gidiş yönünü yine onlar belirler ve siz yine farkında olmazsınız.

Üç: Yine gerçekten çok gizli bilgilere sahip olan insanlar asla “ketumluk” yapmaz. Buna gerek duymazlar. Çünkü siz onun çizdiği profilden “hiçbir şey bilmediğinden” o kadar eminsinizdir ki, tenezzül edip sormazsınız bile. “Nasılsa bir şey bilmiyordur” ve bu çok nettir. Bu da sevdiğim bir taktiktir. Karşınızdaki insanı konuşturmanın, onun dökülmesini sağlamanın en güzel yoludur.

Dört: Bir insan size “Bilmiyorum” dediğinde ya gerçekten “Bilmiyordur” ya da size güvenmiyordur, sizi sevmiyordur, sizden hoşlanmıyordur ya da biraz daha ısrar sonunda boğazınıza saplanmış bir çatalla acil servise doğru kanlar içinde koştuğunuz anın hayalini kuruyordur. Cevap basit; “Bilmiyorum” ama ısrar gereksizdir. Sonu kanlı bitebilecek bir ısrardır bu üstelik…

Daha birçok madde eklenebilir bu listeye…

Ancak devletin herhangi bir “istihbarat ya da diğer alakalı kolları ile ilgili” birimlerinde çalışmış insanlara, dünyanın herhangi bir bölgesinde herhangi bir kaotik durumu bilmemesi çok normaldir. Bilmesi de pek mümkün değildir. Biliyorum deyip bir şeyler anlatıyorsa da ciddi bir alay vardır ortada ve siz onun tam ortasındasınızdır. Fransız deyimi ile “Le Dîner de Cons” (Salaklar Sofrası)’un baş konuğu olmuşsunuzdur ve bunun farkında değilsinizdir.

Bu alanda ya da bu bilim dalında çalışan, uzman, raportör, analizci hatta operasyon görevlisi de dahil olmak üzere, hiçbiri Ceday (Jide) Şövalyesi değildir Efendiler! Her bilgiye sahip değillerdir. Olamazlar da. Ki “profesyonel bir bakış açısı ile iddia edebilirim ki” olmakta istemezler. Bazı zamanlar kulaklarınızı tıkamak, o ortamdan uzaklaşmak hatta tamamen koşarak kaçıp kurtulmak, o gün yaptığınız en iyi şey bile olabilir.

Çin’de yapılmış – gerçekleşmiş bir operasyonu sorun, operasyonun şeklini, yürüyüş ve icra aşamasını size anlatayım. Hatta operasyonun şekline göre size olağan şüphelileri söyleyeyim. Kullanılan mühimmatı, etkili menzilini, hedefin durumunu, ex olma şekline göre silahın ateşlendiği mevziiyi, ateşlendiği mesafeyi, ateşleyenin ruh halini bile anlatayım. Hatta biraz daha abartayım; Kahvaltıda ne yediğini dahi söyleyeyim… (Evet, gerçekten abarttım…)

Ama kalkıp da bana; “CIA, Çin’de ki bu olayların neresinde?” , “Bilmiyorum…” , “Çin halkı bu direnişe ne kadar devam edebilir?” , “İnan bilmiyorum” , “Çin’de rejim değişirse ne olur?” , “Valla bilmiyorum ama belki Pembe bir fili seçip onu ülkenin başına getirirler? Bence kulağa iyi geliyor bu fikir. Asyalılar filleri severler değil mi?” , “O bölgede ki etkin Türk nüfusu ele alındığında bir sonraki adımda Türkiye’nin tutumu nasıl olmalıdır?” , “Bilmiyorum ama öpücük versek işe yarar mı?” , “Çin’deki sosyoekonomik düzeni bu olaylar nasıl etkiler?” , “Bilmiyorum… Ama… Yani… Nasıl desem… Ben şahsen Asyalı kadınları çok güzel bulurum… Onların üzülmesine hatta ölmesine çok üzülürüm doğrusu…” , “Nasıl yani?” , “Evet, sana söyleyebileceklerim bu kadar… Çünkü bilmiyorum… Ne dememi istersin? İsterdin? Ne demeliyim? Bu noktadan sonra sana bu konuda ne söylersem söyleyeyim onlar “Bilgi” değil “Yalan” olacaktır. Bunu duymak istiyorsan, bu benim profesyonel yeteneklerimden biri… İster misin? Sana burada Çin’le ilgili öyle şeyler anlatırım ki; ya koşa koşa oraya gidersin cenneti bulma umuduyla ya da silahı kapıp sokakta Çinli avına çıkarsın… Bana bunu yaptırma…”

Ama dışarıdan bakanlar, bu olayın içinde olmayanlar ama olmak isteyip de olamayanlar hatta kendi çevresine o ortamdaymış gibi lanse edenler bu konuda çok fütursuz ve acımasızdır. “Cahil cesareti” tam olarak işte böyle bir şeydir. Eksiksiz, muhteşem bir tanımlamadır ve çok severim hatta bayılırım; “cahil cesareti!” Daha iyisi olamazdı doğrusu bunu tanımlamak için…

Gerçekten bilgiye sahip olanların asla yapamayacakları saçmalıkları; bu bilgilere bir şekilde, yalan ya da yanlış sahip olmuş, kulağına ilişmiş amatörler pervasızca davranabilirler. Bu onların bilgisizliğidir diğer yandan haddini bilmez, iddialı ve saldırgandırlar. Oysa “Bilgi bir erdemdir ve hatta yerine göre çok güzel bir silahtır!” Ve gerçekten “bilgiye” sahip olanlar onu kullanacakları yeri de çok iyi bilirler. Ve bu yer; sosyal medyada takipçi toplama, güzel bir akşam yemeğinde karşınızdaki insanı etkilemek için kullanılamayacak kadar pahalıdır. Bunu bu mecralarda kullananlar ise bilginin ciddi kazançlarında değil komik çıkarların peşinde olanlardır. Ve bu yüzden “acımasızca” kullanabilirler. Bir değeri yoktur. Bir çaba harcamamıştır o bilgi için. Bir alın teri, kan ve gözyaşı yoktur kendi cebinden düşünmeden kullandığı. Kulağına girmiştir ve bir gayret harcamadığı için, o bilgi uğrunda, bir emek sarf etmediği için herhangi bir paylaşımın altına, karşısında ki rastgele kişiye rahatlık ve hunharca kullanıp harcayabilirler.

Ve işte tam bu noktada bir fark ortaya çıkar; “bilmiyorum” deyip gerçekten bilmeyen adamla, “bilginin kıymetini bilip” rakı masasında harcamanın gereksizliğinin farkında olan profesyonel… Ve tabii bir de benim en çok sevdiğim kategoride olan ve o masada esip gürleyen “amatör!”

Demem o ki efendiler; bir insan “bilmiyorum” derse ya gerçekten bilmiyordur ya da size güvenmiyordur. Ama “Tabii, o konuda da size şunları söyleyebilirim… Mesela 1980 öncesinde…” diye başlıyorsa da… Sakın onu bozmayın ve eğlenmenize bakın… Bu şansı kolay kolay bir daha yakalayamayabilirsiniz çünkü hiçbir şey bilmiyordur ve şovun tadını çıkartmaya başlayın… Çünkü bir sonraki segmentte size, dizi ve TV şovlarından örnekler vermeye başlayacaktır. Sessizce oturup izlemeye devam edin. Böyle bir şovu ülkenin en büyük gösteri merkezinde bile göremezsiniz. Üstelik bedavadır.

Ama “bilmiyorum” diyen insanı da aynı eş değerle ciddiye alın eğer ısrara da devam ediyorsanız masada “kesici ve delici alet” olmadığında da emin olun…

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU