Hukuk ve hapishane (2)

Celalettin Can Independent Türkçe için Mehmet Akkaya ile konuştu

Fotoğraf: AA

Celalettin Can'ın "Hukuk Felsefesi" kitabının yazarı Mehmet Akkaya ile konuştuğu söyleşinin ikinci kısmı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hukuk ve hapishane ilişkisinin bir açıklamasıyla devam etsek…

Burjuva-liberal-kapitalist hukuk düzeni var olduğu sürece en baskıcı biçimiyle hapishane de var olacaktır.

Hapishaneler sınıflı toplumlarla var oldu, sınıfların ortadan kalmasıyla son bulurlar. Düşünürlerin dediği gibi "meydana gelen meydandan gider".

Hapishane, esasen muhalifleri, devrimcileri, kısacası düzen karşıtlarını etkisiz hale getirmenin bir aracı olarak inşa edilir.

Sorun hukukiymiş gibi görünse de gerçekte politiktir! Adli mahkumlar da bir yerde politiktir.

Çağımızda politik olmayan hiçbir şey, hiçbir değer yoktur. Hapishaneye konan devrimciler şahsi değil toplumsal bir konum ve içerik taşırlar.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de bugün uygulanan hapishane politikaları sınıf mücadelesinin ileri güçlerini ve sosyalistleri hedef alıyor.

Sol-sosyalist muhaliflerin hedef alınması ve susturulması, aynı zamanda işçilerin, emekçilerin susturulması anlamına geliyor.

Yazarların, bilim insanlarının üzerinde baskı anlamına da geliyor. Dikkat ederseniz son yıllarda belirgin bir suskunluk, korku ve kaygı var.

Elbette hiçbir baskı dönemi ve faşizm şartları sonsuza dek sürmemiş, sürmez de. 

Antikçağ, orta çağ ve feodal sistemler gibi burjuva uygarlığı da eninde sonunda çökecek, burjuva egemen sınıfları, hukukları ve hapishaneleriyle birlikte arkeoloji müzesine atılacaktır! 
 


Hapishane temasıyla devam edelim... Belki uzun yıllar kalmış olmamdan olacak, en çok ilgimi çeken bölümler arasında hapishane bölümü başta gelenler arasında diyebilirim.

Hukuk kuralları, ahlaki ve dini kurallardan farklıdır. Sosyal yaşam kurallarından da farklıdır.

Zira yaptırımı vardır ve yaptırım somuttur. Suçlanan kişilere verilen cezalar, hapishane yoluyla infaz edilir.

Bu yüzden hapishanelerin tarihi hukuk tarihi kadar eskidir. Düşünce insanları bir yerde zorunlu olarak hapishane sorunuyla ilgilenmişlerdir.  

Çünkü pek çok düşünce insanı hapishaneye konmuş, kimisi demokrasi ve hukuk üzerinden idam edilmiştir.

En bilindik simgesel isim Sokrates'tir. Tabii hapishane derken modern hapishaneleri anlamak gerekiyor.

Liberal düşünce insanı Jeremy Bentham, panoptik toplumun minyatürü olarak ilk modern hapishane projesini çizmiştir.

Fransız düşünce insanı M. Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı kitabında hapishanenin serüvenini pek detaylı anlatır.

Dolayısıyla hapishane teması, sınıf mücadelesine bağlı olarak var olan evrensel bir temadır. Avrupa'nın tarihi, adeta hapishane ve zindan tarihidir.
 

Peki bizde?

Benzer durum Osmanlı'da da var. Cumhuriyetle daha da "modern" hapishaneler kuruluyor.

Nazım Hikmet’ler, Sabahattin Ali’ler, Hikmet Kıvılcımlı’lar... Hepsi nasibini alıyor.

68 kuşağı ama özellikle sizin 78 kuşağı son derece ağır baskı, işkence ve tecrit koşullarında yıllarca hapishanelere kondu.

Metris, Mamak, Erzurum, Elâzığ ve diğer cunta dönemi askeri cezaevlerinde yaşatılanlar…


Hele de 1980-84 yıllarının Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi… Hapishane, zindan ve benzeri kavramlardan öte bir şey, dört başı mamur bir işkence kampı...

Kitapta hapishaneye geniş bir yer verilmesi, ülkemizde halen kanayan bir yara olarak var olmasıdır.

Şimdilerde de “Tecrite Son" kampanyaları yapılıyor. Tecrit bir nevi yürürlükteki hukukun rafa kaldırılmasıdır. Hapis içinde hapistir.

İmralı üzerindeki yasal dayanağı olmayan, haksız, hukuksuz, nevi şahsına münhasır türden sürekli tecrit politikası kabul edilebilir gibi değil…  

Aslında daha başından itibaren İmralı Tecridi’ne karşı sonuç alıcı bir tutum alınabilseydi, bu noktaya gelmesi kanımca çok zor olurdu.

Emsal olsun, Hayata Dönüş adı altında hayatın yok edildiği, tecrit politikasının bir şekilde kurumsallaşmasını getiren süreç yaşanmazdı veya o şekilde yaşanmayabilirdi.


Bu noktada Hukuk Felsefesi kitabınızda konuyu ele alış tarzınızı açıklayabilir misiniz?

Haklısın, zaten tecrit en sistematik şekliyle 19 Aralık 2002 tarihinde başladı. F tipi Cezaevi bir hücre tipiydi ve mahkumları birbirinden ve dolayısıyla toplumdan tecrit etmeyi hedefliyordu.

Ele alış tarzım burjuva düzenini, kutsal devleti ve liberalizmi eleştiri üzerinden oldu. Görünüşte modern ve uygar bir dünyaya doğru ilerliyoruz ama gerçekte tecrit ve zindan gerçeği var.

Bu, yalnız ülkemiz ve ulusal hukuk için geçerli değil. Dünya ve uluslararası hukuk için de geçerlidir. Ukrayna ve Rusya savaşlarını düşünelim.

Filistin, İsrail, Kürdistan ve tüm Ortadoğu'daki savaşları düşünelim. Uluslararası hukuk da çıkmaz içinde. Hukuk krizinin çapı, düşünülen ve görünenden de büyüktür.


Değerli Avukat Ercan Kanar kitabınıza sunuş yazısı yazmış. Sizin tezleriniz ile Sayın Kanar'ın sunuşu arasındaki ilişkiyle ilgili kısa bir açıklama yapsanız...  

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki Sayın Kanar benim savunduğum “Sönümlenmeci” teoriye nispeten mesafelidir.

"Düşmanla savaş hukuku" üzerinde yoğunlaşması da oldukça değerlidir. Alman hukuk filozofu C. Smith'in görüşlerini teşhir eden ve bu konuda yarattığı hukuk bilinci unutulmamalıdır.

Smith, devlete akıl veriyor. Herkes vatandaş sayılmasın diyor. Ona göre "normal vatandaş" var, bir de "düşman vatandaş" var. Düşman dediği vatandaş için hukuk uygulanmasın diyor. 

Bu çerçevede Türkiye’de yaşananlara şöyle bir baksak: “Düşman vatandaş”  hukukunun ülkemizde nasıl uygulandığını görmek için son yıllardaki yargılamalara bakmak, baskı, saldırı, gözaltı ve tutuklamaların nasıl cereyan ettiğini görmek yeterli olabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU