"Kâinatı eserlerine yerleştirme girişiminde bulunan"; "şerefli yenilgisiyle" ismi ilk sıraya yazılan yazar: Thomas Wolfe

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Thomas Wolfe / Fotoğraf: Pack Memorial Library

1955 yılı Eylül sonunun ılık bir sonbahar sabahında American Information Service'in Paris bürosunun bahçesinde Cynthia Grenier'e verdiği mülakatta William Faulkner, şöyle demişti:

Ben yazarları sadece onların neleri yapma girişiminde bulunmalarına ve bunu hangi ölçüde başarma girişimleri bakımından sıralamıştım. Thomas Wolfe'u ben herkesten büyük bir işi yapma girişiminde bulunmasından dolayı ilk sıraya koymuştum. O, kendi kitaplarına kâinatı yerleştirme girişimde bulundu ve yenildi. Onun yenilgisi en şerefli mağlubiyet idi. Ardından ben geliyorum. Wolfe'un ardından ben en zor işin altına girdim; benim yenilgim Wolfe'dan sonra ikinci sıradadır.
 

Thomas Wolfe.jpg
Thomas Wolfe

Kendi eserlerine yenilmesini "onurlu mağlubiyet" sayan bir şark yazarını muhtemelen hiçbir vakit göremeyeceğiz.

İşte 38 yaşında hayata gözünü yuman Thomas Wolfe'un Amerikan edebiyatına getirdiği bu kriterin sayesinde orada edebiyatçı hep siyasetçinin önünde.

Devlet başkanının davetine rağmen, edebiyatçının Beyaz Saray'a gitmeyi reddetmesinden dolayı adına "devlet" denen aygıt, yazarla kendi arasındaki o kalın çizgiyi çiğnemeyi aklından bile geçiremiyor ve herkes kendi alanında kalarak işini yapıyor.

Amerikan edebiyatının en üretken kalem sahiplerinden biri Thomas Wolfe'un mektuplarının arasından Sherwood Anderson'a yazdığı mektubu seçmemiz tesadüf olmasa gerek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Zira 1920'lerin sonlarından itibaren Amerikan edebiyatının yeni ve belki en güçlü kuşağı için bir öğretmen rolünü oynayan Sherwood Anderson'u daha o zamanlarda başta William Faulkner olmak üzere, yazarların önemli kısmı "baba veya ağabey" olarak nitelendirmişti.

Ancak ölümünden bir süre önce Thomas Wolfe'un onu "temsilci bir baba olarak" görmemesine rağmen, saygıda asla kusur etmemesi, kuşaklar arasındaki manevi ilişkilerin sağlıklı olmasına işaret etse de yönetmen arkadaşının Sorbonne Üniversitesi'nde okuyan kızının sorularını mektuplar yoluyla cevaplandıran Faulkner, Anderson'la ilgili bakışını değiştirmemişti:

Sherwood Anderson benim mensup olduğum yazarlar kuşağının babası ve Amerikan edebiyatının, bizim mirasçılarımızın sürdüreceği geleneğinin temelini atmış kişiliktir. Ona gereken değeri vermediler. Dreiser onun ağabeyi, Marc Twain ise ikisinin de babasıdır.
 

Thomas Wolfe ve annesi Julia, _Eski Kentucky Evi_nin ön kısmında poz veriyor.jpg
Thomas Wolfe ve annesi Julia, Eski Kentucky evinin önünde poz veriyorlar

 

İşte bu mektubu da Independent Türkçe'nin kıymetli okurlarına söz sanatına yaklaşımın çıtasını yükselteceği ümidi ve arzusuyla sunuyoruz:

Sherwood Anderson'a 

New York,
Çarşamba, 22 Eylül 1937

Sevgili Sherwood,

Mektup için sağ olun. Genel olarak sizden name almak benim için çok hoştu, orada yazdıklarınız ise bana büyük keyif verdi. Siz tamamen haklısınız: Ben her zaman her şeyi benimsemeye can atmışım ve can atıyorum.

Ve sadece yaratıcılıkta değil. Ben kafamı yorarak koşturuyorum. Ben savaşarak hep yeni-yeni izlenimler ediniyorum; sirkte söylemeleri gerektiği gibi 'Kâinat ile son savaşa çıkıyorum, tüylerimi diken diken edecek, derimi donduracak ve yer çekiminin yok olacağı ölümcül bir rekabete.'

Müdrik, etkileyici ve çok sempatik kayınvalideniz size boş yere 'Benim kendi kendimle savaştığımı' söylemedi. Son 8 senede ben ilk kez vatanıma sonuna kadar savaşmak, sonuna kadar tartışmak, Ashwill ile savaşımı sonlandırmak için döndüm. Ben belirleyici bir savaşa giden orduya benziyordum.

Tüm bunlardan korkunç biçimde yoruldum. Sizinle son buluşmamızda ben güçten düştüm, yumruklarımın arasında birer avuç vatan toprağı vardı, topuklarımda ise katran. Her halükârda bana öyle geliyor.

Evveller olduğu gibi el yazılarımın kocaman boyutları beni telaşlandırmıyor. Birçok şeyi tekrar tekrar irdeledikten sonra ben bir dizi şeyleri daha iyi idrak etmeye başladım, hem de doğru idrak etmeye ve bence bizi çevreleyen yaşamı bundan sonra da doğru yansıtmak için her zaman yazdığım gibi yazmam gerekir:Gürleyerek, kaynayarak, içimi hiçbir kalıntı olmaksızın dışa yansıtarak… Ben kendime sadece bu gür akımın içine karışma izni tanıdığımda varlığımı ifade edebiliyorum.

Bu, yaratıcılığın tek yolu değildir, muhtemelen daha farklı ve mahsuldar yolları var. Ancak ben becerdiğim gibi yazacağım ve Flaubert'in, Hemingway'in ve Henry James'in farklı tarzda çalışmalarından asla tedirgin olmayacağım.

Hele hele, hepimiz gibi ben de en iyi şekilde yazmak isterdim. Ve kendimden daha emin, temiz, ciddi, boş şeylere az enerji kaybederek. Ve ben bunu tavizsiz emek vererek becerebilirim.

Öteki şeye gelince; Kâinat ile tutuştuğum ölüm-kalım savaşımını kastediyorum. Ne yapabilirim, hayatım böyle ve kolay yaşamamamda benim dışımda hiç kimsenin suçu yok.

Ancak tüm bu zorluklardan ben belirli yararlar elde ettim: Benim varlığım ayrılmaz şekilde çalışmalarımla ilintili. Özellikle söylemem gerekirse onlar bölünmez bir bütün halinde benim varlığımda iç içe geçtiler.

Ben eserlerimden ayrılamıyorum, onlar her zaman benimle: Barlarda, restoranlarda, trenlerde, misafirlikte, sokaklarda; her yerde. Ben herhangi bir genelevde kavga, skandal, tartışma gördüğümde onların günler öncesinden benim yazmalarımın sayfalarında başladığı hissine kapılıyorum. Fakat mutlu anlar yaşadığımda da bende aynı duygular uyanıyor.

Bu çalışma kendisiyle savaşa girdiğim üç başlı deniz ejderhasıdır. Üzerinde emek verdiğim, meşakkat çektiğim, dualarla kutsadığım, rüyamda gördüğüm, birçok sene peş peşe lanetlediğim kitaplar. Laokon yılanları gibi onlar bedenime sarıldılar. Ben Tantal gibi azap çekiyorum: Adeta yanımdaymış gibi bilinçsiz bir duygu beni takip ediyor ancak elini uzatınca hiçbir şey olmuyor. Ve beni söndürülemez bir azap yeniden sarıyor.

Bu açlığın temelinde eserlerimin basılma isteği yatıyor. Kitaplarımın ışık yüzü görmesi beni sevindiriyor. Eserlerim basılmayınca aklım başımdan çıkıyor. Bu gibi dönemlerde yayımcının boynunun arkasından tutarak ağzını açmaya mecbur edesim ve bağırarak yazmalarımı 'Al işte, şeytanlara kısmet olasın, eserlerimin yayımlanmasını istiyorum ve ne pahasına olursa olsun yayımlanacaktır' diyesim geliyor.

Beni anlıyorsunuzdur, siz kendiniz de yazarsınız zira. Konu kitaplarımın basılmasından duyduğun memnuniyet değil. Mutluluk, büyük mutluluk- nihayet senin kendinden bir şeyler yaratman, iyi veya kötü bu işin sonlanması ve bu işe geri dönüşün olmaması, hayatından onun ebediyen çıkması ve artık en azından bu çalışmayla ilgili huzur ve dirlik duymandır.

Scribners'le ilgili anlaşmazlığım ciddi ve heyhat, onarılamazdır. Olursa kendime farklı bir yayınevi bulmayı deneyeceğim. Tüm bunlar bana ifade edemeyeceğim meşakkatler vermiş, kalbimin derinliğine kadar beni etkiledi.

Buna benzer sarsıntılar beni her zaman kendimden çıkardı, bu ise az daha öldürecekti. Ancak yayımlanmayı başaracağım, mutlaka başaracağım ve o zaman ağır, yıpratıcı şekilde çalıştığım ve düşündüğüm sıralarda gördüğüm dünyanın, toplumun manzarası çok etkileyici olacak.

 

Thomas Wolfe (1).jpg
Thomas Wolfe​​​​​​​

Ancak ben sıkı bağlarla bağlı olduğum, akraba olduğum insanlarla ilişkileri koparmışım ve şimdi ilişkileri nasıl onaracağımı, bu korkunç uçurumu nasıl atlayacağımı bilemiyorum.

Ancak ben moralimi bozmamış, ellerimi yanıma salmamışım. Ne yapacağını daha iyi, dakik bilen (veya bildiğini düşünen) herhangi bir insanın bulunacağından kuşkuluyum. Benim kitap yazmam ve onun yayımını gerçekleştirmem gerekir.

Ben Yer küresinde kendimi geri dönebileceğim evimdeki gibi hissedecek bir yer arıyorum. Böyle bir yer mevcuttur kuşkusuz. Ancak Ashville veya New York değil. Ve bir de ben evlenip aile hayatına başlamak istiyorum.

Muhtemelen ben her zaman kendi işime karşı savaşacağım ancak bu, bahsettiğim ve ulaşmaya çalıştığım şeylere engel olur mu? Her halükârda ben daha ümidimden vazgeçmedim.

Dostunuz olmamı söylememe izin veriniz ve sizin de beni arkadaş saymanızı istiyorum. Benim arkadaşlık duygularımın samimiyetinden kuşku duymadığınızdan eminim. Şahsınız ve yaratıcılığınızla ilgili kendi yaklaşımımı ifade ettiğimde kesinlikle abartmıyordum.

Ben sizi bizden önceki kuşağın 'Beni etkileyen' bir temsilci babası olarak görmüyorum. Düşüncemi ifade edebildiğim kadarıyla sizin benim üzerimde etkiniz olmuşsa bile bu, benim hayatımı zenginleştirdi, ana vatana dair kavramlarımı genişletti.

Siz varlığıyla ilgili tahminimizin olduğu ancak hiç kimsenin görmeye muvaffak olmadığı yeni bir katmanı kaldırdınız, vatan toprağının en iyi güzelliğini açıp bize gösterdiniz.

Benim için siz Twain ve Whitman ile yan yana duruyorsunuz; yani Amerika'ya bakanlarla yan yana, hayata poetik açıdan bakanlarla. Ve bana göre yaratıcı insan için tek bakış açısı da işte budur.

Mektup için sağ olun, orada benim için söylediklerinizden dolayı sağ olun. Kuşkusuz her şeyin üstesinden kendimin gelmem gerekir ancak ben sizin kişiliğinizde müdrikliğine  gıpta edilmesi gereken  bir şahsiyeti  görüyorum.

Gençliğimizde bizi saran çok güzel bir ümidi biz tüm hayatımız boyunca kendimizle taşıyoruz: Bize öyle geliyor ki, daha yüksekteki ve daha önemli birini mutlaka bulacağız, birileri bizim tüm sorularımızı yanıtlayacak.

Bu ümidimizin hayata geçme imkânı yoktur.

'Meğer gücüm benim kendimde değil mi?'


Ancak benim görüşüme göre o güç derin manevi talepten ortaya çıkıyor ve dini duyguya boyanmıştır.

Her şey sizin için iyi olsun, sevgili Sherwood. Sizinle Nyu York'ta buluşmaya ümit besliyorum.

Bu veya diğer şekilde ve bir an önce buluşmak istiyorum. Şimdilik ise tüm sizinkilere selam... 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU