Bugün iki farklı konuyu ele alacağız:
İlki; ateş çemberine alınmış Gazze cehenneminde gazeteci olmanın, yani olayın hem tanığı hem de kurbanı olmanın dramı.
İkincisi; 68'liler Derneği'nin Filistin halkıyla dayanışma amacıyla Mersin'de düzenlediği konferansta hazırlanıp gösterime sunulan "Filistin'e giden Türkiyeli Devrimciler" isimli kısa belgeselin özeti.
Takip eden herkesin bildiği gibi İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırı sürecini izleyip haberleştirmeye çalışan gazeteciler büyük bedeller ödüyor.
İki ateş arasında kalıp yaralananıyorlar veya hayatlarını kaybediyorlar.
İsrail askerlerince bilerek hedef alınıp kurşunlanan veya yakalanıp eziyet-işkence edilenler de mevcut.
Bütün bunlardan kurtulmuş olsalar bile İsrail'in havadan ve karadan yoğun bombardımanı nedeniyle her an ölümle burun buruna gelen gazeteciler meslekleri icabı kullanmaları gerekli iletişim araçlarını da -İsrail'in teknik kesinti yapması nedeniyle- kullanamıyor.
Mesleki açıdan gerekli teknik malzemelerin bulunamaması bir yana, su ve ekmek gibi gıda maddelerine ulaşmaları da hayli zor/zahmetli bir uğraşa dönüşebiliyor; istenilen haberler zamanında ulaştırılamıyor.
Geride bıraktıkları akrabalarından haber alamayan yerli ve yabancı gazeteciler sürekli tedirgin vaziyetteler.
Bu durum onları moral-motivasyondan mahrum bırakabiliyor.
Gazze'de gazeteci olmanın ne anlama geldiğini dünya kamuoyuyla paylaşmak maksadıyla Fransız haber ajansı AFP tarafından hazırlanan belgesel tarzındaki haber-yoruma sözleriyle katkıda bulunan Gazzeli kadın gazeteci Hind El Hadari, "Görevimiz, savaşın yol açtığı vahim sonuçları dünya kamuoyu belgeleyip göstermektir!" diyor ve mahşeri ortamdaki mesleki icraatından şöyle söz ediyor:
Haber yapabilmek için öncelikle Şifa Hastanesi'nin yolunu tuttum. Binlerce kişi oraya sığınmıştı. Ardından Gazze'nin güneyindeki sınıra yöneldim. Ancak Mısır, geçiş kapılarını kapatmıştı. Yaşadığım yurdumu yuvamı terk ederken, kalbimin bir parçasının sökülüp atıldığını hissettim. Buna rağmen mesleğimi icra ederek savaşın dehşetini göstermek gerektiğine kanaat getirdim.
Kuşkusuz olup bitenleri belgelemenin bedeli gayet ağır olabiliyor. Nitekim:
- 15 Aralık Cuma günü El Cezira Tv kanalının kameramanı Samir Abu Deqqa, Gazze'nin güneyinin bombalanmasını çekerken katledildi.
- Anadolu Ajansı'nın (AA) kameramanı olarak Gazze'de görev alan Muntasar el Savvaf İsrail bombardımanı sonucu 1 Aralık 2023'te hayatını kaybetti.
- Doğu Kudüs'teki AA muhabiri Mustafa Haruf, aynı tarihte İsrail güçlerinin saldırısına uğradı.
Olay, İsrail'in Mescid-i Aksa'da cuma namazı kılınmasına getirdiği kısıtlamalar nedeniyle bir grup Filistinlinin Mescid-i Aksa yakınındaki Vadi el-Cevz Mahallesi'nde namaz kılmak için toplandıkları sırada gerçekleşti.
Bölgede barikatlar kuran İsrail polisleri, o sırada olayı takip eden AA foto muhabiri Haruf'a önce silah çekti, ardından yere düşürüp tekmeleyerek darp etti.
Muhabir, tedavi edilmek üzere hastaneye kaldırıldı.
Mısır gazetesi El Yom El Sabiu'nun verilerine bakılırsa, saldırının başladığı 7-8 Ekim başı ile 15 Aralık arasındaki zaman diliminde katledilen kadın-erkek gazeteci sayısı 88 olarak saptandı.
ABD merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (Committee to Protect Journalist), Hamas baskının 7 Ekim başladığı günden bu yana vurulan kameraman, muhabir, video çekenler, sanatçılar ve şoförler dâhil toplam sayının 64 kişiden az olmadığına işaret ediyor.
Öldürülenlerin çoğu Gazzeli gazeteci olup, kimileri iş başında kimileri ise evlerinde aileleriyle birlikte otururken bombalara hedef oldular.
İsrail-Lübnan sınırında ise 3 Lübnanlı gazeteci Hizbullah-İsrail çatışması sırasında hayatını kaybederken, 4 İsrailli gazeteci de Hamas'ın bir İsrail Kibbutz'una saldırısı sonucu öldürüldü.
Sınır Tanımayan Gazeteciler'in (Fransızca Reporters sans frontières. Basın özgürlüğünü savunan uluslararası ölçekteki bu örgüt Paris merkezli olup Ménard, Rony Brauman ve gazeteci Jean-Claude Guillebaud tarafından 1985 yılında kuruldu) Ortadoğu Bölge sorumlusu Bonathan Dagher, "Gazze'de yaşanan şey, basın ve medyayı boğmaktır" tespitini yapıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler'e göre; Gazze'de katledilen gazeteci sayısı, son 30 yılda meydana gelen benzer çatışmalarda hayatını kaybeden meslektaşlarından çok daha fazla.
Esasen olaylar sadece İsrail'in vahşet ve zorbalığıyla sınırlı değil.
2007'den itibaren Gazze'deki yönetimi tekeline alan Hamas döneminde dayatılan kısıtlama ve sansürlemeler neticesinde Gazze'de gazetecilik yapmak zor zanaat haline geldi.
AFP'nin Gazze'deki 30 yıllık muhabiri Adil El Za'anun'a göre durum şöyleydi:
Hamas'ın idaresi sırasında gazetecilik köklü bir şekilde olumsuz manada değişmişti. Mesela Hamas, İsrail'in Filistinlilere ve Gazze bölgesine yönelik operasyon gibi askeri faaliyetlerine ilişkin haberlere pek sesini çıkarmıyordu.
Gelgelelim bu örgütün askeri hareket ve faaliyetleri hakkındaki hemen bütün haberleri zorla engellemekteydi. Buna yöredeki sıradan bir kışla, cephanelik veya tünel hususunda herhangi bir şey yazmanın yasaklanması da dâhildi.
Sansür, bununla da kalmıyordu. Hamas yönetimindeki bölgelerde rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük benzeri nahoş hadiseleri haberleştirmek de mümkün değildi.
Hamas kolluk kuvvetleri, hükümet aleyhine çıkan veya çıkması muhtemel her türlü sosyal medya haberini yakından takip edip engeller veya gereken cezayı verirlerdi.
Fransız medya organları arasındaki koordinasyonu sağlayan Rami Abu Camus, mevcut ortamda Gazze'deki hayatın her alanına dair vaziyeti belgelemenin gazetecilik açısından gerekli olduğu kanısında.
Kendisi her türlü medya yayınını derleyip kalıcı bir belge haline getirirken evdeki küçük kızı da babasını gülümsetebilmek için parmaklarını onun dudaklarında gezdirmekle meşguldü.
Foto muhabiri Motaz Azaiza çekim sırasında son derece "karamsar ve üzgün" olabiliyor.
Zira çekimler esnasında kimi zaman cesetleri enkaz altından çıkarıyor, kimi zaman da yaralı çocukları hastaneye yetiştirmek için koşturup duruyor.
Azaiza'nın çekip sosyal medyada paylaştığı Gazze'den kitlesel göç konulu kareler 17 milyon kişi tarafından takip edilip izleniyor.
Fransız haber ajans AFP, "Gazze'de gazetecilik nedir?" veya "Gazeteci olmak nasıldır?" türünden bir belgesel-haber yapabilmek için, kendi muhabiri dâhil yöredeki hemen bütün gazetecilerle canlı söyleşiler gerçekleştirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Gazetecilerin çoğunun durumu Azaiza'nınkine benziyor.
Mesleki faaliyetlerini yürütmek ile diğer insani yardımlara koşmak arasında ikiye bölünüyorlar.
Örneğin bazı muhabirler; akrabalarını, dostlarını ve sevdiklerini defnedilirken görüntülüyor.
Mesleklerini icra ederken felaket veya facialara da tanık olabiliyorlar.
Söz gelimi savaş haberlerini sunarken eşi ile çocuklarının bombalar sonucu öldüklerinin haberini alan Al Jazeera TV Gazze Büro Şefi Wail El Dehduh, AFP kamerası karşısında duygularını şöyle dillendiriyor:
En büyük korkum mesleğimi gereğince icra edememek değil, ailemi kaybetmekti. Savaşın başlamasından öldükleri güne dek ailemle bir türlü bir araya gelemedik. Savaş haberlerini yapmak için sokağa her çıktığımda onlarla vedalaşıyordum…
Bela El Dehduh'in yakasını bir türlü bırakmadı; 15 Aralık Cuma günü birlikte haber yaptığı kameraman Abu Deqqa'nın vurularak öldürülmesi sırasında kendisi de kolundan yaralanmıştı.
O dehşet anını tanığının ağzından izleyelim:
Abu Deqqa çatışma ateşinin ortasına düşüvermişti. Bilmeden ve istemeden başına bir bela geldi. Sonuçta büyük bir bedel ödemiş oldu. Her Filistinli gibi hayatını, canını, işini, ailesini, sevdiklerini ve akrabalarını kaybetme korkusuna kapılmıştı.
Üstelik Abu Deqqa aynen onlar gibi tehciri, ailelerin parçalanıp dört bir yana dağılmalarını ve can havliyle bir diyardan diğerine gitmelerini de görüp yaşamış biriydi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, "Güvenli bir mekânları olmadan çatışma alanlarında faaliyet gösteren gazetecileri himaye etmekten aciz İsrail'i" kınayan bir bildiri yayımladı:
Gazze'deki herkes yiyecek, içecek ve yakıt yokluğu çekerken; gazeteciler ise en fazla elektriğe ihtiyaç duymaktalar. Elektriğin verilmemesi onların cep telefonları, kameraları ve bilgisayarlarının çalışmaması anlamına geliyor.
İnternet bağlantılarını ve diğer iletişim araçlarını kesmek suretiyle gazetecilerin işlerini engelleyen İsrail yönetimi, böyle yapmakla medya görevlilerinin bilgi edinme ve haber alma haklarını da ihlal etmektedir.
Gazetecilerin kolayca girip çıkabilmeleri ve işlerini yapabilmeleri için Mısır sınırındaki Refah Gümrük Kapısı açılmalıdır.
İsrail yetkililerinin bin türlü zorluk çıkarma ve engellemelerine karşın tedbir olarak Gazze'deki medya muhabirleri gayet yaratıcı yöntemler buluyor; örneğin yüksek binaların teras ve çatılarına çıkarak fotoğraf çekip görüntü alıyor ve çektiklerini bağlantılı oldukları büro veya merkezlere ulaştırabiliyorlar.
Medya çalışanlarının Gazze'de ölümle burun buruna ve bin bir zorluk içinde çalıştıklarına dair güncel haberleri burada bitirirken, bağlantılı olarak başka bir konuya değineceğim.
Filistin'e giden Türkiyeli devrimcilerin kısa belgeseli
Türkiyeli devrimciler Filistin halkıyla dayanışmak için Mart 1968'den itibaren Türkiye-Suriye sınırının farklı noktalarından gizlice geçerek Suriye, Ürdün ve Lübnan'a gittiler.
Filistin'e ilk gidenlerden biri olan TİP üyesi (Türkiye İşçi Partisi) Semih Dinç, yıllarca El Fetih kamplarında kaldı.
Çok sonraları ülkeye dönerken silahlarıyla birlikte Türkiye'de yakalanıp yanılmıyorsam 20 yıl kadar hapis yattı.
Semih Dinç'in bana yazdıklarını sizlere aktarıyorum:
Mart 1968'de Suriye'ye geçirip başkent Şam'daki El Hammuriye kampına götürdüğüm arkadaşların hepsi emekçi idiler. Mesela Ali Çelen ayakkabı tamircisi, Hasan Parlardemir boksör ve kaportacı, Özer Sarıgül terzi, Adıyamanlı Battal Ağabey istasyonda hamal, Besni-Tut yöresinden Mustafa Koreli hal çalışanı idi.
Mersin-Tece yöresinden öğretmen Muammer, Halil Parlardemir, Münir Unkol, Sarı Oktay, Koray ve Bülent isimli arkadaşlar ilk gelenler arasındaydı. Halil, Muammer ve Mustafa Koreli bir hafta kalıp tekrar dönmek üzere geri döndüler. Çoğu CHP kökenli olup esasen TİP üyesiydiler.
Bizler Filistin'e gelirken TİP ile ilişkimizi kesmiştik. Sonradan katılanlarla birlikte sayımız on altıya ulaştı. Antep'ten Abdülkadir Yaşargün ile Mustafa Çelik bizden üç-dört ay sonra geldiler.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve arkadaşları çok daha sonra geldiler ve 2-3 ay kadar kalıp döndüler. Onlar Demokratik Cephe'de idiler. Amaçları; Türkiye devrimi, Filistin ile dayanışma, Emperyalizme ve Siyonizm'e karşı mücadele etmekti.
Antepli Mustafa Çelik 1969'da toprağa düştü. İzmir TİP'ten yakın arkadaşım Münir Unkol Ürdün'deki iç savaş (Eylül 1970) sırasında Zarka bölgesinde Nusret Yarar ile birlikte toprağa düşen yoldaşlarım arasındaydı.
İlk gidenler hakkındaki açıklamaları Oktay Duman'ın Devrimcilerin Filistin Günlüğü: 1968-1975 isimli kitabından okuyabilirsiniz. Kitabın ikinci cildinde ise 1980 sonrası giden arkadaşların anlatımları yer alıyor.
"68 Kuşağı" devrimcileri Mart 1968 ile 12 Mart 1971 darbesi öncesi ve sonrasında Filistin'e yoğun biçimde gittiler.
Oradaki faaliyetleri sırasında İsrail'in hedefi haline geldiler. Kimisi hava ve kara bombardımanları neticesinde kimisi de operasyonlar sonucu katledildiler.
Topluca katledilme planlarından biri de Şubat 1973'de Trablusşam şehri yöresinde bir sahil kasabası olan Nahr'ül Berid Kampı'nda gerçekleştirildi.
Toplam 8 devrimci öldürüldü, ikisi ağır yaralı olarak kurtuldu, bir kişi de tutsak edilip İsrail'de cezaevine konuldu.
78 Kuşağı devrimcileri gerek 1980 öncesi ve gerek sonrasında Filistin'in yolunu tuttular. Ağırlıklı olarak Suriye ile Lübnan'daki FKÖ kamplarında bulundular.
Özellikle bu kuşak, irtibatta oldukları örgütlerle birlikte İsrail sınırı boylarında ve 1982'de Güney Lübnan ile Beyrut'u kuşatan İsrail ordusuna karşı örnek bir direniş gösterdiler.
FKÖ Karargâhı ve kadrolarının Beyrut'tan Tunus'a taşınması sürecinde bazı örgütler Cezayir ile o tarihte sosyalist olarak bilinen Güney Yemen'e gittiler. Aralarında Hasan Mantıcı gibi Türkiyeli devrimciler de vardı.
Türkiyeli devrimciler Güney Lübnan ile Beyrut çevresinde İsrail tanklarına ölümüne direnmiş; aralarında Kürt ve Türk sosyalistlerin de olduğu onlarca direnişçi, Arnon Kalesi civarındaki mevzilerini savunurken hayatlarını kaybetti.
Sur, Sayda ve başkent Beyrut çevresindeki siperlerde direnen onlarca devrimci bombalamalar sonucu katledildi.
Bir kısmı da İsrail askerleri tarafından yakalanıp toplama kamplarına götürüldü.
Kendilerine yöneltilen suçlamaları hiçbir şekilde kabul etmediklerinden belli bir süre sonra serbest bırakıldılar.
Kimileri Lübnan veya başka yerlerden giderek Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde kaldılar.
Daha sonra zamanla Türkiye'ye dönenler olduğu gibi Avrupa'ya yerleşenler de oldu.
1969'da giden Deniz Gezmiş ve arkadaşları kısa bir eğitimin ardından sınırdan Türkiye'ye geçtikten sonra yakalanarak tutuklandılar ve haklarında dava açıldı.
Gidenler, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında yer alan farklı örgütlerle (Demokratik Cephe, Halk Cephesi, El Fetih, Cephet'ül Nidal vs) temas kurup onların askeri kamplarında eğitim gördüler.
78 Kuşağı devrimcilerinin Filistin'deki sosyalist ve Marksist örgütlerle irtibatlı olduklarını belirtmekte yarar var.
Bazıları Filistinli fedailerinin oluşturdukları devriyelerle İsrail işgali altındaki topraklara sızıp eylem yapmış; bazıları da sadece eğitim görmüş ama devriyelere katılmamıştır.
Güncel konuya dönersek; Hamas örgütünün 7 Ekim 2023'te İsrail işgali altındaki topraklarda gerçekleştirdiği baskını bahane eden Binyamin Netanyahu'nun başında olduğu aşırı sağcı ve ırkçı Siyonist hükümet, "Hamas'ı imha ve Gazze'yi yerle bir etmek" amacıyla ölümcül operasyonlar başlatınca dünya kamuoyu ayağa kalktı.
Dünyanın hemen her ülkesinde "Kirli savaş aracılığıyla insanlık suçu işleniyor!" diyerek protesto eylemleri başlatıldı.
Benzer protesto ve kınama eylemleri Türkiye'de de yapıldı-yapılıyor.
68 Derneği Mersin Şubesi de "Filistin halkıyla dayanışma" amacıyla 16 Aralık cumartesi günü bir konferans düzenledi.
Dernek Başkanı Hasan Kapıkıran ve arkadaşları tarafından düzenlenen konferansa yazar-şair Adil Okay, DEM Van Milletvekili Sinan Çiftyürek ve araştırmacı-yazar Faik Bulut katıldı.
Başkan Kapıkıran açılış konuşmasını, yönetimden Figen Kandemir ise şiirsel kısa sunumunu yaptı. KHK mağduru Ayşe Gül Yılgör'ün moderatörlüğünde gerçekleşen konferansta Filistin meselesi tanıtıldı, Hamas'ın konumu tartışıldı.
Gazze'deki savaşın bölgesel etkilerine ilaveten ABD, İsrail, Rusya, Suriye, Lübnan ve İran'ın jeopolitik oyunları ele alındı.
Konferans başlamadan önce Adil Okay tarafından derlenip kurgulanan kısa belgesel gösteriminde Türkiyeli devrimcilerin Filistin'deki hikâye ve serüvenleri gösterime sunuldu.
Dünyaca ünlü kadın sanatçı Feyruz ile Marcel Khalife şarkıları ile Grup Devinim'den Burak Sarı'nın müziği eşliğinde gösterilen belgesel, Türkiyeli devrimcilerin kısa hikâyeleri ve Türkiye'ye yansımaları hakkında fikir verecek nitelikteydi.
Oldukça duygusal ve nostaljik nitelikli bir belgeselden söz edebiliriz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish