Rusya işgalinden sonra Tiflis'ten yönetilen Güney Kafkasya'nın Müslüman toplumlarının kaderinin değişmesindeki en büyük rolü, hiç kuşkusuz, 1848-1854 yılları arasında kaleme aldığı altı komediyle Mirza Fethali Ahundzade oynamıştır.
"Şark'ın Molière'i" unvanını kazanmış olan Ahundzade, okula geç başlamasına rağmen yeteneği ve çalışkanlığı sayesinde sınıf arkadaşlarının hepsinden öne geçmeyi başarmıştı.
Gence kentinde, dönemin ünlü şairi Mirza Şefi Vazeh'in medresesinde eğitim gördüğü sırada, hocasıyla gerçekleştirdiği bir diyalog, Ahundzade'nin dünyaya yeni bir gözle bakmasına neden olmuştu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Birkaç dili mükemmel bildiği için Tiflis'teki Çarlık Rusyası idaresinde çevirmenlik görevine alınan ve ardından hem görevinde hem de rütbesinde terfi eden Mirza Fethali, komedilerinin merkezine Müslüman toplumların cehaletini, geri kalmışlığını, sahte dervişleri, "din adamı" diye geçinen düzenbazları ve üçkağıtçıları alarak edebiyatın asırlardan bu yana içinde bulunduğu atmosferi değiştirmekle kalmamış; kendisinden sonraki edebiyatın konularını, üsluplarını ve türlerini de belirlemiştir.
Komedi ve roman türleri, Ahundzade'den sonraki Azerbaycanlı yazarların toplumsal gelişmelere verdikleri tepkinin esas aygıtları hâline gelmiştir.
Ahundzade'nin rolünü, halefi Celil Mehmetkuluzade şu sözlerle değerlendirmiştir:
Mirza Fethali'yle ilgili ya çok yazmak gerekir ya hiç yazmamak.
Mirza Fethali'yle ilgili ya iyi yazmak gerekir ya hiç yazmamak.
İşte 19'uncu yüzyılın ortalarında kaleme aldığı 6 komediyle kendisinden sonraki edebiyat kuşaklarına büyük bir yükümlülük ve sorumluluk yükleyen Ahundzade ekolünün en güçlü temsilcilerinden biri de Celil Mehmetkuluzade'dir.
Onun "Ölüler" isimli trajikomedyası, günümüz Müslüman dünyasının gerçeklerini birebir yansıtması bakımından değerini korumakla kalmayıp, her geçen gün daha da artırıyor.
Örnek isteyenlere, birkaç gün önce Irak Parlamentosu'ndan geçen ve 9 yaşındaki kız çocuklarıyla nikâh kıyılmasına izin veren yasayı gösterebilirim.
AP'nin haberini okur okumaz, şöyle düşündüm:
İyi ki 'Ölüler'in yazarı Celil Mehmetkuluzade varmış;
İyi ki 'Ay nine, bir kırmızı sakallı kişi; Ağzı dualı koca bakkal' şiirini ve buna benzer yüzlerce eseri yazan Mirza Ali Ekber Sabir varmış;
İyi ki 'O Olmasın Bu Olsun' operetinin bestecisi Üzeyir Hacıbeyli varmış;
Ve ne iyi ki tüm bunları oluşturarak laiklik felsefesini merkeze alıp Müslüman Şark'ın ilk laik cumhuriyetini ilan eden Mehmet Emin Resulzade varmış...
Rahat bir nefes alarak, hepsini bir kez daha rahmetle andım.
1909 yılında kaleme aldığı "Ölüler" trajikomedyası, Celil Mehmetkuluzade'nin 1894 yılında "Danabaş Köyünün Öyküleri" romanıyla başlattığı edebi fenomenler dizisinin ilk güçlü dram örneğidir (daha önce yazdığı 2 dram eseri, Ölülerle kıyaslandığında zayıf kalıyor).
Düz yazı eserlerinde olduğu gibi Mehmetkuluzade, "Ölüler"in de konusunu bizzat tanıklık ettiği yaşamdan alıyor.
Makalelerinin birinde, "Ölü diriltme adıyla gelmiş bir düzenbazın ayağının yere değmemesi için köyün girişinden itibaren kalacağı eve kadar yaklaşık iki kilometre boyunca omuzlarda taşındığını" ifade eden yazar, 2 sene sonra o gözlemlerini, dünya edebiyatının cehalete karşı yazılmış en sert eserlerinden birinin sayfalarına taşımıştır.
Bu trajikomedi, iki ana karakterin -"ölü diriltme" iddiasıyla Azerbaycan'ın bir bölgesine gelmiş Şeyh Nasrullah ile karanlık bir ortamda "içki içerek ayakta kalmaya" ve düşüncelerini en sert şekilde ifade etmeye çalışan Keyifli (sarhoş, neşeli) İskender'in- acımasız ve tavizsiz mücadelesini tasvir eden gerilimli sahneleri içerir.
Başta İskender'in babası Hacı Ahmet olmak üzere, "ölü diriltme" iddiasıyla gittiği bölgenin hacı-hocaları ve avam kitlesi, Şeyh Nasrullah'a taparken, ona karşı çıkan sadece Keyifli İskender'dir.
Sadi'nin Gülistan ve Bustan eserlerinin hâkim olduğu ortamda kendini bir ulema pozisyonuna sokmaya çalışan Şeyh Nasrullah, "yemek yerine günde bir hurma yediğini ve ölü diriltme görevini başarıyla yerine getirebilmesi için 9 yaşındaki kızlarla imam nikâhı yapması gerektiğini" ifade ederken, Keyifli İskender'in sert tepkisiyle karşılaşır:
İskender. Herkes düşünmeye gitti. Bu meydanda sadece Keyifli İskender kaldı. Bu meydan pehlivan meydanı.
Hüner ister ki, İskender gibi bir yiğit gelip eğilip-bükülmeden bu meydanda dursun ve desin: (yüksek sesle):
'Bay Şeyh, bu mezarlığa (eliyle gösteriyor) gömülmüş ölülerin hepsini dirilt. Ha... ha... ha...! (dönüp seyreden kitleye taraf bakıyor). Üçkağıtçısın yahu, elini ver.'
Şeyh Nasrullah (yüksek sesle): 'Uzak dur. Ben sana elimi uzatmam. Sen şarap içiyorsun.'
İskender: 'Bay Şeyh, benim şarap içmemden dolayı sizin şükür etmeniz gerekir. Şarap içmezsem aklım başımda olur, aklım başımda olursa aniden gözümü açıp şehrimize bir müçtehidin geldiğini ve adını ölü dirilten koyarak mümin hacılarımızın kafasını ricat konusuyla uyuta uyuta her gece ufak bir kızla nikah kıyıyor.
Ha... ha... ha... Ver elini lütfen.
Üçkağıtçısın, elini ver. Ha... ha... ha...'
Hacıların telkinleriyle cahil kitle Şeyh Nasrullah'ın ölüleri dirilteceğine inandıkça İskender'in tepkisi daha da sertleşiyor.
Bu durum Şeyh Nasrullah'ı rahatsız ederken İskender'in babası Hacı Ahmet, küçük yaştaki kızı Nazlı'yı "ölü dirilten Şeyh'e" vermeye kalkıyor.
Keyifli İskender'in tüm bu "9 yaşlı kız çocuğuyla imam nikahı karşılığında ölü diriltme" fırıldakçılığına karşı en sert tepkisi de işte bu noktada olunca Şeyh Nasrullah kaçmak zorunda kalıyor.
Kitlenin önünde konuşan şehrin en aydın adamı Keyifli İskender tükürük atarak tüm bu manzaraların "Tarih kitabının en karanlık sayfası olacağına" vurgu yapıyor.
"Ölüler"i ilk kez 1912 yılında Şuşa tiyatrosunda bizzat kendi yönetmenliğinde sahnelemek isteyen Celil Mehmetkuluzade buna muvaffak olamamış ve eserin içeriğinden haberdar olmuş yobazların tehditleri üzerine tabancayla dolaşmak zorunda kalmıştı.
Böylece ilk kez 29 Nisan 1916'da Bakü'de sahnelenen "Ölüler"in yönetmenliğini ünlü tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Hüeyin Arablinski üstlenirken, İskender rolünü ünlü komedi ustası Mirza Ağa Aliyev, Şeyh Nasrullah rolünü ise Celil Mehmetkuluzade'nin en yakın arkadaşlarından biri olan, yazar ve dergi yayıncısı Ali Kulu Gamküsar oynamıştı.
Mehmet Emin Resulzade'nin imtiyaz sahibi ve başyazarı olduğu Açık Söz gazetesinin 1 Mayıs tarihli sayısında "Takiyev Tiyatrosu'nda Ölüler'in sahnelenmesine" ilişkin haber yayımlandı.
Sovyet döneminde "Ölüler" trajikomedisi en başarılı şekilde Tevfik Kazımov'un yönetmenliğinde sahne hayatı bulurken Azerbaycan tiyatrosunun mühim ustaları bu oyunda rol aldılar (Tevfik Kazımov'a ve Keyifli İskender rolünü oynamış dünya çaplı sinema ve tiyatro oyuncusu Hasan Turabov'u rahmetle anarken Kazımov'un kızı Ayten'i selamlıyorum: Bilimler Akademisi'nin Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü'nde birlikte çalışmıştık).
Ve... "Ölüler" trajikomedisinin finalinde Keyifli İskender'in monoloğunu Independent Türkçe okurlarıyla paylaşmadan önce, bu eserin herhangi bir toplumu "ölü mekâna" dönüştürme girişimlerine karşı en çarpıcı protesto örneği olduğunu ifade etmem gerekir.
Bir edebi kişilik ve dergi yayıncısı olarak Celil Mehmetkuluzade'nin en büyük özelliklerinden biri, zamanında kaleme aldığı eserlerin, yarattığı imgelerin ve sembollerin günümüzde de tıpatıp yaşamaları ve emellerini sürdürmeleridir.
Bugün Azerbaycan'da, toplumu tamamen tepkisiz bırakarak istediği her şeyi yapmaya çalışan iktidarın amacının ölü bir mekân oluşturmaktan ibaret olduğunu aklı başında olan herkes görürken, özellikle bilim, sanat ve edebiyat alanlarındaki manzaraları görenler, "Ölüler"in yazarı Celil Mehmetkuluzade'yi hep saygıyla anıyor.
Günümüzde bir coğrafyanın "ölü mekâna" dönüştürülmek istenmesine dair örneklerin istenmesi durumunda, Azerbaycan Bilimler Akademisi isimli kurumun Muhammed Fuzuli Yazmalar Enstitüsü'nden Independent Türkçe'ye ulaşmış bir mektubu tereddütsüz gösterebiliriz.
1950'lerin başından bu yana bilim alanında hep parmakla gösterilmiş, gıpta edilmiş, örnek mabedlerden biri konumunda bulunan bu mekândaki acıklı durumu bize ulaşan mektup gözler önüne seriyor.
Şu hale bakar mısınız Allah aşkına: Yaşamları boyunca gözlerinin nurunu yazmaları okumaya dökmüş kıymetli bilim insanları ve onların yanında yetişmeyi onur bilen genç akademisyenler, medyaya "Yazmalar Enstitüsü'nü Gülbeniz Babahanlı mı yönetiyor?" başlıklı zehir zemberek dolu bir mektup göndererek çalıştıkları kurumu, müdür Ord. Prof. Dr. Teymur Kerimli'nin mi, yoksa Gülbeniz Babahanlı isimli, yazmalarla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kadının mı yönettiğini sorgulamışlar.
Bilimler Akademisi Başkanı Ord. Prof. Dr. İsa Habibbeyli, her zaman olduğu gibi gözlerinin nurunu yazmaları okumaya sarf eden bu kadar akademisyenin sert tepkisini görmezden gelirken, bu ortam bir zamanlar Azerbaycan'ın en saygın bilim mabedlerinden biri olmuş bir kurumu "ölü mekân" hâline getirme riski oluşturuyor.
Biz de Türk dillerinin zirvedeki ismi Muhammed Fuzuli'nin adını taşıyan Yazmalar Enstitüsü'nün, tayfa-kabile ilişkilerinin kurbanı olarak "ölü bir mekâna dönüştürülme" sürecinden geri adım atılması adına konuyu Independent Türkçe sayfalarına taşımayı uygun bulduk.
Çünkü yazmalar, her bir ülkenin hazinesinin bir parçası olup, hayatını yazmalara adamış bilim insanlarının görev yaptığı bir kurumun yönetimindeki laçkalık, başıbozukluk, goygoyculuk, bilim insanlarını küçümseme gibi durumlar, o hazineye ve dolayısıyla millete saygısızlıktır.
7 Nisan 1906'da Tiflis'te çıkarmaya başladığı Molla Nasrettin dergisinin ilk sayısındaki baş makalede Celil Mehmetkuluzade, "Sözünü seni dinlemeyen insanlara söyle" diye yazmıştı.
Biz de sözümüzü bizi dinlemeyen Sayın İsa Habibbeyli'ye ve Teymur Kerimli'ye söyledik.
Konunun sıkı takipçisi olacağımızdan ikisi de asla kuşku duymasın.
Haydi, hayırlı tıraşlar...
İskender'in nutuku
Ölüler...
'Bakınız, bakınız, dikkatle bakınız!
Sizin tarih kitaplarınızda bu, kanla yazılmış bir sayfadır.
Sizden sonra gelenler bu kitabın sayfalarına bakıp bu sayfayı gördüğünde sizi hatırlayarak (yüksek sesle): 'Fu, sizin yüzünüze!' diyecekler (kalabalığın bulunduğu yere doğru tükürüyor. Herkes kafasını aşağıya dikmiş, konuşmuyor).
Affedin, Keyifli İskender biraz edepsizlik ediyor. Ancak şimdi de sıra bendedir.
Ben bu ufak çocukları (kızları gösteriyor) neden zor kullanarak getirip kerhaneye soktuğunuzu söylemiyorum.
'Kuşkusuz, siz bunlara 'Seni bu şeyhe veriyorum' dediğinizde çaresizler çağırıp bağırıyor ve sizin kirli ayaklarınızı öpe öpe: 'Aman baba, beni annemden ayırma!' diye yeri-göğü inletiyorlardı.'
(Yüzünü kızlara tutarak): 'Öyle mi dir, doğru mu diyorum?'
Kızlar ağlaya ağlaya kafalarını aşağıya dikiyor.
'Hayır, ben ondan dolayı darılmıyorum. Çünkü siz kızlarınızı buraya çekerken onları cennete çektiğinizi hayal ediyordunuz ve İsfahan şeyhleri sizi, her bir kızın bu mübarek odaya ayak basması durumunda öldükten sonra da kıyamete kadar mezarın ufak kapısından meleklerle konuşacaklarına inandırmıştı.
Ancak ricat meselesi ortaya konarak Şeyh Nasrullah ölüleri diriltme yetkisini sizin önünüze sürünce, ufak mezar kapısından melek arayan sizler ölmüş kardeşlerinizin, bacılarınızın ve karılarınızın, çocuklarınızın dirilmesini onaylamadınız.
Neden onaylamadınız? Çünkü karılarınızın tamamını yukarıda öldürmüşsünüz; ölmüş kardeşlerinizin karısını almışsınız, ölmüş dostlarınızın yetimlerinin malını yemişsiniz. Dirilip gelmelerini ve sizin emellerinizi görüp: 'Fu, sizin yüzünüze!' demelerini onaylamadınız (okkalı bir tükürük atıyor).'
Kalabalık kafasını aşağıya dikiyor.'Bu sözleri söylemekle sizi kötüleyip kendimi övmek istediğimi düşünmeyin. Hayır, hayır. Ben hiçbir şey olmadığımı biliyorum. Ben kırların otu, sokakların toprağı, dağların taşı, çalıların dalları, ağaçların kurduyum. Ben dünyada hiçbir şeyim.
Eğer ben bir şey olsaydım cebimden bir bomba çıkararak (elini uzatıp cebinden votka şişesini çıkarıyor) bu evi bir saniyenin içinde dağıtıp İsfahan fırıldakçısını diri diri tuğlaların altına gömerdim. Ancak korkmayın, ben öyle bir şeyi beceremem. Bu, votka şişesidir ve Şeyh Nasrullah geceler burada ufak çocukları boğduğunda ben bu şişeden votka içerdim.'
Kızlar ağlamaya başlıyor.'Hayır, hayır, o benim işim değil. O, yiğidin işi. Sizin gibi bir kitlenin kahramanı benim gibi olur. Ben bir hiçim. Şimdi sizin kim olduğunuza bakalım.
Benim ismim Keyifli İskender, sizin isminizi ne koyalım peki? Ben dağları, taşları, kuşları, felekleri, ayları, yıldızları ve dünya alemlerini buraya tanık olarak çağırır ve bu kızları onlara göstererek bu kitleye hangi ismin verilebileceğini sorarım.
O zaman hepsi tek sesle 'Ölüler' diye cevap verir. Ben tüm milletleri buraya toplayıp Şeyh Nasrullah'ın haremine bakmaları ricasında bulunurum; o zaman yer yüzünün tüm tayfaları tek bir sesle sizi 'Ölüler' adlandırır.
Ve bizden sonra gelenler yıllar boyunca sizi hatırlayıp tek sesle 'Ölüler' diyecekler…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish