Bence asıl beklenen, İmralı'dan gelecek açıklama değil.
Bu daha çok algı oluşturmak için yürütülen bir süreç.
Bunu söylerken de "algı önemsiz" demek istemiyorum, o da sürecin bir boyutu.
John Steinbeck boşuna "İhtiyaç algıyı, algı da eylemi kamçılar" dememiş...
Ama asıl beklenen, İmralı'dan değil, Kandil'den yapılacak açıklama.
Öcalan'ın ne söyleyeceğini devlet zaten biliyordur.
Heyete net şeyler söylememiş olabilir, hatta heyeti oyalıyor da olabilir, fakat devlet yetkililerine söylememiş olamaz.
Kandil ne düşünüyor, ne yapacak, ne var akıllarında?
Bilinmeyen bu.
Diğer bir bilinmeyen ise Trump'ın ne yapacağı.
Bir başka bilinmeyen de SDG'nin ne istediğini söylemesine rağmen, Suriye'deki sürecin nasıl gelişeceği ve uluslararası güçlerin Şam ile yürüttükleri sürecin nereye varacağı.
Bu sebeplerden dolayı kafalar karışık.
En azından ilk 2 madde netleşmediği sürece, İmralı ile görüşmeler daha da uzayabilir.
Netleşirse, ertesi gün bir açıklama da gelebilir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Hükümet açısından en iyi sonuç, Trump'ın "Ben çekiliyorum" demesi ve Öcalan'ın açıklaması neticesinde örgütün tamamen silah bırakması.
Bugünkü şartlarda bu, çok iyimser bir senaryo.
Diğer bir olasılık da şu:
Görüldü ki ABD, Suriye'den çıkmıyor ya da sürece yayıyor ve örgüt de silahları bırakmayacak;
Sadece Türkiye'ye karşı kullanmayacağını taahhüt edecek.
O zaman yine "kötünün iyisi" bir seçenek olarak Öcalan üzerinden sürece devam etmek belki de seçimlere kadar mümkün olabilir.
Şöyle bir durum ortaya çıkabilir:
Öcalan açıklamasını yapar, ancak Kandil dahil herkes açıklamayı istediği gibi anlar.
Yani sizin-benim anladığımız ile onların anladığı ya da anlamak istedikleri çok farklı olabilir.
Kaldı ki, orada da tek ve yekpare bir akıl olduğunu zannetmiyorum.
Muhtemelen, iç dengeleri, bölgesel ve küresel dengeleri, kendi açılarından değerlendiren kolektif bir tutumla hareket edeceklerdir.
Ne kadar ön planda olursa olsun, içlerinden birinin "Ben dedim, oldu" şeklindeki tavrı, çok büyük bir ihtimalle karşılık bulmaz.
Öyle bir yapı değil.
Öcalan'ı dinliyoruz, söyledikleri önemlidir; "Asıl şunu demek istedi" vb. bir yaklaşım oldukça yüksek bir ihtimal gibi duruyor.
Sonuçta, "sizin ne söylediğiniz değil, karşınızdakinin ne duyduğu, ne anladığı önemlidir."
Bu mantıkla; "Türkiye'ye karşı silah kullanmayı bırakıyoruz ama şu şu nedenlerden dolayı şimdilik tümüyle silah bırakmıyoruz" deme ihtimalleri yüksek.
Demek istediğim; ABD'nin Suriye ile ilgili vereceği karar, Kandil'in kafasından geçenler, bölgedeki (Irak, İran, Suriye…) gelişmeler ve en önemlisi, nihai olarak devletin ne istediği ve Kürt meselesinin çözümü yönünde hangi adımları atmayı planladığı, bütün bunlar (nihayetinde bir bütün olsa da) Öcalan'ın yapacağı açıklamalardan çok daha önemli unsurlar.
Hiçbir açıklama, hiçbir çıkış, işin doğası gereği nesnel şartlardan daha önemli olamaz.
"Türkiye ne yapmak istiyor?" sorusu belirleyici.
Eğer Ankara, "sonuçta Suriye'de Kürtler hiçbir statüye sahip olmasın" noktasındaysa, işin sonunun nereye gideceği belli.
Eğer; "sınır güvenliği bizim istediğimiz şekilde sağlansın" (örneğin, "Suriye devletinin resmî ordu güçlerince" ya da "Barzani'ye yakın Roj Peşmergelerle sağlansın") gibi bir noktadaysa veya o noktaya gelirse, o zaman farklı bir durum ortaya çıkar.
Yok eğer, "Kürtler bir statü kazanacaksa, onu-bunu bilmem, askeri müdahale yaparım" diye ısrar ederse, o zaman yapar.
Aşağıdan da İsrail aynı şekilde ilerler ve durum Suriye'nin bölünmesine kadar gidebilir.
Şu aşamada hayali görünen bu ve benzer senaryolar, sonuçta Washington'un ve İsrail'in bölgede nasıl bir politika izleyecekleriyle doğrudan bağlantılı.
Yani, "Öcalan'ın ne diyeceğini bekliyoruz, bunu derse şöyle olur, onu derse böyle olur" gibi konuları tartışmak, biraz da havanda su dövmeye benziyor.
Anladığımız kadarıyla, asıl görüşmeler CENTCOM'la, muhtemelen dolaylı görüşmeler Kandil'le yapılıyor.
Bu arada, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Peşmerge Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Mansur Barzani ile heyetin ikinci İmralı ziyaretinden hemen sonra Ankara'da neleri görüştü, bilmiyoruz.
Zamanlama manidar.
Asıl olacaklar yukarıda belirttiğim görüşmelerle şekilleniyor.
Öcalan ile görüşmeler, tabii ki işin olmazsa olmaz diyebileceğimiz derecede önemli bir boyutu, ama en önemlisi değil.
Üzerinde durmak istediğim bir başka husus da görüşmelere dair Kandil'den yapılan açıklamalar.
Abdullah Öcalan için kullanılan tabir "baş müzakereci".
İlk anda kulağa sanki net bir mesaj gibi geliyor ama dikkatli bakıldığında oldukça muğlak bir ifade.
"Baş müzakereci" deniyor, "tek müzakereci" değil.
Eğer "tek müzakereci" denseydi, o zaman bir yorumcu olarak "Tamam, bu iş bitti" diye düşünürdüm.
Ama net ifadeler kullanılmıyor.
Neden?
Belirttiğim şartlardan dolayı olabilir mi?
Bu, biraz da ilk döneminde Trump'ın "Çekiliyorum" dedikten sonraki tabloyu hatırlatıyor.
Trump da, -teşbihte hata olmaz-, "baş müzakereci" idi ama "tek müzakereci" değildi.
Dolayısıyla, nasıl ki o zaman ABD'deki denge-fren sistemi "baş müzakereci Trump'ın" istek ve beklentilerinin gerçekleşmesine mani olduysa, burada da aynı durum yaşanabilir.
O yüzden diyorum ki:
Ankara ne istiyor; daha bilmiyoruz.
Öcalan ne istiyor; onu da daha bilmiyoruz.
Ama en azından söylem olarak, aynı şeyi isteyeceklerini öngörebilmek için dahi olmaya gerek yok.
Herhalde kimse, Öcalan'ın Ankara'nın kesinlikle kabul etmeyeceği, hiçbir şekilde duymak istemeyeceği bir şeyi söyleyeceğini düşünmüyordur.
Dolayısıyla, 25 yıldır devlet Öcalan'ın ne düşündüğünü, ne söyleyeceğini öğrenemedi de önümüzdeki 25 gün içinde öğrenecek değil herhalde.
En azından bence değil.
Heyet bilmeyebilir, ama devlet, Öcalan'ın ne diyeceğini biliyor.
Fakat şimdilik kimse bu konuda Washington'da ne düşünüldüğünü, Kandil'in ne reaksiyon göstereceğini bilmiyor.
Bu yüzden iş uzuyor.
Trump'ın yeni döneminde bölge ile ilgili siyasetin belirsiz olmasının nedeni ise, önceliklerinin farklı olması.
Kendisi, "Şu Suriye meselesi bitsin de nasıl biterse bitsin, biz de işimize bakalım" şeklinde yaklaşıyor.
Ama aynı şekilde düşünmeyen diğer dış politika yapıcılarını da dinlemeden hareket edemiyor.
Şimdilik...
Bir süre sonra olaylara tam olarak hâkim olduğunda, benzer konularda daha çabuk ilerleyecektir.
Gelinen aşamada, ilkinin içine Türkiye'nin beklentilerinin, ikincinin içerisine de Pentagon'un beklentilerinin gireceği, "Apoizm" ve "Trumpizm" bir noktada buluşabilecek mi?
Bekleyip göreceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish