Mayalanma, tam anlamıyla kendisinde var olan fiziksel çözülme olsa da çürümenin başka bir evrede fermente olduğu bir dönüşüm.
Bu dönüşüm, biyolojik olarak fermente ya da mayalanma olarak görülse de yaşamdaki karşılığı tam bir ironi aslında…
Yok olmanın var ettiği bir süreç.
Çürüme olmadan yenilenmenin olmayacağı, sona gelmeden yeniden başlayamayacağımız bir parodi!..
Düşünce de böyle değil midir aslında?
Yaşamın kendisine uyarlanışı gibi, gözlere, kalbe, sonra da zihne…
Düşünen insan, aslında derin deryalarda mayalanan bir suret.
Süte karıştırılan bir damla maya, onu nasıl yoğurda dönüştürüyorsa, düşünen insan da karmaşadan sıyrılıp başka bir oluşum, başka bir durum meydana getirebilir.
İnsanın öz ile dinginliğini, dinginlik ile kendine bakabilmeyi ve gerçek hayatta fermente edilmiş bir hayatta başkalaşıp yeniden başlayabileceği bir gerçek.
Dünyevi karmaşalardan uzaklaşan insan, içsel dünyasına yoğunlaşmak için inziva veya mayalanmaya ihtiyaç duyabilir.
Fermente edilmiş bir maddenin oksijensiz solunum yapmasıyla ortaya çıkan enerji gibi, insanın kendine yükselmesi, dışsal olgulardan çok, iç dünyasına doğru bir yolda ilerlemesi, bir yolculuğa çıkma serüveniyle eşdeğer…
Peygamberler, azizler, keşişler, filozoflar sanatçılar ve düşünen her insan, dış dünyadan kendisini soyutladığında, fermente bir düşünce sisteminin içinde bulur kendisini.
Bu kişilerin dini, mistik ve ruhani algılayış biçimlerinde, bireyin kendi içine yönelme anlayışı hâkim.
Onlar, insanın kendi hakkındaki düşüncelerini bilmeyi temel bir ölçüt olarak gördüler.
İnsan, kendi özünü ve özetini ararken içsel bir dönüşüm ve olgunlaşma süreci yaşar.
Bu durumu bir mayalanma ve pişme sürecine benzetebiliriz.
Mevlana'dan Van Gogh'a, Paul Gauguin'dan Sultan Süleyman'a kadar içinde bulundukları buhranı, dünyevi zevkleri, kendisine bakabilmeyi bu yolla başarabilmişlerdir.
Giambattista Vico, bu durumu, şu sözlerle daha anlaşılır kılar:
İnsanın kafası gövdesine gömülü olduğu için gözleri ilk önce kendisini değil, dış dünyayı görmüş, kendinden önce dış dünyayı merak etmiştir. Bu yüzden insanın rasyonel ve gerçekçi bilme çabasının ilk adımlarından birini oluşturan ilk filozofların soruları doğaya ilişkin olmuştur.
Yunus'ta ise bilmenin anlamını, kişinin kendi dünyasına inebilmesini, iç-benine yönelmesinde görebiliyoruz.
Keza insanın kendisine olan yolculuğu fiziksel evrene olan yolculuğundan çok daha meşakkatlidir.
Kişinin kendisini bilmesine dair inzivaya çekilme ve bu inziva sürecinden sonra yeniden düşünsel anlamda rehabilite olması kaçılmaz bir gerçektir.
Keşişler, sanatçılar, peygamberler, bilge ve düşünürler bu sürecin bir parçası olmuş, duygu dünyaları ve düşünce sistemleriyle bu inziva, mayalanma süreçlerinden sonra tarihte önemli düşünceleriyle toplulukları etkilediler ve halen de etki sürüyor.
Sanatçıların buhranlı ve üretim açısından inzivaya çekilmiş olmaları da tesadüf olmayacaktır.
Sanatçıların bu anlamda yüzlerce örneğine rastlamak mümkün.
Paul Gauguin, yaşadığı hem ağır depresif sorunlardan hem de resime olan tutkusundan dolayı Tahiti'ye doğru yola çıkar.
Bir primitif yolculuğa giren Gauguin, çalışmalarını küçük bir kulübede yapmaya başlar.
Tahiti için ise "Oraya gideceğim ve kendisini medeni addeden dünyadan elimi eteğimi çekip kendisine vahşi diyenlerle yaşayacağım" der.
Yaşamındaki bütün dinamikleri arkada bırakan Gauguin, fermente bir yaşam sürmeye başlar.
Uygarlıktan uzak bir cennet için yaptığı 1898'de sürecin sonu diyebileceğimiz "Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?" tablosunu yapar.
Gauguin, bu tabloyu şu sözlerle anlatır:
Ölmek istiyordum. Bu umutsuzluk içinde elime geçen bir çuval parçasına bu konuyu bir çırpıda aktarıverdim. Resmi imzalamaya elim varmadı. Arsenik içtim ama yine de ölmedim. Sadece ıstırabım arttı.
Üretimlerinin en zirvesini inzivaya geçtiği süreçte yapar ama sağlık sorunlarıyla da epey uğraşan bir sanatçı olmuştur tarihte…
İster düşünür ister sanatçı ister ilahi, mistik duygulara sahip bireyler, fermente olan bir dünyadan, başkalaşıp geri döndüklerinde, fiziksel olarak değişmese de, bilinç olarak farklılaşmış olur ve üst bir bakış açısıyla dünyayı görmeye başlarlar…
Daha derin bir anlayışa ve geniş bir perspektife sahip olup, dünyaya yeni bir gözle bakmaya başlayan sanatçılar üretimlerinde inzivadan önceki süreçlerin çok ötesine taşımışlardır.
Friedrich Nietzsche'nin en önemli yapıtlarından birini yazmasına sebep olan inzivada, düşüncelerinin mayalandığını söylemek zor olmayacak.
1822'de Nietzsche, Lou Salome ile buluşur. Bu süreç, aklının sınırlarını zorlayan bir süreçtir ve duygularının daha da törpülenmesine neden olur.
Nietzsche âşık olur, evlenme teklifi eder, fakat reddedilir….
Kışı geçirmek ve yıpranmış ruhuna bir inziva ortamı yaratmak için Rapollo'ya gider.
Kendi ruhunu dinleyip dış dünyadan soyutlar kendini.
Bir nevi, ruhunun fermantasyona uğradığı bir boyuttan geçer.
Nietzsche, burada 10 gün içerisinde "Böyle Buyurdu Zerdüşt"ü yazar.
Hiç ilgi görmeyen bu eser hakkında, Nietzsche şunları söyler:
Bazı insanlar öldükten sonra doğar. Benim zamanım da henüz gelmedi. Öyle veya böyle, insanların benim anladığım şekilde yaşayıp öğretecekleri kurumlara ihtiyaç duyulacak ve belki de o insanların Zerdüşt'ü yorumlamaları için akademik kürsüler kurulacak.
Ama şimdi benim gerçeklerimi duyacak kulaklar, taşıyacak eller bulmayı beklersem kendimi tamamen kandırmış olurum. Henüz kimsenin beni duymamış ve nasıl anlaşılmam gerektiğini kavramamış olması yalnızca anlaşılabilir değil, doğru olan bir şeymiş gibi de geliyor bana.
Tam da bu noktada Nietzsche, arınmış olan kendi dünyasındaki içsel süreçleri bir meta üzerinden bizlere ulaştırmayı başarır.
Yeryüzünde üzüntü, keder ve bunalımlardan sıyrılmanın, başka bir perspektiften bakmanın yolunun ruhen fermente olmaktan geçeceğine inananlardanım.
Yorulmuş olan bedenin, zihnin ve duygunun, bir durakta az yahut çok beklemek ve arınmak olduğu kanısındayım.
Sağlıkla, sanatla kalın…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish