Öncelikle Başkan Donald Trump'ın 20 Şubat'taki açıklamalarından başlamamız gerekir.
Görevi üstlendiği 20 Ocak'tan bu yana özellikle Ukrayna'yla ilgili çelişkili açıklamalarının ardı arkası kesilmeyen ABD Başkanı, bu kez sözü yine Ukrayna'ya verilmiş Amerikan paralarının üzerine getirmiştir:
Ukrayna'ya 300 milyar dolar verilmiştir. Ancak nasıl kullandığı belli değil.
Donald Trump, şimdiye kadar Ukrayna ordusunun 700 bin asker kaybettiğini eklemiş ve sorunun 1 yıl içinde çözülmemesi durumunda yeni bir dünya savaşının başlayabileceğini sözlerine ekledi.
Yani, Ukrayna'yı bir daha borçlu çıkarırken, bu ülkenin ender bulunan yer altı servetlerine bir kez daha atıfta bulunmuş ve anlaşma konusunun yeniden gündeme getirileceğini belirtti.
Başkan Trump, Ukrayna topraklarının önemli kısmını kendi kontrolü altında tutmasından dolayı Rusya'nın elinde "güçlü bir koz" olduğunu ifade etti.
Beyaz Saray'ın yeni sahibi, nükleer silahların imhası konusunda Rusya Federasyonu ve Kore Halk Demokratik Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ile işbirliğini sürdüreceklerini söyledi.
Aslında bu açıklamaların "şaşırtıcı" olarak algılanmaması gerekir. Süreçleri izleyenler, en son başkanlık seçimleri öncesinde Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski'nin ABD ziyareti sırasında Donald Trump'la ilgili ağır sözler sarf ettiğini, Trump'ın ise o sözleri serinkanlılıkla karşıladığını, sadece "Zelenski iyi bir tüccar, Washington'a her gelişinde 60 milyar dolar alıp götürüyor" sözleriyle aslında Beyaz Saray'a dönmesi durumunda o paraların hesabını soracağının sinyalini verdiğini hatırlamalı.
Ve şimdi Volodimir Zelenski üzerinde kurmaya çalıştığı ve adeta günde birkaç kez devreye soktuğu baskı mekanizmasının kökeninde, bir de seçim öncesine dayanan o hesaplaşma vardır.
Ve elbette ki, Donald Trump'ın gittiği veya gitmediği her yerle ilgili "para", "yer altı serveti" konularını gündemde tutması da izlediği bu ince politikanın bir parçası.
Ukrayna Cumhurbaşkanını "seçilmemiş diktatör" olarak nitelendiren Donald Trump'ın bu yaklaşımının kökenini, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 20 Mayıs 2024'ten bu yana sürekli gündemde tutmaya çalıştığı "Zelenski'nin görev süresi dolmuştur, görevini sürdürmesi anayasal olmayıp gayrimeşrudur. Bir an önce ya seçime gitmeli ya da koltuğu bırakmalı" sözleri teşkil ediyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu konuyu her gündeme getirdiğinde, Rus meslektaşının cevabının bizzat Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski tarafından verilmesine rağmen, Donald Trump'ın bu yaklaşımı çok daha ağır bir şekilde, "seçilmemiş bir diktatör" sözleriyle gündeme getirmesini AB ülkeleri "yenilir-yutulur cinsten" görmedi ve başta Birleşik Krallık olmak üzere eski kıtanın yöneticileri, üsluba dikkat etmek kaydıyla ABD Başkanını yanıtsız bırakmamayı yeğlediler.
Bu konuda herkesten öne düşen Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer (bu ülkenin son iki hükümet başkanının ismi geçince, Belarus'un 31 yıllık diktatörü Aleksandr Lukaşenko'nun "Onlar bizi eleştireceklerine kendi ülkelerinin durumuna baksınlar. Kendilerinden birini bulamıyorlar, onları Hintliler yönetiyor" sözlerini hatırlıyor ve tebessüm ediyorum), Zelenski'yi arayarak Ukrayna'nın demokrasi yoluyla seçilmiş Cumhurbaşkanına desteğini ifade etti ve "II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık'ın yaptığı gibi savaş ortamında seçimlerin yapılmamasının tamamen akılcı bir durum olduğunu" belirtti.
"Seçilmemiş diktatör" topuna giren Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un tepkisi ise Birleşik Krallık Başbakanı'na nazaran daha sert sayılabilir:
Cumhurbaşkanı Zelenski'nin demokratik meşruiyetini inkar etmek sadece yanlış değil, tehlikelidir. Vladimir Zelenski, Ukrayna'nın seçilmiş devlet başkanıdır. Savaşın gergin döneminde seçimlerin yapılma fırsatının bulunamaması, Ukrayna anayasası ve seçim yasalarına uygundur. Hiç kimse bunun tersini söyleyemez.
Danimarka'dan İsveç'e, oradan Norveç'e kadar İskandinav ülkeleri hükümet başkanları, Donald Trump'ın "seçilmemiş bir diktatör" sözüne karşı tavır ortaya koyarken, Birleşik Krallık Başbakanı Starmer'ın, pazartesi bir araya gelmeyi planladığı ABD Başkanıyla bir dizi diğer konunun yanı sıra, bu konuyu da gündeme getirerek, bundan sonra seslendirmemesi için telkinlerde bulunacağı bekleniyor.
Burada sorulması gereken soru şu:
Zelenski, 'seçilmemiş bir diktatör' diyerek Rusya'nın değirmenine su döken Donald Trump, bunu Ukrayna Cumhurbaşkanının seçim öncesinde seslendirdiği çok ağır sözlerden dolayı intikam almak amacıyla mı yapıyor?
ABD'ye '500 milyar dolarlık yeraltı madenlerinin sunulmasını' öngören kararın Volodimir Zelenski tarafından imzalanmamasından dolayı mı, yoksa gerçekten Rusya Devlet Başkanı'nın bu konudaki tezine destek vermek için mi?
Bu tür açıklamalarıyla Başkan Trump, gerçekten savaşın en kritik döneminde Ukrayna'da cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmasını mı isteyecek?
Bu isteğin gerçekleştirilmesi için ayak diremesi durumunda, gidişatın büyük ölçüde Rusya'nın lehine olacağını bilmiyor mu? Bu pozisyonundan geri adım atması için ABD Başkanını ikna edecek güç var mı?
Ve bu pozisyonundan geri adım atmaması için Beyaz Saray sahibinin Kiev'den hangi somut isteği ve istekleri olabilir?
Bu sorular, süreçleri izleyenlerin kafasını iyiden iyiye meşgul ederken, Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, önümüzdeki hafta Washington'da ABD Başkanıyla bir araya gelmelerinin, ilişkilerde ortaya çıkmış bir dizi anlaşmazlığı tamamen gidermesi durumunda olmasa bile, ortamı soğutması bakımından önemli görünüyor.
Batı medyasına göre, Macron-Starmer ikilisinin ABD Başkanına sunmayı planladığı Fransa-Birleşik Krallık planı, 30 bin Avrupa Birliği askerinin NATO şemsiyesi altında Ukrayna topraklarına yerleştirilmesini öngörüyor.
Yorumcular, NATO askerlerinin çatışma bölgelerinin uzağına konuşlandırılarak limanları ve nükleer santralleri koruyacağına dikkat çekerken, ABD Başkanının bu öneriye sıcak bakma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyorlar.
Bu şekilde düşünmeye sevk eden örneklerden biri, Emmanuel Macron'un, "Biz, Rusya'nın üç seneden bu yana yürüttüğü işgalci savaşına son verilmesi bakımından Başkan Donald Trump'ın hedefini paylaşıyoruz" şeklindeki sözleridir.
Donald Trump'ın açıklamaları, Batı cephesinde tedirginlik oluşturup, Rusya'da memnuniyet doğururken, Ukrayna'yı teselli etmeye çalışan Avrupa Birliği ülkeleri, diğer taraftan adeta savaşın bundan sonraki külfetinin kendi omuzlarına yüklenme ihtimalinden çekindikleri için Washington'un yolunu tutmaya hazırlanıyorlar.
Fransa Cumhurbaşkanı ve Birleşik Krallık Başbakanının, önümüzdeki Pazartesi Beyaz Saray'da Donald Trump'ı ziyaretinden sonra ortaya çıkacak durumun önemini, gelişmeleri izleyen herkes iyi idrak ederken, 30 bin NATO askerinin Ukrayna topraklarına yerleştirilme planının, daha ABD Başkanına sunulmazken Kremlin'de rahatsızlık oluşturduğu gözüküyor.
Konuyla ilgili açıklama yapan Kremlin sözcüsü Dmitri Peskov'un sözleri, bu rahatsızlığın dışavurumu olarak değerlendirilebilir:
Kuşkusuz biz en dikkatli biçimde bu haberleri izliyoruz, Avrupalıların bu konudaki bazen çelişkili resmi açıklamalarını izliyoruz. Bu, bizim rahatlığımıza neden oluyor, çünkü askeri birliklerin sevki söz konusu. NATO ülkeleri askeri kontenjanının Ukrayna'ya sevki söz konusu.
Çok değil, daha geçen salı günü Riyad'da ABD ve Rusya heyetleri arasında gerçekleşen görüşmeden sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, "NATO üyesi herhangi bir ülkenin askeri birliklerinin Ukrayna'ya konuşlandırılmasının kendileri için kabul edilemez bir durum olduğunu" açıklamıştı.
İşte o açıklamanın üzerinden daha bir hafta geçmeden, önümüzdeki Pazartesi Macron-Starmer ikilisinin Trump'a sunacakları plana onay çıkması halinde Moskova buna karşı nasıl bir tepki ortaya koyacak?
İşte bu "ehval ve şerait içinde" Zelenski'nin Trump aleyhinde fazla konuşmaması için ABD'nin Ukrayna özel temsilcisinin Kiev'e gönderilmesi mi?
Bir süreç bu kadar mı karmakarışık olur, arkadaş?
Nefesimiz tükendi be.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish