Son iki yüzyılda yeryüzünde şu veya bu şekilde Batı ile karşılaşmayan, onun tokadını yemeyen, işgal edilip sömürülmeyen, itilip kakılmayan hiçbir ülke veya ulus yok desek pek yanlış olmaz.
20'nci yüzyıl, bu açıdan Müslümanlar için acı deneyimler ve yüz kızartıcı yenilgilerle doluydu.
Nitekim geçten yüzyılın başında uçsuz bucak İslam dünyasının tamamına yakını Batı tarafından işgal edilmiş, sonraki yıllarda da Müslüman ulusların sınırları Batılıların çıkarlarına ve keyiflerine göre çizilmişti.
O dönemde Batı'nın giremediği iki Müslüman toprağından biri çorak Anadolu arazisi, diğeri ise Afganistan'ın geçit vermeyen heybetli dağlarıydı.
Batı ile girdiği mücadeleden yenik düşen, işgale uğrayan uluslardan en iyi dersi çıkaran, Uzakdoğu halkları oldu.
ABD'nin attığı atom bombasıyla iki kenti yanıp kül olan Japonya 10-15 yıl gibi kısa bir sürede tekrar ayağa kalktı ve dünyanın en büyük teknolojik devlerinden birine evrildi.
Onu, Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi diğer ülkeler izledi.
Çin'in yükselişi ve Batı ile her alanda boy ölçüşecek hale gelmesi, apayrı incelenmesi gereken bir başarı hikayesi.
Bugün Çin Halk Cumhuriyeti, 20'nci yüzyılın sonunda dağılan Sovyetler Birliği'nin yerini alarak dünyanın ikinci büyük süper gücü olarak Batı'nın karşısına dikilmiş durumda.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Batı'nın şiddetine (işgal, sömürü, soykırım) maruz kalan diğer uluslarla maalesef Uzakdoğuluların başardığını başaramadı.
Afrika kıta olarak yerinde saymaya devam ederken, 20'nci yüzyılı askeri darbeler, halk ayaklanmaları ve iç savaşlarla heba eden Latin Amerika da ABD'nin oyun alanı ve arka bahçesi olmaktan öteye gidemedi.
Bu açıdan bakıldığında Müslümanların durumu da pek parlak sayılmaz.
20'nci yüzyılın başında toprakları Ruslar, Fransızlar ve İngilizler tarafından işgal edilen ve paylaşılan Müslümanlar, bu dönemi kaybettikleri bağımsızlıklarını yeniden elde etmek ve kendi ulus devletlerini inşa etmek için kullandılar.
Bunu yaparken her biri farklı bir yol izledi; kimisi geçmişin yolunu izleyerek eski krallıklarını ve emirliklerini yeniden inşa ederken, bir kısmı da Batı'nın cumhuriyet, demokrasi, seçim, parlamento gibi kurumlarını ve sistemlerini benimseyerek hedefe ulaşmayı denediler.
Ama hiçbiri, Uzakdoğuluların ulaştığı zafere benzer bir başarı elde edemedi.
Batı ile karşılaştığı her cepheden yenik ayrılan İslam dünyası için en acı deneyimlerden biri, geçen yüzyılın sonunda Bosna'da yaşanan Müslüman katliamı oldu.
Suudi Arabistan'dan Mısır'a, İran'dan Türkiye'ye ve Uzakdoğu'daki Pakistan ve Malezya'ya kadar Müslüman devletler ne kadar çırpınsa da Bosna'da yıllarca devam eden Müslüman katliamı durdurulamadı.
Katliamı durduran, ABD'nin müdahalesi oldu. Dönemin ABD Başkanı Clinton'ın emriyle Amerikan ve NATO uçakları işgalci Sırbistan'ı bombalamaya başlayınca, savaş durdu ve yakalanan Sırp lider Miloseviç, Lahey Adalet Divanı'nda yargılandı.
Bugün yine bir katliam yaşanıyor, hem de tüm dünyanın gözleri önünde.
Ve Müslüman ülkeler tüm çırpınışlarına rağmen, İsrail'in Gazze'yi yerle bir etmesine engel olamıyor.
Oysa 52 İslam ülkesi arasında bugün Japonya, Çin veya Güney Kore çapında teknoloji üretebilen bir ülke mevcut olsaydı, durum farklı olabilirdi.
O zaman ne İsrail ne de onun arkasındaki Batı, bu kadar pervasız davranamazdı.
Öyleyse yapılması gereken, eski hatalardan, yenilgilerden ders çıkarmak.
Yaşadığı tüm acı deneyimlere ve zorluklara rağmen Uzakdoğu nasıl küllerinden yeniden doğup tekrar ayağa kalkmışsa, İslam dünyası da aynısını yapabilir.
Zira ne de olsa, aklın yolu birdir.
Aklın yolu nedir diyorsanız, dini, siyasi, geleneksel dogmalardan, eski hurafelerden kurtulup akıl, bilim ve mantık yoluna dönmektir.
Yahudiler bilimi kullanıp çöllerle kaplı Ortadoğu'nun bir köşesinde bir teknoloji devleti inşa edip büyük bir refah ve güce ulaşabiliyorsa; her tarafından petrol ve doğalgaz fışkıran İslam ülkeleri çok daha iyisini yapabilir.
Ama tek bir şartla elbette; bağnazlıktan kurtulup gündelik yaşamda aklı ve bilimi rehber edinerek.
Elbette bundan kastımız, Türkiye'deki bazı kesimlerin yaptığı gibi, geçmişe ait her şeyi kötüleyip dini, tarihi ve kültürel mirasımıza sırt çevirmek değil.
Aksine Japonların yaptığı gibi, geçmiş mirasımızı günümüzün ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirip işe yaramayan eski alışkanlıkları terk ederek, yepyeni bir başarı ortaya koymak.
Bin yılı aşkın bir süre her alanda dünyaya öncelik eden bir uygarlığın ve kültürün mirasçılarına yakışan da budur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish