Biliyorsunuz memleketimizde uzun süredir dönen bir "itibar" mevzuu var.
Tayyip Erdoğan devletteki tüm israfı itibar parantezine aldığı günden beri her makamda, her mevkide vergilerimizle beslediğimiz türlü zevat itibar gösterisi yapıyor.
Bizim paramızı har vurup harman savuruyorlar.
İtibar dünyası!
Peki dünyada gerçekten 'muteber' miyiz?
Ne münasebet!
Ayıptır söylemesi, dünya bizden yaka silkiyor!
Kusura bakmayın, böyle lönk diye söylenmez ama durumumuzu tam olarak açıklayan tabir bu: Dünya bizden yaka silkiyor!
Nereden mi çıkarıyorum?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları artık vize falan alamıyor.
Zaten son derece aşağılayıcı vize uygulamalarıyla muhatap olup, adeta amuda kalkarak vize başvurusu yapan vatandaşlarımız bütün ülkelerden ret yanıtı alıp duruyor.
Avrupa, ABD falan bizi istemiyor. Sadece alışıldık iltica rotası olan ülkeler değil konu.
Misal, Türkiye'den yapılan vize başvurularını en çok reddeden ülke Estonya.
"Haritada göster" deseniz mürekkep yalamışlarımızın bile çoğu gösteremez Estonya'yı.
Lakin "Gelmeyin" diyorlar, "Sizi istemiyoruz" diyorlar.
Ya... Kendine saraylar inşa ettirip bir sürü uçağı kapısına bağlayan ve aleme itibar gösterileri yapan bir reisicumhurumuz var ama bizim milletin itibarı böyle yerlerde sürünüyor!
Büyük bir başka rezillik yaşıyoruz.
Uluslararası emlak şirketleri dünyanın türlü ülkelerinde dev panolarla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı pazarlıyor!
Evet, yanlış duymadınız, TC vatandaşlığı pazarlanıyor!
Ortadoğu'nun zenginlerinin gayrimenkul satın alıp yanında eşantiyon olarak vatandaşlık elde ettiklerini çok duydunuz da, Kenya'da bit pazarına kocaman pano asıp TC vatandaşlığı sattıklarını çoğunuz işitmemişsinizdir.
O da oldu.
Bir zamanlar TC vatandaşlığını 1 milyon dolarlık alışveriş karşılığı satıyorlardı, sonra dövize sıkıştılar, "sürümden kazanmak için" 250 bin dolara düşürdüler.
Vatandaşlıkta damping!
Son olarak 400 bin dolarda karar kıldıkları yazıldı medyada.
Borsa gibi. TC vatandaşlığının fiyatı bir inip bir çıkıyor!
Sistem ise basit: Parası olan herhangi bir ülke vatandaşı Türkiye'ye geliyor, üç yıl satmamak üzere bir gayrimenkul satın alıyor, TC pasaportunu da yanında eşantiyon olarak veriyoruz.
Başka ülkelerde bu iş nasıl oluyor?
Dillerini öğreniyorsunuz, kültürlerini öğreniyorsunuz, yasalarını öğreniyorsunuz, bilmem kaç sene o ülkede ikamet ediyorsunuz, sizi tüm bunlardan sınava tabi tutuyorlar, kılı kırk yarıyorlar, durumunuzu değerlendirip öyle vatandaşlık veriyorlar.
Bizde ise parayı bastırıp vatandaşlığı alıyor, sonra tek kelime Türkçe bilmeden seçim sandığına gidiyor, gönül ferahlığıyla Tayyip Erdoğan'a oy basıyorlar.
Hep itibar bunlar!
Kenya'da bit pazarına düşmüş itibarımız ve biz, öylece birbirimize bakıyoruz.
Peki, tüm bunlar niye yaşanıyor?
Geçen dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, "ekonominin lokomotif sektörü inşaattır" veciz sözünü etmişti.
Hani bakanlığın adında 'çevre' de geçiyor ya, normalde bu kadar beton bir laf beklemezsiniz, değil mi?
Bizim memlekette öyle olmuyor.
Betonu ekonomiye lokomotif yapan iktidar zihniyeti, o betonları pazarlamak için vatandaşlığı da pekala pazarlık nesnesi haline getirecektir tabii.
Ne zannediyordunuz?
'Yerli ve milli' muamele bir yere kadar!
***
Irkçılar için durum kolay. Yabancı düşmanlığı yapıp kendilerini rahatlatıyorlar.
Oysa biz farklı olguları itinayla ayrıştırmaya, izah etmeye çalışıyoruz.
Zira bu iş çok önemli.
Önümüzdeki yıllarda gerek iktisadi sorunlar gerekse iklim koşulları nedeniyle daha da artacak göç hareketliliğinde kavşak ülkeyiz ve bu konuda rasyonel bir akıl geliştirmeliyiz.
Yaşamak için yer arayan dünyanın en fukaralarını, para bastırıp vatandaşlık satın alan ve sokaklarımızı saygısızca dolduran şımarık toplamla bir tutmamamız lazım.
Evet, paranın şımarttıklarına vatandaşlık satışını derhal durdurmak şarttır.
Öte yandan, tüm göçmenleri aynı kefeye koymamak lazım. Yine de Türkiye'nin taşıyabileceğinin çok üstünde bir göç aldığı da aşikar.
Üstelik buraya akan nüfusun durumu içler acısı.
Sağlık ve sosyal güvencesi olmayan, en rezil işlerde üç otuz paraya köle gibi çalıştırılan, öldürülüp organları çalınan, kuryelik ya da torbacılık yaptırılan, fuhşa zorlanan, horlanan, insanlık onuru ayaklar altına alınan milyonlardan söz ediyoruz.
Misal, pandemi döneminde Türkiye'de ölüm istatistiklerine bile girmedi bu göçmen nüfus.
İkiyüzlü Avrupa AKP iktidarının önüne biraz para atıp memleketi 'tampon ülke' haline getirdi ve sorunu kronikleştirdi.
Avrupalılar ağızlarını açtıklarında 'insan hakları' nutukları atmaya başlıyor ama sömürerek mahvettikleri, bölüp yönetmek ve sömürüyü sürdürmek için savaş ve iç savaşları kışkırttıkları ülkelerden kaçan milyonları bizim memleket gibi berbat temerküz kamplarında tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
O sebeple, bir kere Avrupa'yla imzalanan 'geri kabul anlaşması'nı derhal çöpe atmak gerekiyor. Sınır kapılarını da ardına kadar açmak...
Belki ondan sonra Avrupa'nın sözde 'elit'leri mahvettikleri ülkelerde insani bir yaşamın nasıl yeniden tesis edilebileceğini düşünmek zorunda kalır...
***
Başa döneyim.
İtibar güzel şey ama bu topraklarda itibar falan kalmadı, parayla sattığımız pasaportlar artık iş yapmıyor, başka ülkeler bizi misafirliğe bile kabul etmiyor.
Bu ülke, iktisadi, siyasi ve toplumsal çürümenin yanı sıra bir tampon bölge olarak toplama kampına döndü.
İçinde çile dolduruyoruz işte...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish