İki cenaze arasındaki ülke

"Bu iki adamdan hangisinin Lübnan'ın hafızasında yer edeceğini, hangisinin ise unutulmuş çatışmaların arşivinde sadece bir satır olarak kalacağını tahmin etmek zor değil"

Fotoğraf: Reuters

İki varlığı karşılaştırmak nasıl adil değilse, iki yokluğu karşılaştırmak da adil değildir.

Karşılaştırma eğilimi açıkça görülse de ki, Hizbullah milisleri lideri Hasan Nasrallah'ın ertelenen cenaze töreni ile Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin cenazesinin 20’inci yıldönümü aynı zamana denk geldiğinden gerçekten de öyle görünüyor, genellikle gözden kaçan bir husus vardır.

O da ne kadar dakik görünürse görünsün, karşılaştırmanın, başlangıçta benzer olmayan iki varlık arasında bir benzerlik olduğunu varsayması, benzer görünen ama özü pek de örtüşmeyen iki deneyimi ayıran karmaşıklıkları ortadan kaldırmasıdır.

Bu eksikliği daha da büyüten, karşılaştırmanın, analizi salt projektif bir sürece dönüştürerek, olguları anlama aracı olmaktan çıkarıp, olgulara indirgeme mekanizmasına dönüştürmesidir.

Ama kaderin de kendine has acımasız bir mantığı vardır ve tıpkı iki cenazenin aynı zamana tesadüf etmesi gibi, tesadüfler de doğrudan analiz edilemeyecek anlamlar çizme yeteneğine sahiptir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Zamanlamanın bu şekilde örtüşmesi, kaçınılmaz bir soruyu gündeme getiriyor: Hariri'nin yokluğu 20 yıllık siyasi ve ahlaki varlığının bir uzantısı haline gelirken, hayatını Lübnanlıların günlük hayatlarında fazlaca var olmak ile geçiren Nasrallah, nasıl Lübnan ve Hizbullah’ın geleceği hakkındaki her türlü tartışmada yok veya yok denecek kadar az yer alıyor?

Refik Hariri suikastı sadece siyasi yolculuğunda bir dönüm noktası değil, aynı zamanda projesinin olasılıklara açıldığı bir andı.

Bu olasılıklar yokluğuna rağmen, onu, her yıl hatırlanan bir anı olarak değil, ülkenin hâlâ kendisi için mücadele ettiği tercihlerin formüle edilmesinde kendini dayatan bir yöntem olarak yenilenen bir varlığa dönüştürdü.

Temsil ettiği devlet projesi, onu engellemeye veya değiştirmeye yönelik tüm girişimlere rağmen, ekonomi, iktidar ve gelecekle ilgili her tartışmada referans noktası olmaya devam etti.

Öyle ki, Lübnan siyaset sözlüğünün en belirgin sabit ismi haline geldi.

Buna karşılık Nasrallah’ın öldürülmesi, ister Hizbullah’ın kademeli olarak gerilemesi ve kendisini umutsuzca yeniden konumlandırma çabaları, isterse daha anlamlı bir ifadeyle Hizbullah’ın yükselen bir güçten küçülen, geçmişe ait bir mirasa dönüşmesi anlamında olsun, onun işlevinin, projesinin, savaşlarının ve seçeneklerinin tarihsel anının tükendiğinin açık bir duyurusu gibi göründü.

Büyük çatışma deneyimleri her tartışıldığında, Nasrallah'ın deneyimi her zaman kendisini dayatan bir seçenek olarak değil, aksine, sona ermiş ve tekrarlanmaması gereken bir dönemin modeli olarak hatırlanacaktır.

Tam on yıl boyunca kendisini devirme girişimlerine göğüs geren Suriye rejiminin, Nasrallah suikastının yarattığı boşluktan kaçamaması tesadüf değildir. Hizbullah'ın kaybının Esad'ın çöküşüne yol açması için 70 gün yeterli oldu. Bu sanki bölge tarihinde bir sayfanın nesnel olarak kapanması gibiydi.

İran'ın stratejilerinin ağırlık merkezi, Tahran'ın onunla birlikte Lübnan, Suriye, Filistin ve Irak'ta güç dengelerini yeniden belirlediği Nasrallah'ın öldürülmesi, geçici bir olay değil, ardı ardına gelen çöküşleri peşinden sürükleyen bir lokomotifti.

Onun ölümüyle eksen pusulasını kaybetti, düşman ile yüzleşme kararının dizginlerini her zaman elinde tutan İran, kendisini hiç alışık olmadığı bir savunma pozisyonunda buldu.

Her şeye uyum sağlama yeteneğiyle bilinen Hizbullah, başa çıkabileceği araçlara sahip olmadığı yeni bir denklemle karşı karşıya kaldı: var olmayan bir lider, kafası karışık karar mekanizması, tükenmiş halk tabanı ve göründüklerinden daha kırılgan hale gelmiş bölgesel ittifaklar.
 


Yıllardır Lübnan'ın kaderinin sadece Tahran'daki büyük dönüşümlerin ritmiyle belirlendiğine ve toprağının sadece dışarıda ekilenleri ürettiğine inanılsa da son olguları en açık kanıt olarak kabul ederek, bu aksiyomu yeniden gözden geçirmek gerekiyor.

Bölgeyi sarsan değişim, bir uluslararası kararın sonucu veya bölgesel bir çözümün uzantısı değil, bir iç çöküş anıdır. Beyrut'un güney banliyösünde başlayan çöküş daha sonra dışarıya doğru yayıldı.

Eksen, büyük güçlerin denklemleri kendisine bunu dayattığı için değil, onu dengede tutan baş öldürüldüğü için devrildi.

Onun yokluğu, sağlam bir kütle gibi görünen şeyin, özünde imkânsız bir süreklilik yanılsamasına dayalı bir yapıdan başka bir şey olmadığını ortaya koydu.
 

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın konuşmalarını dinleyen, ister Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın yemin töreni konuşması, ister Başbakan Nevvaf Selam'ın açıklamaları olsun Lübnan'daki siyasi metnin ayrıntılarını inceleyen herkes, egemenlik, bağımsızlık, ekonomi ve kalkınma kavramları arasında Refik Hariri'nin ses tonunu duyabilir.

Şubat 2005'teki cenaze töreni sanki onun yokluğunun daha derin ve daha uzun süreli bir varlığın başlangıcı olacağının halk tarafından ilan edildiği bir an gibiydi.

Öte yandan Nasrallah'ın cenazesi, yıllar önce başlayan bir gerilemenin son durağı gibi görünüyor.

Ona yapılan veda, temsil ettiği dönemin sona erdiğinin bir teyidi olacak.

Sorun Hizbullah’ın geleceği değil, onun bir fikir ve varlık olarak varlığını sürdürebilmesinin mümkün olup olmadığıdır.

Tarih, yazarlarının tek başına yazdığı bir metin değil, gürültü kesildiğinde ortaya çıkan çıkarımların bütünüdür.

Bu iki adamdan hangisinin Lübnan'ın hafızasında yer edeceğini, hangisinin ise unutulmuş çatışmaların arşivinde sadece bir satır olarak kalacağını tahmin etmek zor değil.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU