AfD'nin yükselişi ve Türk seçmenler

Aydın Enes Seydanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) destekçileri, 2019'da bir seçim kampanyası etkinliğinde. AfD, şu anda anketlerde hızla büyüyor / Fotoğraf: Andreas Franke-PA

Almanya 23 Şubat günü tekrar bir seçime gidiyor.

Ülke birçok krizle karşı karşıyayken yeni kurulacak iktidara çok iş düşüyor.

Anketlere göreyse seçimi önde götüren parti Hristiyan Demokrat Birliği (CDU). Friedrich Merz'in liderliğinde parti, birkaç senedir anketlerdeki liderliğini koruyor ve yüzde 30 civarlarında seyrediyor.

Mevcut Şansölye'nin partisi SPD ise üçüncü sırada ve oy oranları yüzde 15-16 arasında değişiyor. İktidarın diğer bir parçası Yeşiller ise yüzde 10-12 bandında değişen bir oy oranına sahip. 

Seçimin sürprizi ise Almanya için Alternatif'ten (AfD) gelecek gibi duruyor. Oy oranlarını anketlerde yüzde 20'nin üzerine çıkarmayı başaran AFD, şu an Almanya'nın en büyük ikinci partisi.

Geçen seneki bazı eyalet seçimlerinde de ciddi bir başarı elde eden ve bazı eyaletlerde birinci olan parti, popülaritesini arttırmış durumda.

Yine de diğer partiler AfD ile beraber ortak hareket etmeyeceğini açıkladı. AfD'ye oy verenler arasında Almanya'daki Türkler de bulunuyor.

Parti hatta Almanya'daki Türklere ulaşabilmek için özel kampanyalarda da bulundu.


Son yıllarda Almanya'da siyasi kompozisyon köklü bir dönüşüm geçiriyor.

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) sahneye çıkan önemli bir aktör.

Bu aşırı sağcı güç dikkat çekici bir şekilde yükseliyor, hatta ikinci büyük parti olma yolunda ilerliyor.

İlginç olan ise, temelleri göçmen karşıtlığına dayanan bu partiyi azımsanmayacak sayıda Almanya vatandaşı Türk'ün de desteklemesidir.

AfD'nin yükselişi, Almanya'da büyük bir sosyal, siyasi ve ekonomik krizin göstergesi.

Tarihî tecrübe, ekonomik kriz dönemlerinde radikal partilerin güç kazandığını, ancak başlangıçta iş birliği yaptıkları grupları zamanla dışladıklarını, hatta hedef hâline getirdiklerini gösterse de durumun vahameti bazıları için henüz yeterince anlaşılabilmiş değildir.

Weimar Cumhuriyeti döneminde Hitler'in partisi NSDAP'nin taktikleriyle bugünün AfD'sinin taktikleri karşılaştırıldığında çarpıcı benzerliklerin ortaya çıkması, bazı Almanya vatandaşı Türklerin ne denli tehlikeli bir tercihte bulunduklarının farkında olmadıklarını gösteriyor.


Orta sınıfın çöküşü: Dün ve bugün

Weimar dönemi demek, orta sınıf için tam anlamıyla kâbus demekti.

1923 hiperenflasyonu, insanların birikimlerini değersiz hâle getirmiş, ekonomik öngörüsüzlüğün belirginleşmesi toplumsal hiddeti artırmıştı.

Bu ekonomik öngörü eksikliği ve yükselen toplumsal huzursuzluk, insanların her geçen gün daha fazla radikal çözümler aramasına yol açmıştı.

Dönemin çöküşü, tam anlamıyla "yukarıdan gelen hiçbir şeyin doğru olamayacağını" kabul etmekten ibaretti.
 

Weimar Cumhuriyeti askerleri, 1920'de Berlin'deki Reichstag'da nöbet tutuyor / Fotoğraf: Topical Press Agency
Weimar Cumhuriyeti askerleri, 1920'de Berlin'deki Reichstag'da nöbet tutuyor / Fotoğraf: Topical Press Agency

 

Bugün, Almanya'da hiperenflasyon olmasa da durum çok farklı değil.

Orta sınıfın sırtındaki ekonomik kambur gitgide büyüyor, sanki her geçen yıl daha da ağırlaşıyor.

Almanya'daki güçlü orta sınıfın refah seviyesi gittikçe düşüyor.

AfD, işte tam olarak bu ortamı bir fırsat olarak görüp, "Trump" stratejisinden mülhem "Önce Almanlar" söylemiyle sahneye çıkıyor.
 

Berlin'de düzenlenen bir mitingde "Önce Almanya" yazılı bir pankart taşıyan bir AfD destekçisi / Fotoğraf: Christian Mang-Reuters
Berlin'de düzenlenen bir mitingde "Önce Almanya" yazılı bir pankart taşıyan bir AfD destekçisi / Fotoğraf: Christian Mang-Reuters

 

Nasyonalizm, ırkçılık ve popülizmle harmanlanmış bu söylemler, orta sınıfın endişelerini istismar ediyor.

Zira paniğe kapılmış ve korkularla hareket eden insanlar her türlü kolaycı çözümü makul sayabilirler.

Son anketler, AfD'nin yaklaşık yüzde 20'lik oy oranıyla Almanya'nın ikinci büyük partisi konumuna yükseldiğini gösteriyor.

Bu yükselişin ardında, hem ekonomik hem siyasi hem de toplumsal dinamikler belirleyici oluyor.

Örneğin, küresel çapta Rusya krizi ve pandemi sonrası dönemin enflasyonist baskıları pek çok seçmeni "alternatif" siyaset arayışına yöneltirken, Çin'in üretim ağı içindeki yükselen payı ve ABD'nin korumacı tutumu (özellikle otomotiv sektöründe) Alman ekonomisi üzerindeki kaygıları artırıyor.

Siyasi cephede, "trafik lambası" koalisyonu diye anılan SPD-Yeşiller-FDP hükümetinin enerji, enflasyon ve bütçe gibi konulardaki başarısızlık algısı AfD'yi daha çekici hale getiriyor.

Toplumsal olarak ise göç ve suç tartışmaları, özellikle daha milliyetçi ve muhafazakâr tabanda, AfD'nin mesajlarının karşılık bulmasına neden oluyor.

Tüm bu faktörler birleştiğinde AfD, sadece bir protesto partisi olmaktan çıkarak, ülke siyasetinde köklü partilerle rekabet eden güçlü bir oyuncu konumuna yükselmiş görünüyor.


Naziler nasıl iktidara geldi?

1920'lerin sonlarına doğru, Weimar Cumhuriyeti'nin siyasi ortamı adeta bir fırtınaya teslim olmuştu.

Savaşın kaybı, ekonomik kriz, sosyal kutuplaşmalar ve siyasi istikrarsızlık, tam anlamıyla bir karışıklık yaratmıştı.

Özellikle hiperenflasyonun ve 1929'daki Büyük Buhran'ın etkisiyle orta sınıf tüm birikimlerini kaybetmiş, hayatını yeniden kurma çabasında olan insanlar soluğu radikal partilerin kollarında almıştı.

Hitler'in partisi olan NSDAP de bu durumu elbette istismar etti.
 

Adolf Hitler, 1928'de Nürnberg'deki bir mitingde Nazi selamı veriyor / Fotoğraf: Ulusal Arşiv ve Kayıtlar İdaresi, 242-HAP-1928(46)
Adolf Hitler, 1928'de Nürnberg'deki bir mitingde Nazi selamı veriyor / Fotoğraf: Ulusal Arşiv ve Kayıtlar İdaresi, 242-HAP-1928(46)

 

Partinin lideri Hitler tam olarak ne yaptı?

Dönemin elit, sağcı muhafazakâr partileriyle iş birliği yaparak, sağcılar, sosyalistler dahil olmak suretiyle geniş bir taban oluşturdu.

Ancak iktidara geldikten sonra durum değişmişti! İlk iş olarak, daha önce yanlarına aldıkları farklı grupları bir bir tasfiye etmeye başladılar.

Bu durumun en açık örneklerinden biri, elitlerden oluşan milliyetçi muhafazakâr ve liberal muhafazakâr kanadın tasfiyesi oldu.

Örneğin, DNVP (Alman Ulusal Halk Partisi) ve onun önde gelen isimlerinden Franz von Papen gibi figürler, iktidara giden yolda önemli rol oynasalar da, güç dengeleri değiştikten sonra etkisizleştirildiler.
 

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) sahneye çıkan önemli bir aktör / Fotoğraf: Reuters
Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) sahneye çıkan önemli bir aktör / Fotoğraf: Reuters

 

Benzer bir süreç AfD'de de gözlemlenebilmektedir.

AfD, 2013-14 yıllarında henüz göçmen krizi başlamadan evvel, euro krizi sırasında Taunus bölgesinde muhafazakâr akademisyenler tarafından kurulmuştur.

Başlangıçta eski CDU'lu Alexander Gauland gibi daha ılımlı isimler partinin yüzüyken, zamanla parti giderek radikalleşti.

Bugün bile partinin eş başkanları Chrupalla ve Weidel gibi görece daha ılımlı liderler ön planda görünse dahi, partinin asıl ideolojik çizgisi Björn Höcke gibi radikal ırkçı ve Nazi figürler tarafından belirleniyor.

Siyasi rüzgârın yön değiştirmesi hâlinde, tıpkı DNVP örneğinde olduğu gibi, daha ılımlı unsurların tasfiye edilmesi ve radikal kanadın tamamen merkezî bir konuma yerleşmesi beklenebilir.

Göçmen karşıtlığı ve ırkçı söylemleriyle tanınan bu parti, aslında ilginç bir şekilde bazı Türk ve göçmen gruplarını yanına çekmeye çalışıyor.

AfD'nin Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki baş adayı Maximilian Krah, Türk kökenli Alman vatandaşlarına yönelik dikkat çekici bir kampanya yürüttü.

Krah, Türkiye'yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı öven, Almanya ile Türkiye arasındaki tarihsel ittifaka vurgu yapan videolar yayımladı.

Ayrıca, Türk seçmenlerle doğrudan temas kurduğu seçim çalışmaları da gerçekleştirdi.

Bu strateji, AfD'nin göçmen karşıtı ve ırkçı söylemlerine rağmen, Türk ve diğer göçmen gruplarından destek çekme çabasının bir örneğidir.
 

Fotoğraf: Deutsche Welle (DW)
Fotoğraf: Deutsche Welle (DW)

 

Türkler niçin AfD'yi destekliyor?

Almanya'daki Türk kökenli seçmenlerin bir kısmının AfD'ye yönelmesinin ardında sosyolojik düzeyde çeşitli dinamikler bulunmaktadır.

Bu eğilim, Rusya kökenli Alman vatandaşlarında da görülen bir duruma benzetilebilir.

Rusya kökenli Almanlar Almanya'ya döndüklerinde daha geniş perspektifli ve muhakeme sahibi olmaları beklenirken, özcü bir Alman kültürlerine daha sıkı sarılıyor ve farklı gruplara karşı mesafeli ve tepki dolu bir tavır sergileyebiliyorlar.

Öte yandan, ekonomik olarak iyi konumda olan ve entegre olmuş Türk bireylerde ise yeni mülteci akımına karşı "Biz başardık, entegre olduk, siz de uyum sağlamalısınız" düşüncesine dayalı bir tepki geliştirdiğini görebiliyoruz.

Buna mukabil alt sosyoekonomik gruplara mensup Türkler, yeni gelen göçmenleri iş gücü piyasasında bir tehdit olarak görebiliyor, bu durum da mültecilere yönelik olumsuz tutumları besleyebiliyor.

Yani bu bireylerde "ekonomik kaygılar ve rekabet" meselesi de ön plana çıkıyor.

Özet olarak, AfD'ye kendini yakın hisseden Türk kökenli seçmenlerin gösterdikleri bu tür tepkileri "post-göçmen ksenofobisi" olarak da değerlendirebiliriz.

Bu karmaşık sosyolojik faktörler, Türk seçmenlerin oy tercihlerini şekillendiren önemli unsurlardır.


AfD'den NSDAP çıkar mı?

AfD'nin iktidara gelmesi durumunda yaşanabilecek olası gelişmeleri tahlil etmek, hem tarihsel paralellikler hem de günümüz koşulları ışığında faydalı olabilir.

Bu tür bir iktidar değişikliği, Almanya'nın siyasi geleceğini önemli ölçüde etkileyebilir.

AfD'nin geçmişteki aşırı sağcı hareketlerle, özellikle Weimar Cumhuriyeti dönemindeki NSDAP ile paralellikler gösteren stratejileri, dikkatle incelenmesi gereken bir konu.

Bu noktada, iktidara gelmeleriyle birlikte uygulamaya koyabilecekleri muhtemel adımlar şu şekilde öngörülebilir:


"Enkaz devraldık" söylemi

AfD, iktidara geldiklerinde ilk yıllarda, mevcut hükümetin hatalarını ve eksikliklerini vurgulayarak, ülkedeki sorunları geçmişin birikintileri olarak lanse edecektir.

Bu söylem, AfD'nin kendi politikalarını ve muhtemel başarısızlıklarını meşrulaştırmak için geçmişi suçlama stratejisini ön plana çıkarır.

Hükümetin mevcut durumunu "enkaz" olarak tanımlayarak, yeni bir düzen kurma vaadiyle toplumu ikna etmeye çalışacaklardır.
 

Almanya'nın Hamburg yakınlarındaki Amelinghausen kentinde, Sosyal Demokrat Parti (SPD) başbakanı Olaf Scholz ve Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) eş başkanı ve başbakan adayı Alice Weidel'in seçim kampanyası posterleri görülüyor / Fotoğraf:Reuters
Almanya'nın Hamburg yakınlarındaki Amelinghausen kentinde, Sosyal Demokrat Parti (SPD) başbakanı Olaf Scholz ve Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) eş başkanı ve başbakan adayı Alice Weidel'in seçim kampanyası posterleri görülüyor / Fotoğraf:Reuters

 

Bürokratik engellerin bahane edilmesi

Her türlü zorluk ve başarısızlık, AfD tarafından bürokratik engellerle ilişkilendirilecektir.

"Bize engel oluyorlar" söylemiyle, Anayasa Mahkemesi, Parlamento ve Federal Konsey gibi geleneksel kurumların meşruiyeti sorgulanacak ve hükümetin işlevselliği sürekli olarak bu engellerle tartışılacaktır.

Bu durum, merkezi otoriteyi güçlendirmeyi ve geleneksek kurumları yıpratmayı amaçlayan bir strateji olarak devreye girebilir.


Komplo teorilerinin yaygınlaştırılması

AfD'nin iktidara gelmesiyle birlikte, toplumdaki olumsuz gelişmelerin sorumluluğu dış güçlere, gizli düşmanlara izafe edilebilir veya bu gruplar "toplumsal tehditler" olarak tanımlanabilir.

Her başarısızlık "bizim büyümemizi istemiyorlar" şeklindeki söylemlerle dış güçlere bağlanarak, iç politika üzerindeki baskılar dışsal tehditlerle ilişkilendirilecektir.
 

AfD'nin 2024 Eisenberg eyalet seçimleri için bir seçim afişi / Fotoğraf: Funke Medien Thüringen-Luise Giggel
AfD'nin 2024 Eisenberg eyalet seçimleri için bir seçim afişi / Fotoğraf: Funke Medien Thüringen-Luise Giggel

 

Göçmen karşıtlığının sertleşmesi

AfD'nin popülaritesi azaldıkça, göçmen karşıtlığı daha açık hale gelecektir.

Hükümetin karşılaştığı destek kayıplarını telafi etmek amacıyla, partinin ırkçı söylemi ve dışlayıcı politikaları daha sert bir biçimde dile getirilecektir.

Yabancı gruplara karşı "dış güçlerin maşası" gibi daha da radikal söylemler müşahede edilebilir.


Hayal kırıklığı ve dışlanma

Son olarak, AfD'ye destek veren göçmen kökenli grupların, partinin gerçek yüzünü görmeleri ve dışlanma ile karşılaşmaları olasılığı yüksek.

Başlangıçta destekledikleri partinin, dışlama ve ayrımcılık politikalarını sonradan göreceklerdir.

Tarihsel örnekler ışığında bakacak olursak, bu durum büyük bir hayal kırıklığına yol açabilir.

AfD'nin iktidara gelmesi, özellikle göçmen kökenli seçmenler için, kısa vadeli tepkisel bir tercih gibi görünse de uzun vadede en iyimser tahminle dışlanma ve büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanabilir.

Bu olasılık, tarihsel tecrübelerden çıkarılabilecek derslerle pekişmektedir ve bu nedenle dikkatle değerlendirilmesi gereken bir durumdur.


Sonuç: Tarihten ders almak

Tarih, radikal ve popülist hareketlerin iktidara geldiklerinde nasıl büyük dönüşümler geçirdiğini, bazen de ne gibi felâketlere yol açtığını açıkça göstermektedir.

Weimar Cumhuriyeti'nin yaşadığı hatalar, demokratik sistemin zayıflıkları ve toplumsal kutuplaşmalar, Almanya'yı insanlık tarihinin en karanlık felaketlerinden birine sürüklemiştir.

Bugün Almanya'nın ekonomik ve siyasi yapısı farklı olsa da, tarihsel paralellikler ve benzerlikler göz ardı edilmemelidir.

AfD'nin günümüzdeki politikaları, bazıları için kısa vadede bir çözüm, hatta umut kaynağı gibi görünebilir, fakat uzun vadede, özellikle göçmenler ve toplumsal gruplar açısından büyük tehlikeler barındırmaktadır.

Alman vatandaşı Türklerin AfD'ye verdikleri desteğin ve mülteci karşıtlığına dahil olmalarının sebeplerine makro düzeyde bakıldığında, esasen mevcut hükümet politikalarına yönelik bir tepkiyi görebiliyoruz.

Ancak bu tepki, çok daha geniş bir perspektiften, uzun vadeli bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Almanya'nın geçmiş siyaset deneyimlerinden çıkarılacak dersler göz önünde bulundurulmalıdır.

Azımsanmayacak bir kısım Türk'ün destek verdiği AfD gibi partilerin gerçek yüzü ancak iktidara geldiklerinde kendini tam anlamıyla gösterecektir.


Sonuç olarak, AfD'ye olan yönelimin ardında yatan toplumsal ve ekonomik nedenler dikkatle incelenmeli, ancak geçmişte yaşananlardan alınacak dersler ışığında, kısa vadeli siyasî tepkilerin uzun vadeli etkilerinin göz ardı edilmemesi gerektiği unutulmamalıdır.

Ama unutmayalım ki, tarih bizi uyarıyor:

Bu tür partiler, merkezdeki gücü elde ettikleri anda, kendi elleriyle oluşturdukları destekçilerini dışlamaya başlıyorlar.

Nasıl mı?

NSDAP'nin Yahudi kökenli bazı destekçileri, iktidar sonrası hedef hâline gelmiş, hatta bizzat düşman ilan edilmişlerdi.

AfD'nin Türk seçmenlere de ilerleyen yıllarda benzer şekilde "hoşçakal" demesi çok da sürpriz olmasa gerek.

Bu sebeple, Türk kökenli AfD seçmenlerinin uzun vadede büyük bir hayal kırıklığına uğraması çok olası.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU