Heybem

Vahap Aydoğan Independent Türkçe için yazdı

Resim: Vahap Aydoğan

Üzerinden binlerce milyonlarca yıl geçti. Sevindim, korktum, üzüldüm, yoruldum, taştım, kimi zamanda taştım...

Kimi zaman uslanmaz, amansız sularda boğuldum, üşüdüm, titredim, düştüm…

Yok! Değmedi yüreğime; ilkiydi, sancılıydı, korkunçtu...

Dokundu yüreğime benden olanı, bana emanet etmeye...

Habil'i... Uyuşuk ve mahmur bir tebessümle taştı gözünden yaşlar Kabil'in.

Karardı tüm evren ve tüm evren karardı... Aydınlatacak bir ışık aradım, bulamadım.

Olimpos Dağı'nın zirvesinde on iki büyüklerin mücadelesini seyre dalarken bir kıvılcım belirdi. Evren aydınlandı.

Aydınlıktı. Zeus'un kulakları yırtarcasına bağırışlarının arasında meşalenin ateşiyle Prometheus'un yüzü belirdi.

Evren sıcak bir kıvılcım ateşiyle aydınlandı. Yetinemeyen ruhun açlıkla sınandığı bir tür gibi yoluna devam ettiler.

Yetecek miydi?

Hayır...

O da mı yetmedi?

Hayır, yetmedi!

Durmadı, durmak bilmiyordu anlayabilmek tabiatı, Pandora'yı...

Anlayacak, haykıracak, ağlayacaksın sen; Heredot Ey!

Dinmek tükenmek bilmeyen hırsınla sen değil miydin, milyonları bana emanet eden (yok eden) Şark'ı-Garp'ı bir eden?

Ey İskender!

Aristo değil miydi pusulan, sana yol gösteren?

Ya sen Ares, savaşmaktan canları bana emanet etmekten bıkmadın mı?

Durmadan ceng eden doğaya çare aradım, durdum.

İyilik ve güzellik adına nelere katlanıldığını bulabildin mi?

Firavun'un mabedinde zehirlenmeden denizi asasıyla ikiye bölen kudretli bilgeyi bulabildin mi?

İyiliği ararken ironisiyle ölüme mahkûm olan kızılcık şerbetiyle; zehrolan Sokrat, ya sen...

Bulabildin mi?

Peki sen Kibele?

Sen bulabildin mi, dar ağacından üzerime savrulan tonlarca külün ağırlığını?..

Hallac-ı Mansur'u unutabildin mi?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Belirsizleşiyor artık ölüm...

Ardından davullarla karşılandım Uruk kentinde...

Kentin kralı Gılgamış ve çok sevdiği dostu Enkidu ile ölümsüzlüğü aramaya başlayan Gılgamış'ın amansızca ölümle olan mücadelesine şahit oldum.

Neylersin, ne Enkidu ne de Gılgamış galip gelebiliyor ne de ölümsüzlüğe çare bulabiliyor...

Ey İştar, işte sen de ölümsüz olamadın.

Emanetçisin bende...

Ve öyle kalacaksın ilelebet….

Ben ki varlığa varlık edenim, ben ki Mevlâna'nın Şems'e olan aşkın tanığıyım,

Amansızca ezilen köleliğin imparatoru, Spartaküs'ün yurduyum.

Sümela'yı da Darül-Zaferan'ı da Ah Tamara'yı da Ayasofya'yı da kalbimde saklıyordum oysa...

Evet, benim işte TOPRAK!

TOPRAK ANAYIM, TOPRAĞIM.

Yani kutsal emanetçilerin mabediyim.

İnançları, sevdalıları, aşıkları, cellatları; iyiliğe, kötülüğe dair var olan tüm fanileri göğsümde yatıran toprak anayım...

Keşke olmasaydı ilklerim.

Habil'im...

Nerden bilecektim ki göğsümde yatıracağım milyonlarca faniyi sonsuz uykuya yatıracağımı?

Şimdi tüm saf kalmış yanlarımı, çaresizliklerimi, kırgınlıklarımı aldım yanıma.

Artık kimseyi mabedimde istemiyorum.

Korkuyorum semazenin semasından, çağlayan sulardan, acımasızca savaşlardan, kör kalmış dipsiz kuyulardan, taştan kılıçtan, manasız ütopyalardan

Ve bendeki benden KORKUYORUM…

Oysa değil miydim menekşeye, kırlangıca, kardelene, güle cana, canana can olan... 

Bilirim, topraktır adım, Kör Veysel'in aşığıyım.

Uzak yollardan geldim, geçtim yenilerini aldım tek tek demin.

Kadere kanadım, sularla çağladım, durulmadım, dokundum kıyamadım...

Çektim artık korkulu gözlerimi kendime ziyanım.

Anlıyorum artık çok zamanım yok.

Görüyorum, düşlüyorum...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU