Yemen gönül coğrafyamızın yetim beldelerinin başında geliyor.
Bugün bir yanda İsrail'e meydan okusa da onlarca yıldır Suudi Arabistan ve İran'ın vekalet savaşlarının gölgesinde elemle dolu günler geçiriyor.
Ölüm, açlık, yokluk ve yoksunluk çölün bu kavruk bir o kadar da inatçı evlatlarının hayatlarının olağan bir parçasına dönüşmüş durumda.
Yüz binlerce şehidimizin yer aldığı Yemen'i bugün harita üstünde gösterecek kişi sayısı dahi çokça azalmış halde.
Oysa Yemen'den kopuş, İstanbul için en az Selanik, Şam ve Kudüs'ten kopuş kadar kederli bir ayrılıktı.
Bölgedeki son Osmanlı Valisi Mahmud Nedim Paşa'nın sergüzeşti hem bu kopuşu hem yeni cumhuriyetin Yemen ile rabıtasını anlamak için son derece önemli.
Osmanlı ve Yemen
1517 senesinde Yavuz Sultan Selim ordusuyla Kahire'ye girdiğinde Yemen iç karışıklıklarla boğuşuyordu.
Yerel idarecilerden Emir İskender, Osmanlı padişahı adına hutbe okutup İstanbul'a bağlılığını bildirince bölge siyaseten Devleti Aliye'nin hinterlandına girmiş oldu.
Yavuz'un vefatından sonra ise Emir İskender, İstanbul'a baş kaldırınca Kâmil Bey komutasında bölgeye giren Osmanlı ordusu kontrolü ele geçirdi.
Ahmed Paşa, Mısır valiliği sırasında Yemen'in başı buyruk davranışlarını ortadan kaldırarak tamamen Osmanlı hakimiyetine alırken İbrahim Paşa da yükselen Portekizliler tehdidine karşı bölgedeki Osmanlı gücünü kurumsallaştırarak tahkim edecekti.
Kırmızı rengi eski çağlardan beri gücün sembolüydü.
Özellikle üretiminin güçlüğü sebebiyle asırlarca altın değerindeydi. Kumaş, ahşap ve daha pek çok alanda kullanılan bu rengi o dönemde en dayanıklı ve estetik biçimiyle Yemen'de üretiliyordu.
Öyle ki Haçlı Portekizliler bu kırmızı ve kızıl renklerini elde edebilmek için Yemen'e taarruzlar dahi yapıyordu.
İstanbul, Kahire ve Şam ticaretinde esnaf için hayati öneme sahip olan bu boyanın güvenliği Osmanlı idaresinde sağlanmıştı.
Bu durum Yemenliler için ekonomik anlamda bir bolluk ve bereket dönemini beraberinde getirmişti.
Yemen kısa sürede yönetim modeli olarak Beylerbeyi olarak örgütlenmiş ve adeta Sadrazam ocağına dönüşmüştü.
Koca Sinan Paşa, Ahmed Paşa, Cafer Paşa ve Mustafa Paşa gibi devletin başına geçecek birçok isim başka bir ifadeyle acemi görevini Yemen'de yapacaktı.
Bu durum merkezi otoritenin hem Yemen'i çok iyi tanımasına hem de önemini anlamasına büyük katkı sağlayacaktı.
Yine de bölge Zeyd Şeyhlerinin büyük oranda etkisi altında olmuş, Osmanlı tam anlamıyla Yemen üzerinde hakimiyet sağlayamamıştı.
1849 yılında Yemenli yerel yöneticiler devlet yönetiminin Osmanlı'ya verilmesini kendileri teklif etmiş; ama imamların otoritesinin korunması şartını istemişlerdi.
Şüphesiz bunda hem Yemen'in yaşadığı kaos hem de Mehmet Ali Paşa'nın Yemen'de yarattığı yıkımın büyük etkisi vardı.
Ahmet İzzet Paşa, vaziyeti şu sözlerle tespit edecekti:
Cebel bölgesinin alınması görevi yüklendi. İnancıma göre bu karar Abdülaziz'in saltanatı hesabına kaydedilecek fâhiş bir hatadır. Abdülmecit Han zamanında kararlaştırıldığı gibi, yalnız Yemen sahillerinin işgaliyle yetinmek ve Cebel'de karışıklıkların yatıştırılmasında müdahale ve yardımda bulunarak hayırlı bir hakem ve koruyucu durumunda kalınarak devlet tarafından manen ve ekonomik olarak daha büyük yararlar elde edilebilirdi.
Fakat ne yazık ki, bu gibi uzak görüşlü siyasi düşüncelerle insanlığa ve hukuka uygun görüşler bir süreden beri devlet yöneticilerince göz önünde bulundurulmuyor, hırslı ve iştahlı bakışlar sadece maddiyata ve duyularla elde edilen şeylere çevriliyordu.
Adı geçen mareşal yalnız Hıraz Dağı'nda mukavemete kalkışan İsmailîleri bastırdıktan sonra kendisini yardımcı ve koruyucu sıfatıyla bekleyen ve halkı ile beraber kucaklarını ve kapılarını açan San'a'ya ulaşır ulaşmaz ilk işi -tabii İstanbul'dan aldığı emre uyarak- İmameti kaldırmak ve Yemen dağlarıyla Zeydî ülkelerinin devlet yönetimine katıldığını ilan etmek oldu.(Ahmed İzzet Paşa – Feryadım)
Nihayet 1872 senesinde imamların da otoritesi bir kenara bırakılarak Yemen her şeyiyle bir Osmanlı vilayetine dönüştürülerek tüm özerkliği ortadan kaldırıldı.
Mahmud Nedim Paşa ve Yemen
1864 yılında Şam'da dünyaya gelen Mahmud Nedim Kürt kökenli bir Osmanlı vatandaşıydı.
Trablusşam'da rüştiye eğitimi almış küçük memuriyetlerle göreve başlamıştı.
İlk ciddi vazifesi Osmanlı'nın Kuzey Afrika'daki önemli sancaklarından birisi olan Derne'de ilk ciddi vazifesini elde etmişti.
Bu göreve sağlık sorunları sebebiyle gidemeyince Cidde'ye tayin edilecekti.
Osman Paşa, bölgedeki sorunları gidermek için Arap yarımadasına geldiğinde Mahmud Nedim'i keşfeder.
Arapçası olmayan Türk devlet adamlarının halkla rabıtalarının zayıf kalması ve başarısızlıklarını yerinde görecekti.
Tepeden bir atamayla Mahmud Nedim'i Cidde kaymakam vekili olarak ataması Nedim Paşa için dönüm noktası olacaktı.
Bunu ardından Haraz ve Zebid kaymakamlıkları izleyecekti.
Bu süreçte beklenmedik şekilde İstanbul, Nedim Paşa'yı Anadolu'da Dersim kaymakamlığına atayacaktı; ama o bunu beğenmeyince memurluktan tümüyle kovuldu.
Halkın bu denli teveccühünü kazanmış bir memurun ihracını bizzat sadrazam araya girerek engellemiş ve onu Cebel-i Garbi'ye kaymakam olarak atamıştı.
1901 yılında yine tuhaf bir atamayla Karahisar'a atanacaktı.
Bu durumu İstanbul'a bir türlü anlatamayınca memuriyetten tekrar kovulmamak için görev yerine gitmiş ve yaklaşık 3 sene burada görev yapmıştı.
1904 senesinde Zeydiler merkezi hükümete baş kaldırınca Sultan II. Abdülhamid bölgeye liyakatli atamaların yapılmasını isteyecekti.
Sarayın yaptığı tahkikat sonucu bu göreve en layık isimlerin başında Mahmud Nedim geliyordu.
Mahmud Nedim bir şekilde ayak oyunları ile uzaklaştırıldığı Yemen'e ani bir kararla Vali muavini olarak atanı verilmişti.
İstanbul'un Zeydiler hakkında tam malumatı yoktu.
Sünnilere yaşayış olarak çok benziyordu; ama İsmaili ekolün bir kolu olması hasebiyle İttihad-ı İslam ideolojisini resmi devlet politikası olarak uygulayan hükümetin hayli kafasını karıştırıyordu.
Nedim Paşa'nın göreve atandığı 1904 senesinde el-mütevekkil al-Allah unvanını kullanan İmam Yahya, Sultan Abdülhamit'e resmen baş kaldırması bölgede bütün dengeleri sarsmıştı.
Ahmet İzzet Paşa komutasında Sana'ya gelen Osmanlı ordusu feci bir vaziyetteydi.
Çoğu çocuk yaşta ve ikmalsiz bölgeye gönderilen ordu isyancılar karşısında ağır mağlubiyetler aldı.
18 Mart 1905'te yaklaşık 5 bin kişilik garnizon olduğu gibi isyancıların eline geçmesi bunun en somut örneklerindendi.
Tüm bu karışıklıklar sürerken 1905 yılının Mayıs ayında İngiliz ordusuna bağlı birlikler ansızın Sana'ya girdiler.
Bu olaydan hemen sonra Abdülhamit, Yemen Valisi Tevfik Paşa'yı görevden almış, İngilizlerin bölgede yaratacağı etki öngörülemez bir hal almıştı.
Mayıs ayında Osmanlı Fevzi Paşa komutasında Sana'yı ele geçiren İmam Yahya'yı ortadan kaldırmak için harekete geçti.
Tetikte bekleyen İngilizler, Arap yarımadasına girerlerse onları oradan çıkarmak artık imkânsız bir hal alacak demekti.
Osmanlı Devleti, daha fazla kan dökülmeden meseleyi halletmek için bir heyeti İmam Yahya'ya yolladı.
İşte bu heyette bulunanlardan birisi Mahmut Nedim'di.
Böylece uzun yıllar sürecek İmam Yahya ve Mahmut Nedim dostluğu da başlamış olacaktı.
Osmanlı bir yandan müzakereleri sürdürürken Sultan Abdülhamit pek de alışık olmadığımız şekilde meselenin askeri yollarla çözülmesini emretti.
Bunun üzerine Osmanlı Sana'ya kadar ilerledi.
Bilanço hem Yemenliler hem de Türkler açısından ağırdı.
Ayrıca İmam Yahya asi ilan edilerek yakalanması için karar alınmıştı.
Mahmut Nedim'in hatıratlarında anlattığından anladığımız kadarıyla bu durum Osmanlı devlet adamlarının Yemen meselesine yüzeysel bakmaları ve yapısal krizleri anlayamamaları ile alakalı bir durumdu.
Nitekim Kuzeye çekilen İmam Yahya birlikleri coğrafyanın şartlarının lehlerine olduğunu biliyordu.
Nitekim Osmanlı merkezleri kolayca ele geçirdikten sonra oraya hapis olacak ve merkezden her çıktığında ağır mağlubiyetler alacaktı.
Osmanlı bir şekilde İmam Yahya'nın varlığını kabul etmek zorundaydı ve edecekti.
Yemen'in kopuşunu izleyen bir bürokrat
1905 yılındaki karışıklıklar karşılıklı tavizlerle bir şekilde halledilmişti.
1908 yılında meşrutiyetin ilanı ve 1909 yılında Sultan İkinci Abdülhamit'in tahttan indirilmesi Yemen'de dengeleri yeniden değiştirdi.
İmam Yahya ve Mahmut Nedim bu gelişmeleri endişeyle izlemektedir; çünkü İmam Yahya Osmanlı'nın bölgeden bir anda çekilmesini de istemez.
Böyle bir durumda İngiltere ve İtalya'nın bölgeyi işgal etmek için tetikte beklediğinin farkındadır.
Nitekim bir başka kabilenin güçlü liderlerinden Seyyid Muhammed el-İdrisî bu karışıklıkta İtalyanların desteği ile isyan edecektir.
İmam Yahya, zaman zaman Osmanlı ile karşı karşıya gelse de Da'an antlaşması ile bu iki güç sıkı müttefik olacaklardı.
Tüm bu dostluğun mimarı şüphesiz Mahmut Nedim idi.
Bu antlaşma sonrası Yemen Valisi olan Mahmut Nedim, bölgeyi imar etmeye başlamış, yapısal krizleri gidererek bölgeyi İstanbul ile yakınlaştırmıştı.
Cihan Harbi ile Yemen kaosa teslim olacak, Seyyid Muhammed el-İdrisî İngilizlerin desteği ile yeniden isyan edecekti.
Bu süreçte İmam Yahya, İngilizlerin yanında yer almayarak Osmanlı ile yaptığı anlaşmaya bağlı kalması büyük oranda Mahmud Nedim Paşa'nın çabalarıyla mümkün olmuştu.
Üstelik Yemen'in en savaşçı kabilesi olarak bilinen Beni Mervanlar, İmam Yahya'nın teşviki ile Hilafetin çağrısına cevap vererek Osmanlıların yanında savaşmak üzere cepheye asker yollayacaktı.
Savaştan önce Osmanlı'nın en zayıf halkası olan Yemen, yalnızca liyakat sahibi bir devlet adamının çabaları sayesinde en zor zamanda devletin yanında yer alan bir güce dönüşmüştü.
İngilizler Yemen'de istediğini elde edemeyince başka bir ittifak arayışına yönelmiş ve Mekke Şerifi Hüseyin ile anlaşacaktı.
Mondros imzalanıncaya dek Osmanlı, Yemen'deki varlığını korumuş, hiçbir saldırı veya isyan tam anlamıyla başarıya ulaşamamıştı.
Başka bir deyişle Yemen, Osmanlı'nın mağlup olmadığı cephelerden birisiydi.
Mahmut Nedim, mütarekeden sonra Osmanlı cephanesini İngilizlere değil de İmam Yahya'ya bıraktırarak Osmanlı bölgeden çekilse de tamamen İngilizlerin eline geçmesini engellemişti.
İmam Yahya, Osmanlı'nın silahlarının yanı sıra Mahmut Nedim Paşa'yı da almıştı.
Böylesi liyakatli bir devlet adamının en az silahlar kadar önemli olduğunu bilen İmam, Mondros hükümlerine aykırı da olsa Osmanlı valisinin Yemen'de kalarak görevine devam etmesini sağladı.
İmam Yahya, Osmanlı valisini Yemen'e Başbakan olarak atamış ve diğer bazı Türk yetkilileri de Dışişleri Bakanı gibi önemli makamlara getirmişti.
Bu devreden sonra İmam Yahya, İngilizlere karşı bir çeşit kurtuluş savaşı başlatmış ve Anadolu'daki Ankara yönetiminin mücadelesini dikkatle takip etmişti.
İmam Yahya, TBMM kurulduktan sonra da hem maddi hem de manevi olarak Türkiye'den kopmak istememişti.
Türkiye Cumhuriyeti ve Yemen'in bir devlet olarak kalmasını istemekte Yemen'de Türk bayraklarını göndere çekmektedir.
İmam Yahya Hudeyde ve Ta'izz livaları ile Zebid gibi bölgelerin Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlanmasını istemekte diğer bölgelerin de Türkiye himayesinde olmasını istemektedir.
Atatürk, Yemen'in Ankara'ya bağlanmasını konusunun mümkün olup olmayacağını önceleri araştırmış; ama Anadolu'da küçük bir sınıra sıkışmış, ekonomik olarak tükenmiş bir Cumhuriyetin Yemen'e bir faydası olmayacağı gibi İngilizlerin de bunu kabul etmeyeceğinin farkındadır.
Bu yüzden İmam Yahya'nın tabiri caiz ise altın tepside sunduğu Yemen'i kabul etmemiş; ama Yemen Devlet'inin bağımsızlığı için Ankara'nın üstüne düşeni yapmasını emretmiştir.
Bu devreden sonra Mahmut Nedim artık Ankara'nın bir temsilcisi olarak bölgede İmam Yahya'nın hizmetine verilmişti.
Ayrıca Yemen'de kalmak isteyen binlerce Türk asker, doktor ve bürokratın İmam Yahya'nın hizmetine girmesine de müsaade edilmişti.
Mahmut Nedim bu gelişmelere rağmen TBMM'de bir Yemen mebusunun olması için baskısını sürdürmüş hatta Abdülhaluk Hakkı Bey aday dahi olarak zikredilerek aday gösterilmişti.
Ankara'nın uğraşması gereken daha ciddi sorunları olması nedeniyle bu heyecan ve gelişmelere bigâne durmayı tercih ettiğini görüyoruz.
Mahmut Nedim, yine de Yemen'den ayrılmamış. İmam Yahya'nın hizmetinde Türkiye ve Yemen arasındaki bağın kopmaması adına hizmetlerini sürdürmeye devam etmişti.
1926 yılında İstanbul'a dönen Yemen eski Valisi bu kez yeni kurulmakta olan Suudi Arabistan devletine gönderilerek Türkiye'nin bölgede bağımsız Arap devletlerinden yana tavır aldığını ortaya koyacaktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish