Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım.
Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.
Bugün size tesadüfler, ihtimaller ve kelebeklerden söz edeceğim. Aynen öyle kelebeklerden!
Geçen hafta küratörlüğünü yaptığım Coolectibles Galeri'nin de katıldığı Artcontact 3. Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı'ndaydım. Önce söz etmek lazım, gerçekten festival tadında bir fuardı.
Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilen fuarda 100'e yakın katılımcı, 1500'ün üzerinde sanatçı ve 4500'e yakın eser sergilendi, Artcontact İstanbul sayesinde 40'a yakın ülkeden yabancı sanatçı, 20'nin üzerinde canlı performans, 40 panel ve workshop, 20 dinleti ile İstanbul onu tadabilenlere seçim sonrası daha önemli bir şans verdi, bizim asıl gündelik siyaset yerine sanatı, kültürü, tasarımı, geleceği "seçebileceğimizi" gösterdi.
Bu söylediğim aklımızda bir yerlerde kalsın, konuya geleyim. Bu yazıyı bu fuarda kurguladım. Fuarda harika işlere imza atan Adrian Morales, Esra Yıldırım ve Yasemen Latife Ayvaz eserlerine bakıp düşünüyordum.
Hep Türkiye'nin dünya çapında ressamları olduğu kabulünden yola çıktım. Onlardan biri Yasemen Latife Ayvaz. Dünya çapında koleksiyonlara girmiş, resim tarzını hafızalara işletmiş ressamlardan. Onun işlerine bakıyordum. Kelebekler serisini izliyordum. Müthiş bir renk harmonisi.
Ayvaz, eserlerinde, hafızalarda yer etmiş olan üst üste binen kent yapılarını, silüetleri, blokları ve hiçbir zaman kaybolmayacak olan renk geçişlerini kendine has üslubu ve teknik uygulaması ile çalışmalarına taşıyor, bunu çok iyi yapıyor.
Yasemen Latife Ayvaz'ın anlatımı kentsel yapıları çizgi, tonlama, renk ve gölge gibi yapılarla ortaya koyan çalışmalar ile karşımıza çıkıyor. Çalışmalarındaki benliğini kimi zaman tuval üzerinde bırakmış olduğu beyazlık belirtmiş olsa da kimi zaman, karmaşanın göbeğinde üst üste binmiş olan çizgilerde de görebiliyoruz.
Onun eserleri gizli İstanbul gibi ve bu şehirde her şey var sanki… Aşk, sevgi, kaos, karmaşa… Resimlerinde İstanbul'un adeta gölgelerinde karşımıza çıkan şehir karmaşasının vermiş olduğu yorgunluğu ve buna karşın hararetli bir şekilde devam etmekte olan yeniden yapılanmayı birtakım irdelemeler ve tartışmaların ışığında gözlemlemeyebiliriz.
Renkle görürüz. Işıkla görürüz. Ayvaz resminde gölge önemlidir, gölgeyle görürüz. Yasemen âdeta ne yaşanırsa yaşansın, herkese kendi izini bırakmak istiyor. Herkes kendi şehrini yaşıyor ve yaşatmak istiyor.
Yasemen'in eserlerinde renkler, dokular ve katmanlar çok önemli çünkü derinlik hissi veriyor. Bu derinlik doğadaki ve şehirdeki bir çiçek, bir taş parçası bile olabilir, her şey esinin kaynağı, kelebeğin etkisi gibi. Yasemen Latife Ayvaz kelebekleri bana bu etkiyi hatırlattı, tesadüfler, insanlar ve kelebekleri yazmak istedim.
İnsanın sosyolojisi, bugün son derece dinamik sistemler üzerinde hareket etmektedir. Bu sistemler, birbirine bağlı değişkenler üzerinde inşa edilir. İletişim teknolojilerindeki muazzam gelişmelerle birlikte artık bir toplumsal olay diğerini, bir karar ötekini çok rahatlıkla etkileyebilmektedir.
Bunun mutlaka bir kelebek etkisi olması gerekmez ancak kesin olan bir şey var: "Ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın" artık gerçek bir önerme değil. Ama "şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu" iddia etmek son derece gerçekçidir.
"Afrika'daki bir kelebeğin kanat çırpışları zincirleme olayları tetikleyerek Amerika'da bir kasırgaya sebep olabilir" sözüyle de anlatılan kelebek etkisi teorisine götürüyor.
Minik bir kelebek cidden üzerimizde bu denli etkili olabilir mi?
Yapılan en küçük bir eylem ya da alınan en küçük bir karar bile hayatımızın gidişatını etkileme yetisine sahip. Hayatlarımız görünmeyen bağlarla birbirine bağlı ve bizler yaptıklarımız veya yapmadıklarımızla birbirimizin hayatlarına dokunuyor hatta belirliyor olabiliriz.
Ölü ve diri arasındaki farkın fiziksel varoluş durumunda puslu olduğu bir zamanda yaşıyoruz. İyi ve kötü arasındaki ayrımı bile çok net ortaya koyamıyoruz. Bir kere gerçeklerin kendisi "puslu ya da bulanık" yani "fuzzy". Öngörüler puslu. En önemlisi de günümüz insanının mantığı puslu.
Bu puslu mantıkta neleri hayal edebilirsiniz?
Ne olmayı? Nasıl yapmayı?
Biraz kendimden örnek vermek isterim, kişisel olsun, anlamı olsun, bağ kuralım isterim. Üniversitede hazırlık sınıfındaydım. Arkadaşlarımla kıt kanaat eve çıkmıştık. Emirgan'da. Benim yattığım odanın arka penceresinde pencere vardı, cam yoktu. O zamanda bizim için ütopya o pencereye cam taktırmaktı. Şu kırılabilir kargolarda kullandıkları baloncuklu naylonlarla kapatmıştık camı.
Sonra bu benim için fırsat olmuştu. İrili ufaklı her doğru şeyi yaptığımda onlardan birini patlatıyordum. Tam 7 ay sürdü her bir baloncuğun patlaması. 987 baloncuk patlatmıştım ve son baloncuk duruyordu.
O gün bir reklam ajansında staja başlamıştım ve son baloncuğu patlatıp, akşam eve dönüşte camcıyı çağırdım. Naylonu dikkatlice çıkardım yatağın altına koydum. 29 yıldır saklıyorum. En çok zorlandığımı düşündüğüm anlarda çıkarıp ona bakıyorum.
Para pul dediğimiz şeyler bize yabancı kavramlardı. Evde bir mini buzdolabı vardı ve o evde oturduğumuz sürece daha büyüğü hiç işimize yaramamıştı. Hatta o bile gözümüzde büyüyordu. Bazen bir ümit buzdolabının kapısı açtığımda bana "boş boş" bakardı. Aklı sıra soğuk davranıyordu bana!
Evdeki tek masa ise ailemin evinden getirdiğim dikiş makinesiydi. Masaydı işte. Ama çok daha fazlasıydı. Annem enstitü öğretmeniydi ve dikiş dikerdi o zamanki Nişantaşı'ndaki butiklere. Dikiş makinesi bizi, 1 abim ve 1 kardeşim ile okutmuştu. Üçümüz de doktora yaptık, yurt dışında filan okuduk. O nedenle benim için algoritması olan ve emekle yazılan; yapay zekası olan ve bizi hep dinç tutan, sensörleri olan ve ona baktığımda annemin sevgisini hatırlatan en fütürist makine oydu. Ve benim için daha fazlası hiç olmayacak.
Bir süre para biriktirip yeterli miktara ulaştığımda gidip Beyoğlu'ndaki bir antikacıdan Facit marka bir hesap makinesi aldım. Şu sağında kolu olan ve çevirip kullandığım.
Niye yaptım? 8 yaşındaydım sanırım. Hatırladığım tek oyuncağım böyle bir makineydi. Babam fazla dürüst bir mali müşavirdi. Bir nedenden iflas ettiğimizde eve haciz geldiğinde olan birkaç bir şeyle birlikte o makineyi de götürmüştü kara giysili adamlar. Çok ağladığımı hatırlıyorum. Bir de anlayamadığımı! Niye götürmüşlerdi ki? Ne o makine ne de ben kimseye bir şey yapmamıştık ki?
Ben hayatımı hep imgeler eşliğinde yaşadım. Onların hepsinde emek vardı, vazgeçmemek vardı ama hep mutluluk vardı. Bir de tesadüfler. Yaşamımda tesadüflere hep saygı duydum ve kendimi çoğu zaman onlara bıraktım.
Tesadüfler özeldir, özel anekdotlar onu anlamlandırır. Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi filminin bir sahnesinde böylesi bir anekdot vardır:
Bir gün Paris'te bir kadın alışverişe gidiyordu ama mantosunu unutmuştu ve onu almak için geri döndü. Mantosunu alırken aniden telefon çaldı, cevaplamak için durdu ve birkaç dakika kadar konuştu. Kadın telefonda konuşurken Daisy de Paris Opera Binası'nda prova yapıyordu...Sadece tek bir şey farklı olsaydı, mesela o ayakkabı bağcığı kopmasaydı, kamyon daha önce çekilseydi, dükkandaki kız sevgilisinden ayrılmasaydı ve paket hazır olsaydı, o adam alarmını kursaydı ve beş dakika önce kalkabilseydi, taksi şoförü kahve molası için durmasaydı, Parisli kadın mantosunu unutmayıp taksiye daha önce binseydi, Daisy ve arkadaşı karşıdan karşıya geçebilecek ve o taksi ona çarpmayacaktı. Ama hayat böyledir işte kesişen hayatlar ve yollar zinciri kimsenin kontrol edemediği. O taksi dümdüz gidemedi. Ve şoförün bir an dikkati dağıldı. O taksi Daisy'e çarptı. Ve bacağı kırıldı. İşte hayat öylece aktı gitti...
Tesadüf nedir kuzum?
Ya da hayat gerçekten tesadüflerden mi ibarettir?
Yalnız olasılıklara bağlı olduğu düşünülen olayların görece nedenidir rastlantı.
Sebepler ve olaya dahil parametreler görülemediğinde yapıştırılan etikettir rastlantıdır tesadüf. Her şey ve hiçbir şey olması halinde aradaki farkın hiçbir şey olduğu tek şeydir.
Örneğin bir yumurtayı 1 metre 65 santimetre yükseklikten betona doğru bıraktığımızda yerçekimi ivmesinin 9,81 civarında olduğu herhangi bir bölgede kırılma ihtimali yüzde 97.6'dir. Kırılmamasına tesadüf denir.
Derler ki "Tesadüf, Tanrı'nın adlarından biridir" çünkü tanrıyı şekillendirmek gibi bir şeydir aslında. Olması imkânsız gelen bir "şeyin" olması halinde, derinlikte vurgun yememek "korku"su adına "kabullenme" kolaylığı sağlayan kelimedir tesadüf.
O nedenle, "Tesadüfler Tanrı'nın -hayatın- göz kırpışlarıdır" derler. Bir de kendi yarattığınız tesadüfler vardır ki, onlar hayata göz kırpışlarınızdır, göz göze gelip de küçük bir çocukla ona göz kırpmanızdır hayatın sunduğu tesadüfler.
"Ne tesadüf" dediğiniz anlara sizi bağlayan bir gülümseme. Hayat tesadüflerde gülümser işte!
Tesadüfler aslında tesadüf değilse neden biz öyle zannediyoruz?
Aslında görmemiz gereken şeyleri görmek istemediğimiz için.
Tesadüfü kuantum fiziği reddeder. O nedenle tesadüf en çok materyalizmin kadere verdiği isimdir.
Tesadüf, algısı dar insanların sahiplendikleri yanılgıdır. Evrendeki her "şey"in, "her şey"e bağlı olduğu anlaşıldığında, gerçekte sadece bir illüzyon olduğu fark edilen vehimdir.
Ya da belki de tesadüf yoktur, tevafuk vardır. Bütün tevafukların da bir anlamı, amacı vardır. Rastlantı dediğimiz tesadüf aslında planlanmıştır. O zaman tesadüfler de hakkedilir çünkü tesadüfler tesadüf değildir. Onlar kelebeklere bağlıdır. Kelebekleri severler.
Yaşadığımız puslu havalarda, hayatımıza ilişkin seçimleri yapan kim? Kelebekler mi? Belki de... Ağacın dalları gibi her an farklı istikamette çatallanan hayatımızdaki ihtimaller o kadar çok ki! İnsan, tüm bu olasılıkların toplamını beyninde tahayyül dahi edemiyor.
Bir düşünsenize, geçen gün yoldan karşı karşıya geçtiğiniz sırada ya sürücülerden biri cep telefonuyla ilgileniyor olsaydı ve size çarpsaydı! Üniversite sınavınızda istediğiniz bölüm yerine bir alt tercihe yerleşmek, devamında eş seçiminizi bile etkilemedi mi sizce?
Farklı biriyle evlenseydiniz veya bir yerine iki çocuğunuz olsaydı ya da hiç olmadaydı, yaşamınız nasıl şekillenirdi? Sanırım olasılıkların sonu yok… Ve yaşamımız da işte bu olasılıklar üzerine oluşuyor.
Maalesef bizler iyi ya da kötü ihtimalleri yalnızca seçim yaptıktan sonra oluşan sonuçlara göre değerlendiriyor, başa gelen hadiseleri yorumlayarak görebiliyor ve birçok kez seçim yaptığımızın farkında bile olmadan yaşıyoruz.
Açıkçası sürekli bir kelebek etkisi içindeyiz. Biz onları tesadüf zannediyoruz sadece. Olay bu.
Neyse. Bitiriyorum. Bitiyorum!
Başlarken demiştim. Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve 3 boyutlu düşünce ahtapotuyum.
Ve hepinize şöyle sesleniyorum:
Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün.
Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish