Sam Mendes'in tek planda çektiği nefis filmi 1917'yi izleyenler I. Dünya Savaşı'nın en şiddetli çarpışmalarından birinin kuzey Fransa'da yaşandığına tanıklık edecektir.
Filmde geçen Écoust gibi komünlerin yanı sıra Calais, Arras hatta Lens de yıkımdan fazlasıyla etkilenmiş kentlerden biriydi.
Lens’in savaştan hemen önce yaklaşık 31 bin olan nüfusu, savaştan sonra yarı yarıya azalmıştı. Kömür madenlerinin fazlasıyla önem taşıdığı kenti yeniden ayağa kaldırma işi, bölgenin ileri gelenlerinden Félix Bollaert'e düşecekti.
Félix Bollaert, Compagnie des Mines de Lens'in (Lens Madencilik Şirketi) genel temsilcisi olan Edouard Bollaert'in oğluydu. Savaşta çarpıştıktan sonra Lens'e dönen Félix, 1922'de şirketin yönetimini devraldı.
Yapıların ve yerel endüstrilerin yeniden inşasının yanı sıra futbol yoluyla sosyal yaşamı da canlandırmaya çalıştı. Bu kapsamda kentin takımı RC Lens için 1932'de bir stadyum inşa ettirdi.
Haziran 1933'te Belediye Başkanı Alfred Maës, birçok yerel spor derneği ve binlerce kişinin katılımıyla stadyumun açılışını yaptı.
Félix Bollaert üç sene sonra, Aralık 1936'da öldü. Société des Mines de Lens, bir saygı göstergesi olarak stadyuma onun adını verdi: Stade Félix Bollaert.
Sonradan, belediye eski başkanı Andre Delelis'in de anısına Bollaert-Delelis olarak ismi değiştirilen ve her maç tıklım tıklım dolan İngiliz tipi stadyum, 38 bin kişilik kapasitesiyle şehrin nüfusundan yedi bin daha fazla insanı ağırlayabiliyor.
Lens halkı bu stadyumda, Fransa 98 Dünya Kupası maçlarını izlemeden yalnızca bir ay önce şampiyonluğa giden takımlarını destekliyordu.
1997-98 sezonunda RC Lens; başka bir maden bölgesi olan Lorraine'den FC Metz ile girdiği kıran kırana bir kapışmanın sonucunda teknik direktör Daniel Leclercq ile tarihinde ilk kez şampiyonluğa ulaşmıştı.
Kel kafasının iki yanında uzattığı sarı saçları ve askılı gözlükleriyle "The Druid" lakabı alan Leclercq'in ilginç bir teknik direktörlük kariyeri vardı.
O sezona dek aklında Lens'in başına geçmek, hatta Ligue 1'de bir takımı yönetmek yoktu. Marsilya, Valenciennes ve Lens'te forma giymiş, oyun zekası yüksek bir stoper ve orta saha oyuncusuydu Leclercq.
1985 yılında, yani futbolu bıraktıktan bir sene sonra, ilk olarak amatör Billy Berclau'yu, ardından Ligue 2'deki Valenciennes'i çalıştırdı.
Pek parlak olmayan bu deneyime 1988 Ekim'de bir virgül koyan Leclercq, 1990'da amatör SC Guesnain'in başına geçti. Bu macerası da iki yıl süren teknik adamın sonraki 5 yılı bir soru işareti; ta ki 1997 Mart ayında Roger Lemerre'in yardımcısı olarak Lens'te 9 maçlığına işe başlayana dek…
Lemerre-Leclercq ikilisi kalan dokuz maçlık periyotta Lens’i ligde tutmuştu ancak bir soru işareti daha vardı. Takımın yeni hocası kim olacaktı?
Lemerre o yaz Fransa Milli Takımı'nda Aimee Jacquet'nin yardımcısı olunca, Lens başkanı Gervais Martel bu sorunu Lens’te oynadığı günlerden iyi tanıdığı Daniel Leclercq'i -Lemerre'in de onayıyla- takımın başına geçmeye ikna ederek çözdü.
Fransa’nın o yaz finalde Brezilya’yı 3-0 ile yenerek dünya şampiyonu olması ise ilginç şeylerin habercisi gibiydi.
1997-98 sezonuna girilirken hiç kimse Lens'in şampiyon olacağına ihtimal vermiyordu. Hatta 7. hafta geçilirken sarı kırmızılılar 10. sıradaydı. O haftadan sonra yavaş yavaş toparlamaya başlayan takım kendisini ilk altının içine attı.
Kaleci Guillaume Warmuz'un söylediğine göre Leclercq Ocak 1998'de soyunma odasında her oyuncusuna Fransa şampiyonu olmak isteyip istemediğini sormuştu. 25. haftaya gelindiğinde takım 4. sıradaydı. Ve ne olduysa 30. hafta oldu.
Leclercq'in öğrenciler tam 16 haftayı liderlik koltuğunda geçiren rakipleri FC Metz ile deplasmanda karşılaştı.
Sezon başında Bastia'dan bedavaya getirdikleri Anto Drobnjak'ın ilk yarıdaki iki golüyle sahadan galip ayrılan sarı kırmızılılar, şampiyon olacaklarına belki de en çok o zaman inanmıştı.
Robert Pires, Rigobert Song, Lionel Letizi, Frederic Meyrieu, Bruno Rodriguez gibi oyunculara sahip Metz kalan dört haftayı kazansa da; Lens son hafta Auxerre deplasmanında berabere kalmasına rağmen averajla şampiyon oldu.
Leclercq'in elinde her oyuncu takımın en önemli parçası haline gelmişti. Hücumda Tony Vairelles ve Anto Drobnjak'ın yanı sıra, orta sahada Stephan Ziani, Marc Vivian Foe, Vladimir Smicer; savunmada Jean-Guy Wallemme, Frederic Dehu, Eric Sikora ve hatta 10 yıl kaleyi koruyacak olan Warmuz ligin en iyi oyuncuları arasına girmişti.
Oysa Lens sadece bir sezon önce küme düşmekten son haftalarda kurtulmuştu. Daniel Leclercq bir sezon sonra takıma Crystal Palace'tan Valerien Ismael'i ve Strasbourg'dan Pascal Nouma'yı kattı.
Ayrıca takımdan ayrılan Ziani ve Foe yerine Chateraoux'dan Stephane Dalmat ve Guingamp'tan Daniel Moreira gibi oyun kurma becerisi yüksek oyuncuları getirdi.
Takım Şampiyonlar Ligi'nde 8 puan toplamasına hatta Londra'da Arsenal'i yenmesine rağmen o sezon yarı finale çıkan Lobanovski'nin başında olduğu Dinamo Kiev’e kaybettiği için gruptan çıkamadı.
Ancak Leclercq’in ekibi Lig Kupası finalinde Metz'i bir daha geçerek sezonu kupayla kapatmıştı.
90'ların sonlarında henüz fizik gücü yüksek, atlet, siyahi oyuncular Fransa futboluna damga vurmamıştı. Ancak Thierry Henry'nin, Patrick Vieira'nın hatta harika çocuk Anelka'nın Premier Lig’de neler yapabildiğini herkes görmeye başlamıştı.
Lens'ten sonra Arsenal'in yolunu tutan ve futboldaki değişimi en yakından ve sahadaki konumu nedeniyle en geniş açıdan gören kaleci Warmuz, doksanlar futbolunun fizikten ziyade taktiksel açıdan alan kapatmada zirve olduğunu söylüyordu.
Ve sürpriz olmayacak şekilde Daniel Leclercq de bunun en iyi uygulayıcılarından biriydi. Taktik bilgisi ve oyunculara biçtiği roller Arsenal'e iki maçta da yenilmemelerini ve Lobanovski'ye kafa tutmasını sağlamıştı.
Ancak ertesi sezon başında işler yeterince iyi gitmeyince Leclercq takımdan ayrıldı. Sezonun kalan kısmında takım toparlamış hatta UEFA Kupası yarı finaline kadar ilerleyip Arsenal'e elenmişti.
Lens’in 2000’li yılların başındaki büyük yükselişi yerini bir süre sonra uzun bir düşüşe bıraktı.
***
Aradan geçen 20 yılda hem oyun hem oyunculardan beklentiler tamamen fiziksel direnç üzerine inşa edilirken; 2007'den sonra çoğunlukla Ligue 2'de yer alan Lens de 2019-2020 sezonunda yeniden Ligue 1'e çıkmayı başardı.
O sezonun ortasında Caen mağlubiyeti sonrası Philippe Montanier'in görevden ayrılması üzerine takımın başına B takımın teknik direktörü Franck Haise getirilmişti.
Takımla sadece iki maça çıkıp kazanan Haise, pandemiden dolayı sezonun iptaliyle birlikte ikinci sıradaki takımıyla Ligue 1'e yükseldi. Haise'yi o sezon kimse tanımıyordu.
Tıpkı Daniel Leclercq gibi... Ancak bugün Haise Lens'i şampiyonluk potasına sokan menajer olarak biliniyor, ismi Premier Lig kulüpleriyle anılıyor.
Alt liglerde geçen gösterişsiz oyunculuk kariyerinin ardından 2000'lerin başında teknik direktörlüğe başlayan Haise, önce amatör Mayenne'i çalıştırmış, ardından Rennes eğitim merkezine katılmıştı. Ağırlıklı olarak U 17'leri çalıştıran Haise 6 senenin ardından Lorient'e B takım hocası olarak gitti ve 2017'de ise kariyerinde yükselişe geçeceği Lens'in B takımına geçti.
Tüm bu tecrübeleri ona sadece bir takımı değil, tüm bileşenleriyle bir kulübün nasıl yönetilmesi konusunda yol göstermiş.
"Artık teknik direktörlerden yöneten kişi olarak bahsetmek gerekir" diyor Haise; "önceden futbol eksperi olman beklenirken şimdi yönetsel yetkinlikler daha ön planda…"
Haise'nin insan yönetimindeki başarısı onun oyunculara kattığı değerde net bir şekilde görülüyor. Oyuncular Lens'te kendilerinden emin ve tedirgin olmadan oynuyorlar.
Kapım onlara her zaman açık. Onların fikirlerini ve isteklerini önemsiyorum.
Haise'nin makine gibi çalışan üçlü formasyonunda (3142/352) oyuncular kendilerine tanımlanan doğru rollerde formlarının zirvesine ulaştı ve takım tam anlamıyla potansiyelini gerçekleştirir durumda.
Transferdeki akıllıca hamleler, giden iyi oyunculara rağmen takımı yukarıya taşıdı. Haise sezon başlamadan dört iyi oyuncusunu kaybetmişti.
Kilit oyunculardan kanat-bek Jonathan Clauss Haise ile birlikte milli takıma seçilecek kadar yükselişe geçti ve sezon sonunda Marsilya ile imzaladı.
20 yaşındaki kiralık golcü Aranud Kalimuendo, iki yılın sonunda PSG'ye döndü; stoper Cristopeher Wooh Rennes’e giderken; orta sahadaki dinamo Cheick Doucouré, Crystal Palace için Premier Lig'in yolunu tuttu.
Kalimuendo’yu saymazsak Lens bu üç oyuncudan 40 milyon euro civarında gelir elde etti. Haise; Kalimuendo yerine bonservisi Club Brugge’de olan Lois Openda'yı; Doucoure yerine Clermont'dan Abdul-Samed'i alırken; her maç bitmek bilmeyen bir enerjiyle oynayan tutulması zor merkez orta saha Seko Fofana -neyse ki ve şimdilik- hala takımda.
Takım kimyasının iyi olmasında alınan oyuncuların Haise'nin belirlediği üç kritere göre seçilmesi önemli rol oynuyor. Zeki, esnek ve meraklı (öğrenmeye açık) oyuncular...
Sol bek Machado artık bir kanat bek ve Frankowski ihtiyaç olduğunda her iki kanatta da oynuyor. Openda bazen kanatta, Fulgini zaman zaman gizli santrfor rolünde.
Bu esneklik Haise'ye seçenek yarattığı gibi sonuç da getiriyor. Dolayısıyla doksanlarda kaleci Warmuz'un bahsettiği sadece taktiğe bağlı alan kapatma bugün dinamik ve atlet oyuncularla fiziksel açıdan zirveye ulaşmış durumda.
Bununla birlikte talep edilen rol ve pozisyon esnekliği de, oyuncu seçimindeki mental kriterlerin aslında taktiğin çalışmasında en önemli noktalar olduğunu gösteriyor.
Franck Haise de Daniel Leclercq gibi oyun felsefesini, oluşturduğu takım kimyasıyla başarılı bir şekilde harmanladı.
Leclercq, birçoklarının mucize olarak gördüğü bir şeyi gerçekleştirmişti; Haise ise liderlik yarışında güçlü PSG gerçeğiyle yüzleşse de, ligi ikinci bitirme ihtimali iki yıl önce hayal bile edilemezdi.
Hafta sonu en yakın rakiplerinden Monaco'yu Felix Bollaert'te sahadan silip üç golle uğurlarken tribünler 70. dakikada klasikleşen madenci şarkısı 'les corons'u söylüyordu.
Madenciler için 20 yıl sonra eski bir şarkıyı daha yeniden söyleme zamanı. Şampiyonlar Ligi şarkısı…
(Bu yazıya sunduğu anektodlarla katkıda bulunan Strasbourg’dan Arda Ergör’e teşekkürler…)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish