İsrail'de sular bir türlü durulmuyor. İçeride siyasi partilerin de desteklediği halk hareketi ile hak ve adaleti hiçe sayan, yargı reformu adı altında savcı ve hakimlerin bağımsız karar vermelerini engelleyecek olan politikalar uygulamayı deneyen Başbakan Binyamin Netanyahu arasındaki mücadele sokaklarda devam ediyor.
İktidarı geçmişteki yolsuzluklarına ilaveten sırf iktidarda kalabilmek uğruna son seçimde ne kadar ırkçı, aşırı ve Siyonist şeriatçı parti varsa onlarla koalisyon hükumeti kurması, sokak hareketleri ile muhalif partileri ayağa kaldırdı. Buna ordunun belli kesimleri de dahil oldular.
Üçüncü ayına giren protestolara katılım sayısı, on binleri buluyor. Genelde haftalık periyotlarla sokaklara çıkan protestocular. Mart sonuna doğru en yoğun katılımı sağladılar.
26 Mart'ta Tel Aviv Kaplan Caddesi'ndeki başbakanlık ile bakanlık binalarının önünde toplananlar, hükumet aleyhine sloganlar atıp "istifa" çağrısında bulundular.
Üniversite gençliği de ara sıra boykot ilan edip bir şekilde greve gidebiliyor.
İsrail'de yargı bağımsızlığına darbe vuran düzenlemeye yönelik eleştiriler hem hükumet kanadından hem de güvenlik bürokrasisinin içinden geliyor.
İki hafta önce, İsrail istihbarat kurumlarında görevli bir grup gönüllü yedek hükumete tepki olarak bazı görev emirlerine uymayacaklarını bildirdiler.
İsrail'in New York Başkonsolosu Asaf Zamir ise, yönetime tepkisini 27 Mart'ta istifa ederek duyurdu.
Netanyahu'nun savunma bakanı Yoav Gallant, "Yargı düzenlemesi ile ilgili şiddetli anlaşmazlığın ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğunu" söyledi.
Değişikliğin hemen durdurulmasını isteyen Gallant'a göre;
Derinleşen bölünme, ordu ve güvenlik teşkilatlarına sızıyor. Bu durum ise, İsrail'in güvenliği için açık, acil ve gerçek bir tehlikedir.
Netanyahu'nun partisi olan aşırı sağcı Likud milletvekillerinden bazıları da bu noktada Gallant'ı desteklediler.
Koalisyon ortağı ırkçı Siyonist Milli Güvenlik Bakanı Ben-Gvir ise, "muhalefete taviz veren Gallant'ın azledilmesini" istedi.
Bunun üzerine Netanyahu, koltuğunu kaybetmektense Savunma Bakanı Gallant'ı görevden aldı.
Bu ırkçı koalisyon, genelde sekülarizmden yana olan İsrail'in geniş çevrelerini rahatsız etti.
Çünkü Siyonist Şeriatçılar, bir anlamda IŞİD ve El Kaide benzeri oluşumlar kurdular. Ders müfredatını epeyce dincileştirdiler.
Onlar, medreselerinde okuyan gençleri birer Siyonist şeriatçı militan olarak yetiştirmeye yönelik programlar düzenlemekteler.
Ayrıca, aynı koalisyon, işgal altındaki Filistinlilerin mallarına, mülklerine ve topraklarına el koyuyor.
Yahudi yerleşim yerleri adı altında "fanatikler/şeriatçılar ocağı" sayılabilecek köy-kent benzeri gettolar inşa ediyorlar.
Aynı zamanda birer "ihtiyat kuvveti" ve "vurucu güç" olarak yetiştirilen bu milisler, Filistin köylerine saldırmakta; evleri yakıp yıkıyorlar.
İki yıldan beri de bu fanatik Siyonistler, antik bir şehir olan Doğu Kudüs'teki Müslümanlarca kutsal sayılan Mescid-i Aksa'ya baskınlar düzenleyip işgal ediyorlar.
İddiaları ise şu:
Yahudi Peygamberi sayılan Süleyman, aynı yörede kendi adını taşıyan bir tapınak kurdu. Dolayısıyla bu kutsal mekan Müslüman Filistinlilere değil, aslında Yahudi halkına aittir.
Fanatikler bu tür baskın ve işgal girişimlerine karşılık, toprağını ve tarihi mirasını onlara kaptırmak istemeyen Filistin halkı, direnmekte ve fanatiklerle sık sık çatışıyor.
Genelde İsrail polisi, işgalci Siyonist şeriatçılara ses çıkarmıyor, kimi zaman da onları koruyup kollayarak Filistinlilere saldırıyor.
Bu nisan başında da böyle oldu...
Museviler, her yıl 5-13 Nisan arasında İbranice Pesah (Arapça Fısıh, Türkçe Hamursuz) isimli bir dini-sosyal festival düzenler.
Kutsallık da atfedilen bu son festival münasebetiyle fanatik Yahudi (ırkçı ve saldırgan Siyonist) yerleşimciler, bir kez daha Mescid-i Aksa'ya baskın düzenleyip aynı mekanda kurban kesme çağrısı yaptılar.
Bunun üzerine bir grup Filistinli, teravih namazından sonra olayı protesto ederek Mescid-i Aksa içindeki Kıble Mescidi'ne sığındı.
Aralarında bulunan protestocu kadın ve çocuklarla birlikte sığındıkları bu mekanın kapılarını kapattılar.
Kutsal mekana yığınak yapan İsrail polisi, önce Mescid-i Aksa avlusuna girerek buradaki görevlilerle ibadet için toplanan Müslümanları coplayarak ve şiddet kullanarak dışarı çıkararak Aksa'nın tüm ana kapılarını kapattı.
Kıble Mescidi'nin etrafını sararak mescidin çatısına çıkan İsrail polisi, mabedin camlarından bazılarını kırarak önce içeridekilere ses bombasıyla müdahale etti. İçerideki gruptan bazıları havai fişek atarak İsrail polisine direnmeye çalıştılar.
Daha sonra Kıble Mescidi'ne giren İsrail polisi, içeridekilere ses bombası, göz yaşartıcı gaz ve kauçuk kaplı mermilerle müdahale etti.
Filistin Kızılayı, yaralanan çok sayıda Filistinliye yardıma gittiğinde ise polis tarafından engellendi.
Polisin bu acımasız müdahalesi, Doğu Kudüs'teki bazı camilerden duyurulup halkın dayanışma için oraya gitmesi yolunda çağrılar yapılınca ortalık iyice karıştı; sonuçta adeta bir meydan çatışması yaşandı.
Siyonist ırkçı ve şeriatçı saldırgan güruh, son aylardaki saldırılarını giderek tırmandırmaya başladılar.
Çünkü arkalarında Netanyahu'nun aşırı sağcı ve bağnaz dinci ortaklarının önde gelenleri bulunuyor.
Kötü şöhreti ve faaliyetiyle tanınan iki şahsiyetten biri Bezalel Smotrich, diğeri ise İtamar Ben-Gvir.
Her iki fanatik sadece İsrailli seküler ve ılımlı kesimlerin değil, aynı zamanda Başbakan Netanyahu'nun da başına bela kesilmiş durumdalar.
Nitekim ABD Başkanı Joe Biden, bu nedenle Netanyahu'yu uyardı ve geçen haftalarda düzenlediği uluslararası "demokrasi toplantısına" kendisini davet etmedi. Çağrılmayanlardan biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan idi.
Milli Güvenlik Bakanı Ben-Gvir, sadece İsrail kamuoyu açısından tehlikeli biri değil. Aynı zamanda Filistinlilerin tüm topraklarını döne döne işgal ederek onları anayurtlarından sürmeye ve toptan imhaya yönelik planlar uygulamasıyla da kötülüğün baş temsilcisi rolünde.
İsrail toplumundaki son kutuplaşma ve tehlikeli bölünmeye ilaveten 1967'den buyana İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilere yönelik imha operasyonları da giderek artıyor.
Neredeyse Mussolini'nin Kara Gömleklileri, Hitler'in SS Nazileri veya Amerika'daki Ku Klux Klan benzeri ırkçı milisler oluşturulup Huvara gibi Filistin beldeleri toptan ateşe veriliyor, Kudüs'deki Mescid-i Aksa gibi mekanlar işgal ediliyor, köylere baskın yapan ırkçı-şeriatçılar Filistinlileri katlediyor ve topraklarından sürüyorlar.
Irkçı-şeriatçı bu Siyonist milisler, mart ayı sonu itibarıyla "milli bekçiler/milli muhafızlar" adı altında Milli Güvenlik Bakanı İtamar Ben Gvir'in denetiminde yeniden resmi bir hüviyet kazandılar.
Bunların iktidarın emri altında faaliyet göstermesi için Ben-Gvir ile diğer koalisyon hükumeti ortakları tarafından yeni bir yasa tasarısı ve projesi hazırlandı.
Bu tasarı, aslında koalisyon hükumetinin mutabakata vardığı 90'ıncı madde uyarınca hayata geçirilmek isteniyor.
Nitekim koalisyon hükumeti mart ayındaki haftalık oturumunda, "Milli Muhafızlar" biriminin oluşturulmasını onayladı.
Ben-Gvir'in denetimi ve gözetiminde faaliyet gösterecek olan bu birim için bütçenin yüzde 1,5'i kadar bir ödenek ayrıldı.
Aşırı Yahudi yerleşimcilerden devşirilip oluşturulan bir vurucu milislerin kuruluşu maliyeti şimdilik 31 milyon doları buldu.
5 alaydan oluşan toplam 2500 milis gücüne ilaveten 46 tabur da ihtiyat kuvvet olarak hazırlanmış. Bu milislerin işleriyle uğraşacak 1800 personeli bakanlık bünyesinde çalıştıracak.
Toplamda 1,4 milyar şekel (İsrail para birimi) tutarında bir maliyeti var sivilleri hedef alacak bu ölümcül yapının.
Aslında "milli muhafızlar" fikri yeni değil. Daha önceki hükumet de 2022 yılında böyle bir oluşum için Milli Güvenlik Kurulu'na öneri götürmüştü.
Buna göre İsrail İç Güvenlik Bakanlığı, bahsi geçen kurulun önerisi doğrultusunda gerekli tahsisatı ayırıp sivil-milli karması bir milis teşkilatı kurmayı prensip olarak kabul de etmişti.
Görevleri arasında İsrail yurttaşının bireysel ve kamusal güvenlik duygusunu geliştirmek de bulunan bu teşkilat, 1948 yılında İsrail devletinin denetiminde kalan Filistinli Araplara karşı bir çeşit bastırma ve caydırma gücü olarak kullanılacaktı.
Zira bahsi geçen Arap vatandaşlar son zamanlarda ulusal duygularının dürtüsüyle ve Filistinli kardeşleriyle dayanışma babından Lut, Akka, Yafa, Hayfa gibi şehirlerde bir yıl önce yaptıkları gibi topyekun başkaldırı girişiminde bulunmaya başladılar.
Ben-Gvir'in geliştirilmiş "vurucu milis gücü" projesi uyarınca bu Milli Muhafızlar, son derece radikal ırkçı-dinci kimselerden oluşmalı; hesap vermeden gözüne kestirdiği her vatandaşı (Yahudi ve bilhassa Arap) tutuklama yetkisine sahip olmalı ve katlettiği kimseler için hesap vermemelidir.
İsrail Emniyet-istihbarat çevreleri, gayet tehlikeli buldukları bir projenin iktidarın silahlı vurucu ve baskı gücü olacağından ve icabında beğenmediği hükumeti darbe yapacağından endişe duyuyorlar.
Sonuçta İsrail'in güvenlik önlemleri başarısız kaldı; gerilim bir anda Yahudi-Arap çatışmasına dönüştü.
Özellikle bahsi geçen Filistinli isyancılar, haksız yere kendi mülklerine konan Yahudi yerleşimcilerle ölümcül kavgalara tutuştular.
Haziran 2022'de İsrail İç Güvenlik Bakanlığı, böyle bir teşkilatın ön hazırlığı için ilk elde 1 milyar dolarlık bir bütçe ayırmıştı.
O zamanki milli muhafızlar, ayrı bir teşkilat/birim olmak yerine Sınır Muhafızları bünyesinde faaliyet gösteriyorlardı. Bir çeşit kolluk kuvveti gibiydiler.
Netanyahu döneminde bu özel birim elemanları ırkçı, fanatik ve şeriatçı Siyonist militanlar arasından devşirildi. Hem vurucu kuvvet hem de bastırma gücü olan milisler haline geliverdiler.
Ben-Gvir ise bu birimi kendi amaçlarına uygun vurucu bir güç, tetikçi güruh haline getirmek maksadıyla Milli Muhafızlar birimini, polis-emniyet teşkilatından ayırdı.
İsrail'deki insan hakları kuruluşlarına bakılırsa bu birimler, iktidarın özel emel ve gizli/açık amaçlarını uygulamak için icabında rutin (yasa) dışına çıkabilecek şekilde eğitilip donatılacaklar.
Örtülü ödenekten para alacaklar. İcabında devlete değil, Ben-Gvir ve Netanyahu gibi ihtiraslı politikacıların şahsi emellerine hizmet edecekler.
Bu tehlikeli silahlı gücün devletin resmi milisi olarak tanınması ise, yerli ve yabancı çevrelere karşı koruma kalkanı olarak yorumlanıyor.
Sivil milis olarak yapacağı vurma, kırma, yakıp yıkma türü tedhişçi faaliyetleri karşılığında kendisinden hesap sorulmaması için, devletin himayesi altına alınıp kendisine meşruiyet kazandırılması anlamına geliyor bu.
İşte buna benzer nedenlerle muhalefetteki İsrail İşçi Partisi ile İç Emniyet Teşkilatı (ŞABAK) yetkilileri çok tehlikeli gördükleri bu oluşumun bilhassa Ben Gvir'in elinden alınmasında ısrar ediyorlar.
Zira emniyet teşkilatına bağlı olmayan bu tür aşırı bir vurucu güç, eninde sonunda ülkede yeraltında faaliyet gösteren organize suç örgütü terörist LAHAFA'nın denetimine girecektir.
Böylesi tehlikeli bir oluşumu Başbakan Netanyahu'nun kabul etmesinin nedeni ne olabilir? Genel kanı şu yönde:
Hırslı, ihtiraslı ve menfaati uğruna her şeyi yapabilecek tıynette olan başbakan, bazı muhaliflerini sindirmeyi veya şahsi hesaplarını gerçekleştirmeyi hedefliyor.
Diğer yandan radikal Siyonistlerle kurduğu koalisyon hükumetinin ayakta kalması için bu tür tavizleri vermesi, kendisinin de işine geliyor.
Bir anlamda beka meselesinde gözü karadır; onun için de halkını düşünmek yerine koltuğunu düşünmek daha öncelikli.
Netanyahu bu tür radikal ortaklar ve vurucu güçler sayesinde kendi diktatörlüğünü pekiştirmek suretiyle yargı reformu (aslında yargının bağımsızlığını yok edip iktidarın emrinde bir kurum haline getirme) türünden kanunlar çıkarmanın da yolunu açabilecek.
Hesap edilmeyen husus ise şu:
İşgalci ve Siyonist bir devlet olmasına rağmen, 1948'de kurulan İsrail'in kurucu babaları yazılı olmayan mutabakatı (zira hâlâ anayasası yok, egemenlerin mutabakatı var) iyi kötü bugüne kadar getirip bir devlet yönetim tarzı ve teamülü halinde yürütebilmişlerdir.
Oysa Netanyahu, iktidar tekelini elinde tutabilmek için bu milli mutabakatı bozdu. Ancak temeli dinamitlenen İsrail toplumunun, yükselen ırkçı ve şeriatçı Siyonistlerin ülkeye felaket getireceklerinin farkına varmalarını da sağladı.
Sadece siviller ve muhalif partilerin değil, güvenliğin esas alındığı bu ülkenin temel direğini oluşturan ordu, emniyet ve istihbarat kurumlarının itirazlarını yükseltmelerine de neden oldu.
Netanyahu'nun ihtiraslarının onulmaz zararlara ve kayıplara yol açacağının farkına varan Amerika ve Avrupa'daki Yahudi lobileri de yaşadıkları ülkelerin yetkililerini/yöneticilerini uyararak Netanyahu'nun önüne geçilmesini istemeye başladılar.
Biden'ın uyarısından sonra Avrupa Birliği ülkelerinin özellikle Filistinlilere yönelik imha saldırıları gerçekleştiren Siyonistler nedeniyle İsrail yönetimini kınamaları da bundan.
Akla takılan soru şu:
Netanyahu, onaylayıp sokağa saldığı bu "ölüm timlerini" ırkçı maksatları için kullanan Ben-Gvir, sonraki adımda ne yapacak?
Dört bir yana dehşet saçarak İsrail halklarını susturup daha ırkçı-Siyonist bir toplum mu yaratacak, yoksa Başbakan Netanyahu yahut yerine geçecek herhangi bir hükumete karşı darbe mi yaratacak?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish