Bir 'veda' yazısı...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Mirko Ilic/NYT

Üç yılı aşkın bir süredir Independent Türkçe'de memleketin hallerini yazıyorum. Bu biçimiyle, yazıların sonuna geldik...

Evet, Independent Türkçe bir yenilenmeye gidiyor. Başka biçim ve içeriklerle bir arada olacağımızı umuyorum ama bundan böyle şu anda okumakta olduğunuz 'köşe yazısı' tabir edilen yazılardan yazmayacağız.

Madem bitiriyoruz, o halde bir bilançoyla bitirelim... 

Yazılara başladığım Ağustos 2019'da, bir genel giriş yazısı yazdım, sonra ağırlıklı olarak ekonomiden söz ettim.

Zira Türkiye'nin bir felaketin eşiğinde olduğu o günden çok açık görünüyordu.

Ağustos 2019'da, henüz ikinci Independent yazısında, 'Türkiye'nin iktisadi çöküşü' diye bir başlık atmışım.

Yazı şöyle başlıyordu:

Artık çok açık görünüyor: Türkiye'yi çok ciddi bir iktisadi çöküş bekliyor. Söz konusu çöküşün esas sebebi hiç kuşkusuz siyasidir. Sonucu ise, insani ve doğal bir yıkım olacaktır.


Ondan bir sonraki yazıda da şöyle yazmışım:

Giderek büyüyen yoksul kitleler, bu bereketli topraklar üzerinde, bize ilkokulda öğretildiği şekliyle 'kendi kendini besleyebilen yedi ülkeden biri' olan Türkiye'de, yaygın açlık gibi bir musibetle yüzleşmeye doğru ilerliyor.

'Abartıyorsun' diyenler çıkabilir. Daha evvel 'Abartıyorsun' denen her şey bir bir yaşandı ve o abartılı her hali hep birlikte normalleştirdik.

Ömrümüz yeterse, hepimiz buradayız, yaşanmakta olan ekonomik felaketin çok daha vahim sonuçlarını hep beraber tecrübe edeceğiz.


Şimdi hep beraber tecrübe ediyoruz!..

'Vahim sonuçlar' derken ne kastediliyordu peki?

Sonraki yazıda fuhuş, uyuşturucu ve genel olarak 'gayrimeşru' diye adlandırılan 'sektör'lerin endişe verici büyümesinden söz etmişiz. Toplumsal çürümeden yani...

Eylül 2019'da da şöyle devam etmişiz:

Hiçbir ülke ve milletin bu kadar büyük borcu taşıyabilme ihtimali yok.

Faizleri istediğiniz kadar düşürün, düşen faizler sadece borcu büyütecek.

Eh, ondan sonrası Titanik'ten hallice olur inşallah.


Ve bir sonraki yazıda şu ifadeler yer alıyor:

Türkiye ekonomisi ... tam olarak ekonomik işleyiş, mantıksal sınırlarına dayandığı için batıyor. 

Batıyor da, bu işin bir çaresi, toparlama şansı yok mu?

Bu zihniyetle mümkünatı yok.


Evet, haftalık Independent Türkçe yazılarının en başında Türkiye'nin iktisadi çöküşe gittiğini, gelir dağılımı eşitsizliğinin büyüdüğünü, açlık ve genel bir beslenme krizine derin bir doğal yıkım ve toplumsal yozlaşmanın eşlik edeceğini yazdım; üç yılı aşkın süredir de bu yazılanların izlerini takip ederek yeni olguların bu öngörüleri nasıl desteklediğine işaret etmeye çalıştım.

Evet, üç yıl önce kimse açlık ve beslenme krizinden söz etmezken bugün herkes bunu konuşmaya başladı.

Hatta fırıncıların yetersiz beslenme ile ilgili laflar ederek hapse atıldığını tecrübe etmeye başladık!

Çok acı günler yaşıyoruz, umarım daha da beter bir karanlığa sürüklenmeyiz...

Türkiye altı ay kadar sonra bir tercih yapacak. Seçime gidiyoruz.

Gerçekten bir tercih yapabilecek miyiz, devleti tüm kurumlarıyla Saray'ın kapısına bağlamış olan mevcut iktidar milletin bir tercih yapmasına izin verecek mi, bilemiyorum.

Lakin tercih yapabilirsek ve mevcut iktidardan kurtulabilirsek, evet kelimenin tam anlamıyla kurtulabilirsek, vaziyet asla günlük güneşlik olmayacak.

Türkiye ağır yaralı ve alternatif iktidarı oluşturacak olan 'Altın Günü Masası' fakir fukaraya derman olmayacak.

Nereden mi biliyorum?

Altı 'lider'in etrafında toplandığı ve benim 'Altın Günü Masası' tabir ettiğim o masanın muhtevasında koyu bir sağcılık var da o yüzden...

Türkiye, 1980'de darbe yapan generallerden bu yana hep daha fazla 'sağa çekti' ve ne kadar sağa kaydıysa fakir fukara da o kadar eziyet çekti.

Şimdi hak, hukuk, adalet diye önümüze atılanlar iktidara geldiği takdirde içlerinden ne canavarlar çıkacağını hep beraber göreceğiz.

Bugün, sadece laf olsun diye bile, hiçbiri grev yasaklarının son bulmasından, sendikal örgütlenme özgürlüğünden, emekçilerin ülke kaderi üzerinde söz sahibi olmasından söz etmiyor. Hepsi soyut bir 'demokrasi' vadediyor.

Biz o soyut demokrasilerin gerçek hayatta nasıl somut coplara, hak ihlallerine dönüştüğünü yaşayarak tecrübe ettik...

Bu memlekete sol lazım. Öyle uyduruktan bir 'sol' değil ama. Emeğin, emekçinin hakkını, hukukunu temsil edecek, emekçilerden müteşekkil bir sol lazım.

Böylelikle tepetaklak duran Türkiye siyasi hayatını ayakları üzerine oturtmak ve kayıkçı kavgasından kurtulup kavgaların en hayırlısı olan 'sınıf kavgası'nı gündeme getirebilmek mümkün olabilir.

Türkiye'nin ve dünyanın ancak sınıf kavgasını emeğin kazanmasıyla düze çıkabileceğine tüm kalbimle inanıyorum.


Görüşmek üzere...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU