Sürüngen beyinler, ezoterik inanışlar

H. Caner Akkurt Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pinterest

Dinî otorite ya da büyü

Babası, hükümdarken kendisine bağlı boyların reisleri tarafından ihanete uğrayarak katledilir. Çocuk, bir boşluk, arbede anında kaçmayı başarır.

Daha çocuk yaşta haksız ve zalimce ailesinden, toprağından koparılmanın ne anlama geldiğini acı bir şekilde öğrenir.

Ancak kahramanımız genç yaşa eriştiğinde savaşçı bir ruhla, türlü mücadelelerden sonra ailesine ve kendisine bütün bunları yaşatanları, ata topraklarını gasp edenleri bozguna uğratarak tahta oturmayı başarır.


Muzaffer komutanı ilk karşılayan eski yönetimin şamanından başkası değildir. Bununla da kalmaz; önceki yönetimi hain olarak ilan ederken, öldürülmelerini ister.

Yeni hükümdara övgünün, güzellemelerin biri bin para… Elbette bütün bu olan bitenlerden PR (Halkla İlişkiler) çalışması yapmayı ihmal etmez.

Şaman, bütün bu olacakları önceden gördüğünü, ülkesini parlak bir gelecek beklediğini vs. söyleyerek yeni hükümdarın yanında itibarlı bir şekilde pozisyon almak için her türlü taktiği uygular.


Gel zaman git zaman yeni hükümdar büyük bir savaşa girmek üzeredir. Sebebi ise başka bir ülkenin kralının daveti üzerine, ülkesini temsilen gönderdiği eşi ve oğlunun kralın ihaneti sonucu o ülkede öldürülmesidir.

Aslında hükümdar, halkına belli etmese de bu büyük savaşa eşi ve oğlunun cenaze töreninde karar vermiştir.

Cenaze törenini kurganın başında şaman yönetmektedir. Öteki âlemde efendilerine hizmet etmeyi sürdürmeleri için atlarını ve hizmetçilerini her an kurban etmek için hevesle hazır beklemektedir.

Ancak bilge hükümdar bu duruma razı olmaz: "Onlara sakın dokunmayın, ölülerin onlara ihtiyacı yok! Siz yiğitler doğuracaksınız, siz de savaşçı olacaksınız" diyerek hizmetçileri serbest bırakır.

Şamanın bütün büyüsü, karizması halkın önünde yerle bir olmuştur. Şaman bunu hiç unutmamış ve durumu lehine çevirmek için fırsat kollamaktadır.

Kısa bir süre sonra hükümdar, eşi ve oğlunu katleden kralın elçisi taziyeye gelince; krala bir mesaj olarak halkın önünde elçiyi kılıçtan geçirir.

Şaman durur mu? Hemen felaket tellallığı yapmaya başlar ve gelecek felaketlerle alâkalı kehanetlerini sıralayarak halkı paniğe sevk eder.

Hükümdarın büyük bir yanlış içinde olduğunu ve yüce ruhları kızdırdığını avaz avaz bağırır.

Meseleyi cenaze törenine dayandırarak; hizmetçilerin kurban edilmesini engellemekle felaketi çağırdığını, ruhların çok öfkeli olduğunu ve daha büyük felaketlerin kapıda olduğunu söyler.

Hükümdar bu din simsarını tasvip etmemekte ve çok kızmaktadır. Ancak şamanın toplumundaki nüfuzu nedeniyle kendisine dokun/a/mamaktadır.

Hükümdar, şamana: "Senin vazifen ruhları sakinleştirmek, işini yap!" der.

İtibarını kurtarmaya kararlı olan şaman, ruhların lanetini kaldırmak için kurbanını seçmiştir ve bir gece vakti meydanda kendini ateşe verir. 

Şaman her şeyden önce kendini kurban ederek "namus ve şerefini" korumuş, nesilden nesile anlatılacak efsanevi şaman olma özelliğini kazanmıştır.

Ölümünden sonra ülkenin gidişatının olumlu ya da olumsuz olması ona hiçbir şey kaybettirmeyecek hep kazanan olarak anılmaya devam edecektir.1


Sürüngen beyinler

Hangi inanç yapısından gelirse gelsin, toplumları sorgusuz itaat ettirmenin yegâne ve kolay yolu inanç üzerinden manevi baskı kurarak, yönetenlerin bir kısmı hariç diğer bağlıların tamamını "sürüngen beyin" kategorisinde tutmaktır.

Tarihte bu fiziken de yapılmıştır fakat mankurtlaştırma, ferden ferda yapılması gereken meşakkatli bir işlemdir.

Oysa sürüngen beyinler kitlesi oluşturmak için sürü kültürü kullanılır ve bu daha kolaydır. Bu tanımlama aşağılayıcı çağrışımlar yapsa da beynin katmanlarından olan "sürüngen beyin" (reptilian brain) her insanda mevcuttur.

Sürüngen beynin üzerine çıkamama kitlesel akıl tutulması yaşatır. Kuralcı ve akılcı bilinen Almanların büyük bir bölümünün Hitler'in peşine takılmalarındaki en önemli unsur, sürüngen beynin baskın hale getirilmesiydi.

Sosyal psikoloji kriterlerine göre, bir insanı bu durumda tutmanın en iyi yollarından biri; onu bir gruba dâhil ederek kendini değerli hissettirmektir.

Üyeler kendilerini, böylelikle birbirine aynı inanç ve arzu ile bağlı, bu dünyada ya da öteki âlemde fazlasıyla mükâfatlandırılacak bir ayrıcalıkta hissetmeye başlarlar.

Bunun yanında sürekli korku ve ümit kültüründe yaşayan bu grup, mantığını (korteksi) kullanmaktan vazgeçer. Zaten içgüdüsel hareket eden sürüngen beyinlerin mantığı doğal olarak devre dışıdır.

Gruptan ya da cemaatten koptuklarında doğaüstü güçlerin kendisine veya yakınlarına çeşitli dert ve belâ getireceğine inandırılmışlardır.

Haliyle bir üyenin gruptan ayrılması psikolojik olarak oldukça zordur. 17/ 25 Aralık kumpas sürecinden önce Fethullahçı yapının içinde yer alan birinin cemaatten ayrıldıktan sonra her an başına bir bela, amansız bir hastalık geleceği korkusuyla yaşadığı itirafına şahit olmuştum.

Başka yapılarda da "şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" yaklaşımıyla baskı oluşturulduğunu bilmekteyiz.


Sürüngen beyin grubundakiler; sürekli dayanışma duygusu kışkırtılarak, kalıplaşmış öğretilerin dışına çıkmadan, yeni önermelere kapalı, sürekli düşman yaratarak ve çatışmacı bir ortamda taraftarlık ruhunu öne çıkararak düşünmeden ve düşündürmeden hareket etmeyi meziyet, itaat ve hatta iman sayarlar.

Grubu yönetenler zaten onların adına düşünmektedir zira onlar "ilahi bir güç" tarafından seçilmiş "kutsal" kişilerdir. Grup ya da cemaat üyeleri "gassalın önündeki meyyit" olmak zorundadırlar.

Tarihte Haşhaşiler, DEAŞ, FETÖ ve benzerleri kaybettiklerinde,  zelil olduklarında bile bedâ2 anlayışı, şefkat tokadı gibi inanışlarla örgütlerini manipüle etmeye devam etmişlerdir.

Aslında bu anlayış, umudu diri tutmak için ezoterik grupların tamamında bulunmaktadır.


Şeyh uçmaz mürit uçurur

Çok geriye gitmeden, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında örgüt elebaşısı Fethullah Gülen'in öldüğü, ölmek üzere olduğu ile ilgili medyada birçok haber yer aldı.

FETÖ gibi yapılanmaların elebaşlarının ölmesi ile örgütsel, cemaatsel yapılanmaların ortadan kalkacağı düşüncesi büyük bir yanılgıdan ibarettir.

Çünkü ezoterik cemaatler, tıpkı peygamberlerde olduğu gibi liderlerinin, hocalarının, şeyhlerinin Tanrı tarafından seçildiğine inanırlar.

Peygamberlerin özel durumlarının kendi liderlerine de verildiğinden şüphe duymazlar. Dolayısıyla peygamberi özellikler yüklenen kişilerin verdiği kararlar kendilerine ait kararlar olmayıp ya peygamberden ya da Allah'tan gelmektedir.

Fethullahçı örgüt ve elebaşısı, Hz. Muhammed (a.s)'ı Türkçe Olimpiyatları'na, cemaat evlerine, okullarına getirmiş, saçma sapan ezoterik dizilerinde kamyon kasasına bindirmeyi başarmışlardı.

Peygamber (a.s)'ın "Twitter'daki paylaşımları ikiye katlayın" dediğini bile hayâsızca dile getirmişlerdi. Hatta darbe girişimi sonrası hapse atılan örgüt mensupları Hz. Yusuf'un imamlığında namaz kılmaya devam ettiler.

Bu hezeyanla yaşayan bir örgüt, haydi haydi Fethullah Gülen'i ruhen yaşatır ve "manevi" olarak sözde cemaatlerini yönetip, emir ve talimatlarının devam ettiğine inanır.

Ezoterik din bezirgânları bu inanışa giden yolun ağlarını zaten çok önceden örmüşlerdir.


Fethullah Gülen, dolaylı olarak kendi makamını anlatırken Kutbu'l Aktab ve Kutbu'l İrşad olduğundan, yani Allah'ın otoritesinden sonra ama adeta peygamberlerden üstün ve kalpleri yöneten, yönlendiren özelliğe sahip seçilmiş kişi olduğu mesajını vermektedir:

Hz. Muhammed ahirete göçünce, onu bu dünyada temsil edenler, Allah ile irtibatları kavi olan insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla bir bakıma yeryüzünde âdeta Kâbe konumundadırlar. Bazen onlar Kâbe'nin etrafında, bazen de Kâbe onların etrafında döner. İşte böyle kişilere 'Kutup' adı verilir.

Bu kişiler, hep tazarru (Allah'a boyun eğen), naz ve niyaz makamında bulunmaktadırlar. Allah böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gazap eder. Kutup makamının bir adım ötesinde 'Gavsiyet' makamı yer alır. Bu makamı kazananların tasarrufları öldükten sonra da devam eder.

Kutbu'l-irşad hem kutup hem de gavsdır. O, bütün insanlığı sahil-i selamete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır. Kutbu'l-irşad, kâinatın manâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan, yeryüzünde Cenâb-ı Hakk'ın matmah-ı nazarı, (hırsla baktığı, herkesten gözü gibi esirgediği) bir hakikat eridir.


Bu tanımlamayı ilk defa mı duyduk? Hayır… Allah'ın, şeyhin bedeninde ete ve kemiğe bürünerek göründüğü dün söylenirken bugün de söylenmeye devam etmektedir.

Bütün bu inanış biçimlerine Batı ezoterizminde enkarnasyon (incarnation) denirken doğu ezoterizminde "hulûl" adı verilir.

Hz. İsa'nın Tanrılığı meselesi ne ise Müslüman dünyada da benzer pek çok örneğe rastlamaktayız. Meselâ bazı mezheplerde Tanrı'nın Hz. Ali'ye, Ali'nin de 7 imama hulûl ettiğine inanılır. 


TDV İslam Ansiklopedisi'nde "Hakîkat-i Muhammediyye" bahsinde "Nûr-ı Muhammedî" kavramının tanımı şöyledir:

…Nûr-ı Muhammedî zuhur ettikten sonra her şey ondan ve onun için yaratılmıştır. Resûl-i Ekrem'in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın mânevî babasıdır.

Hz. Âdem insanların maddeten babası (ebü'l-beşer), Hz. Peygamber ruhların babasıdır (ebü'l-ervâh). 'Allah ilk defa benim nurumu yarattı'; 'Âdem toprakla su arasında iken ben peygamber idim' (Tirmizî, 'Menâḳıb', 1; Müsned, IV, 66; V, 379; Aclûnî, I, 265; Abdülkerîm el-Cîlî, II, 37) meâlindeki hadislerle bu hususa işaret edilmiştir.

Hz. Âdem'de tecelli edip daha sonra öbür peygamberlere intikal eden, Hz. Muhammed beden olarak dünyaya gelince ona intikal edip onda karar kılan nur ölümünden sonra da devam etmekte ve kâinat varlığını sürdürebilmektedir. 3


Aynı bölümde yer alan İbnü'l-Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin görüşlerini okuduğumuzda dehşete düşmemek elde değil.

Gülen, "Kur'an'dan İdrake Yansıyanlar" kitabında Meryem Suresi 17'nci ayetinin mealini kendi ifadesiyle şöyle veriyor:  

Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti.  Derken,  Biz ona ruhumuzu gönderdik de o,  kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.


Devamında şu yorumu yapmaktadır:

Acaba ne idi bu ruh?  Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler,  ayet- i kerimedeki  '...ruhumuzu gönderdik...'  diye belirtilen ruhun Cebrail olduğunu ifade etmektedirler.  

Ne var ki burada Kur' ân  'ruh' tabiri kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır.  İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimiz' in ruhunu içine alacak kadar da geniştir.

Evet, bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı.  Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı.  

O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi,  zira O bir münasebetle Hz. Meryem'in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da  'ruh'un Efendimiz' in ruhu olabileceği de ihtimal dâhilindedir. 4


Ezoterik paslaşmalar

Hemen hemen miladî takvimin başlangıcıyla birlikte bu ezoterik hareketler, kurumsal dinlerle mücadeleye başlamışlardır.

Bu dinlerin ilki hiç şüphesiz Yahudilikti. Milada kadar kendi içine kapalı, sınırlı ritüelleri olan nispeten tek düze bir topluluk dini olan Yahudilik, Roma İmparatorluğu döneminde ticaretin de etkisiyle dışarı açılmaya, tanınmaya başlayınca kendi içindeki Kabala kültüründe var olan ezoterik unsurların da etkisiyle ve dışarıdan gelen ezoterik eklenmelerle ciddi bir dönüşüm yaşadı.

Öyle ki, bu dönemlerde Yahudilerin büyük kısmı, kurumsal dinî yapıdan/mezheplerden koparak ezoterik grupların etkisi altına girdiler. 

Üzülerek belirtelim ki, İslam, Pers ve Hint mistisizmleri gibi birçok ezoterik öğretinin, özellikle miladi dokuzuncu yüzyıldan itibaren istilasına maruz kaldı ve bunun neticesinde ezoterik İslam diyebileceğimiz bir inanış zuhur etti.

Mutezile, sonrasında Eşarî kelamcıları daha sonra da Kindî'nin geleneğini sürdüren Farabi, İbn-i Sina gibi filozoflar İslam inancını ezoterik unsurlara karşı korumak için büyük mücadele verdiler.

Hıristiyan dünyada da durum farklı değildi ve ezoterizme karşı önemli mücadeleler verdiler. Fakat Pisagorculuk ve İskenderiye paganizmi o kadar güçlüydü ki Hıristiyanlık bu inanışlara fazla direnemedi.

İşin ilginç tarafı ezoterizm, akıl ve mistisizmi bir araya getirerek pazarlamayı başarmıştır. Yani bilim ve büyü aynı mecrada mecz edilmiştir. Pisagorcuların ileri matematik bilgisi ile gizemciliği yan yana getirmiş olmaları bunun bariz örneğidir.

Pisagor, gizli ve gizemli dinsel ezoterik ilk büyük tarikatın kurucusu olarak kabul edilir.  Kendisi bir matematikçi olmasına rağmen matematiği gizemli öğretilerle birleştirdiğini ileri sürmüştür.5

İşte tam da bunun için ezoterik gruplarda akademisyen, sanatçı, iş insanı, bürokrat vs. toplumda öne çıkan profilleri görmek kimseyi şaşırtmamalıdır.

Elbette ezoterik inanç biçimi için bir dinî köken şart değildir. Dinî olmayan dinîmsi yapılarda da ezoterik yaklaşımlar yer bulmuştur.

Gizli güçler atfedilen bir liderin kurtarıcı kişiliğine yapılan vurgu böyle bir durumdur. Weber, karizmatik otorite kavramını "sanki doğaüstü veya en azından özel bazı güç ya da niteliklere sahip olduğuna inanılan, ilahi kökeni olduğu veya direk ilahi olduğu kabul edilen kişilerdir" şeklinde tanımlar.

Bu yüzden dinin dışında da seküler ideolojilerdeki lider kültü, zaman içinde Weber'in işaret ettiği kavram içinde ezoterik anlam kazanmıştır. Örneğin, Mao bunlardan biridir.


Ezoterik örgütlerin her zaman bir gizli ajandası vardır ancak bunu sadece hiyerarşide yukarıda olanlar bilir. Kast sisteminin en katı uygulandığı hiyerarşik yapılanmaları vardır.

Asıl amaçlarını toplumdan ve resmî otoriteden gizlerler. Güvendikleri fedaileri, abileri, "ilahi dava" için her yolu mubah görerek gizli ve kritik devlet görevlerine getirmeyi amaç haline getirmişlerdir. Bu konumlara gelen örgüt üyeleri emirleri ezoterik hocalarından alırlar.

İyilik ve kötülükte tek kriter örgütün kriteridir. Devlet yöneticileri de dâhil kendilerine destek verenler iyi, vermeyenler kötüdür.

Bu açıdan devlet organlarının her türlü toplumsal örgütlenmeleri denetlenebilir hale getirmesi önemlidir ve devlet inanış biçimlerinden ziyade meseleye kriminal olarak bakmalıdır. Ezoterik kısmını ise ilgili bilim alanları mercek altına almalıdır.


Sonuç olarak; insanlık, sadece İslam'ın değil, bütün ilahî dinlerin tevhid ve adalet üzere geldiğini ve yine tevhid ve adalet ekseninde aklı özgürleştirmekle hakikate ulaşılacağının bilincine ermesi gerekir.

Müphem, gizeme dayalı, içrek tekelci ezoterik inanışlar yerine rasyonel, şeffaf,  herkesin erişmesi ve öğrenmesi mümkün exoterik (dışrak) bir anlayış benimsenmeye ve idrak edilmeye devam edildiği sürece büyünün bozulduğu görülecektir.

 

 

1. Olay, bir filmde anlatılmakta olup M.Ö. 6. Yüzyılda geçmektedir. Kahramanı ise Saka Türklerinin başına hükümdar olan Tomris Hatun'dur. "Tomris" filmi, yönetmenliğini Akan Satayev'in üstlendiği, 2019 yapımı bir Kazak filmidir. 
2.  Bedâ: Tanrı'nın belli bir şekilde vuku bulacağını haber verdiği bir olayın daha sonra başka bir şekilde gerçekleşmesi. Avni İlhan "Bedâ", TDV İslam Ansiklopedisi, 1992; 5: 290-291
3.  Mehmet Demirci, "Hakîkat-i Muhammediyye", TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, 1997; 15: 179-180
4.  M. Fethullah Gülen, Kur'an'dan İdrake Yansıyanlar, Nil Yayınları, İstanbul, 2011, s.247-248
5.  Hasan Yücel Başdemir (2016), "Ezoterik Grupların Epistemolojisi", Liberal Düşünce, sayı: 83, ss. 75-90.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU