Kılıçdaroğlu'nun 3 Ekim'de yaptığı başörtü çıkışı beş gündür gündemden düşmüyor.
CHP Grubu "Kadınların Yürüttükleri Mesleğin İcrası Kapsamındaki Kılık ve Kıyafeti Giymek Dışında Herhangi Bir Zorlamaya Tabi Tutulamaması" hakkındaki kanun teklifini 4 Ekim'de Meclis Başkanlığı'na sundu.
Kılıçdaroğlu'nun bu çıkışı karşısında Erdoğan, konuya ilişkin Anayasa değişikliği önerisini gündeme getirerek el yükseltti.
Kılıçdaroğlu'nun neden böyle bir çıkış yaptığı konusunda çok şey yazıldı/söylendi.
Kimi yazar ve yorumcular Kılıçdaroğlu'nun çıkışını tarihi bir helalleşme adımı olarak görürken, kimileri Erdoğan'ın hâkim olduğu bir alana başarısız bir sızma girişimi olarak gördü.
Kimileri ise bunun AKP'nin yaptığı yasa çalışmasının sız(dırıl)ması dolayısıyla, ön almak için yapılan siyasi bir manevra hamlesi olduğunu söyledi.
Kılıçdaroğlu bu yorumlara cevaben "bir hesapla hareket etmediğini" söylerken; Erdoğan ise cuma günü (dün) Prag dönüşünde şu açıklamaları yaptı:
Bu beyefendi getirdi bunu gündeme koydu. Bu da ne oldu? Bu pek pas vermekten de anlamaz ama farkında olmadan bize bir pas verdi. Bizim de golü atmamız lazım. Bilmiyor benim ömrümüm santraforlukla geçtiğini.
Birkaç gündür yaşanan gelişmelere ve yapılan açıklamalara "pek ilgi çekmeyen halbuki çok önemli olan" bir pencereden bakmayı öneriyorum:
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili konulara siyasetçiler tarafından duyulan ilgi seçim dönemlerine girildiğinde artış gösteriyor.
Esasen bu durum, üzerinde uzunca süre kafa yormayı gerektiren bir konu değil.
Özgürlükler siyasiler tarafından, öz itibarıyla, seçmen desteğini artırabilmek için daha çok seçim dönemlerinde öne çıkarılan kullanışlı bir malzeme olarak görülüyor.
Halbuki, bireysel özgürlüklerin, seçimlerde daha çok başarı elde etmek amacıyla "yeri ve zamanı geldiğinde verilebilecek haklar" olarak görülmesi başlı başına sorunlu bir anlayış.
Şüphesiz bu anlayış, siyasetçilerin zihin dünyalarının kodlarını anlamayı kolaylaştıran bir çerçeve sunuyor.
Özgürlüklerin, siyasi desteği artırmak için kullanışlı bir enstrüman olarak görülmesi, esasen, siyasiler tarafından benimsenen insan hakları yaklaşımının da temelini ortaya çıkarıyor.
Bu sebeple iktidar ve ana muhalefet liderlerinin kadınların özgür giyimleri konusundaki cari sıkıntıları konuşmak yerine, birbirini samimiyetsizlikle suçlamaları gibi garip bir görüntü ortaya çıkıyor.
Maalesef samimiyet konusundaki ithamlarında ikisi de haklı gibi görünüyor…
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Benzer bir yaklaşımı dün açıklanan "Alevi Açılımı" konusunda da görmek mümkün.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandığı üzere ''Cemevlerinin aydınlatma, su ve yapım-onarım giderlerinin devlet tarafından karşılanması" artık mümkün olacak.
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, söz konusu düzenleme hangi açıdan bakılırsa bakılsın, oldukça değerli.
Alevi vatandaşlarımızın en önde gelen sorunlarından biri de Cemevlerinin ihtiyaçlarının giderilmesi hususunda idi. Bu konunun çözüme kavuşturuluyor olması sevindirici.
Türkiye'de siyasi partilerden bağımsız olarak, gelenekselleşmiş olarak kabul edilen devletin Aleviliğe ve Alevilere bakışı, onları ve sorunları görmezden gelmek üzerine kurulu, yani bir nevi yok sayma politikasına dayalı idi.
Bu sebeple dünkü açıklamaları, "yok sayma" politikasından olumlu yönde atılmış bir yumuşama adımı olarak okumak mümkün.
Ne var ki, bu büyük haberin yanında ayrıntı olarak verilen (!) "koordinasyonun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılacağına" dair bilgiler ise olumlu adımın sınırlarını çiziyor.
Habere göre, Bakanlık bünyesinde "Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı" kurulacak ve Cemevlerinin ihtiyaçları bu başkanlık bünyesinden karşılanacak.
Burada zımni bir tanıma var olsa da, temel olarak Cemevlerinin bir ibadethane olarak değil, kültür merkezleri ya da kültürle ilişkili kuruluşlar olarak değerlendirildiği söylenebilir.
Halbuki aslı olan Cemevlerini Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerini yaptıkları mekan olarak; yani bir ibadethane olarak tanımaktır.
Hasılı, bu hafta içinde gündeme gelen iki konudan ortaya çıkan sonuç şu gibi görünüyor.
Özgürlüklerle ilgili düzenlemelerin yapılıyor/yapılacak olması her ne sebeple olursa olsun ülkemiz için sevindirici gelişmeler.
Ancak bu düzenlemelerin bir seçim jesti gibi ortaya çıkması, özgürlüklerle ilgili meselelerde siyasetçilerin zihin dünyası kodlarını da anlamamızı sağlıyor.
Maalesef bu zihin dünyalarının -iktidar veya muhalefet fark etmiyor- pek parlak görünmediğini de ifade etmek gerekiyor.
İş böyle olunca, insan "seçimler keşke 5 yılda bir değil de, 2 yılda bir yapılsa" diye içlenmiyor değil…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish