O coğrafyada patlak veren her olaydan sonra millet sokak ve meydanlara akın edince Mirza Ali Ekper Sabir'in 1908'de kaleme aldığı 'Nedir aya yine isyanları İranlıların' şiirini hatırlıyorum.
'Saçının bir kısmı göründüğü' gerekçe gösterilerek Tahran'da gözaltına alınan, ardından dövülerek öldürülen Mahsa Amini'nin trajedisi İranlıları bir kez daha meydanlara dökünce, bu isyanın sebebini araştırmak da farz oldu.
İran'da neler oluyor? Katı Şii rejim, üzerine oturduğu fay hatlarında Mahsa Amini olayının daha ciddi çatlaklar oluşturacağını tahmin edemedi mi?
Yoksa artık tahmin etme durumları da geride kalarak süreç 'Ya Hero Ya Merro' noktasına mı geldi?
Dünyanın ilgisinin de bir anda İran'a yönelmesine neden olan Mahsa Amini olayı unutulup gidecek mi, yoksa Tahran rejimi için daha büyük baş ağrıları yaratmaya aday bir olay hüviyetine mi bürünecek?
Bu soruların cevabını almak maksadıyla Independent Türkçe için, İran Azerbaycan'ı konularında Türkiye'nin önemli araştırmacı-yorumcularından Halit Kakınç'ın görüşlerine başvurduk.
Kakınç, "Başörtüsü yüzünden patlak veren ve ölümle sonuçlanan olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Rejimi devirmeye aday bir gelişme mi, yoksa yeni tutuklama dalgası için rejimin eline verilmiş bir bahane mi?" sorusunu şöyle yanıtladı:
Rejimi devirmeye aday bir gelişmedir bence. Baskılar, insan haklarını hiçe sayan uygulamalar. İran, Şah döneminden bile beter bir hale geldi. Ekonomik yönden de tam anlamıyla bir sömürü düzeni egemen oldu İran'da.
Halihazırda İran denince, 1058-1111 yılları arasında yaşamış olan düşünür İmam Gazali'nin şu sözünü hatırlıyorum:Yüzyıllık baskı bile, bir günlük kaostan daha iyidir...
"İran halkı, Şah döneminin o beter mi beter baskısını bile arar hale geldi"
"İran, gerçek anlamda bir kaos ülkesidir. İşin esprisi, hani neredeyse, İran halkı, Şah döneminin o beter mi beter baskısını bile arar hale geldi" diyen Halit Kakınç, gelişmelerin, liderlerin meydanlara çıkmasını talep ettiğini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:
Daha 30 sene öncesinden çok destek verdiğimi Güney Azerbaycan Milli Uyanış Hareketi'ni gözlerim arıyor. Mahmut Ali Çehrekani'yi arıyorum. Arşivlere baktığımda Independent Türkçe'nin üç sene önce Mahmut Ali Çehrekani'yle mülakat yayımladığını gördüm.
Çehrekani şöyle demiş:'(…) İran isimli ülke, bin seneden fazla sürede aralıksız Türklerin kurduğu devletler tarafından yönetilmiştir. Toprağı sıksan, her karışından Türk kanı fışkıracaktır. Günümüzde de İran nüfusunun yarısını Türklerin oluşturmasına rağmen, biz orada azınlıkların sahip olması gereken haklara bile sahip değiliz. Fars din adamları, Türklerin dilinin cehennem dili olduğunu iddia ederek bizim tarihimizi inkâr ediyorlar. Türkiye'nin İran'a ilişkin stratejilerini gözden geçirmesi gerektiğine inanıyorum. Güney Azerbaycan, gelecek stratejilerini oluşturmada Türkiye'nin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Türkiye'nin kırk milyonluk Güney Azerbaycan Türkü'ne sahip çıkması gerekir. Her zaman şuna vurgu yapmışızdır: Milletimizin dediği olacaktır, bu kaçınılmaz durumdu. İran gibi çağdışı ülkelerde, özgürlüğün bedeli de can ve kandır.'
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Modern özgürlük, siyasî birlikteliği sağlamış her toplum için siyasal bir idealdir"
Halit Kakınç son olarak, "Toplumsal özgürlük kelimesinin anlamı; bir toplumdaki bireylerin bireysel… Dolayısıyla da söz konusunu toplumun toplumsal olarak bir başka güç tarafından kısıtlanma, zorlamaya, sınırlamaya bağlı olmadan düşünme, ifade ve davranışlarını açıkça dile getirebilmeleri durumu. Modern özgürlük kavramı hem bireyler için hem toplumlar için çok önemlidir. Modern özgürlük, siyasî bir birlikteliği sağlamış her toplum için siyasal bir idealdir. Olmak zorundadır" ifadelerini kullandı.
Bu kez Azerbaycan kökenli nüfus belirli hakları elde edecek mi?
İktidarın 1925'te Kaçarlardan Pehlevilere geçmesinden sonra Azerbaycan'da bölgeleri (Güney Azerbaycan)sadece bir sene özgür yaşayabildi: İkinci Dünya Savaşı yıllarının sonunda ortaya çıkan konjonktür, Azerbaycan nüfusuna Tebriz merkezli milli devlet kurma fırsatı sağladı.
Ancak ABD'nin talebi ve yeni paylaşımlar için varılan anlaşmalar üzerine SSCB desteğini çekti ve Şahlık rejimi Azerbaycan devletinin varlığını sonlandırmakla kalmayıp 10 binin üzerinde insanı katletti.
1979 İslam Devrimi'nin de Tebriz'den başlamasına rağmen, rejim dini temeller üzerinde kurulunca Güney Azerbaycan haklarından yine mahrum kaldı.
Onun için İran'da karışıklıklar baş gösterince özellikle Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyetleri vatandaşlarının gözü 'Acaba bu kez Azerbaycan kökenli nüfus belirli hakları elde edecek mi?' diye komşu ülkeye yöneldi.
İslam Devrimi'nden sonra yurt dışına gitmek zorunda kalmalarına rağmen, Güney Azerbaycan'ın özgürlüğü uğruna mücadeleyi dışardan verenler, gelişmeleri haliyle daha yakından izliyor.
ABD'nin İllinois Eyaleti'nin Chicago kentinde bulunan Güney Azerbaycan (Günaz) TV kanalının imtiyaz sahibi Ahmad Obal, gelişmelerle ilgili Independent Türkçe'nin sorularını yanıtlarken süreç içinde Türkiye ve Azerbaycan'a bazı kaygılarını da dile getirdi:
Olayların 22 yaşındaki Mahsa'nın polis karakolunda öldürülmesiyle başlayıp tüm İran'a yayıldığını biliyoruz. İran'da Azerbaycan bölgeleri ayakta. Burada dikkati çekmemiz gereken nokta Azerbaycan Milli Harekatı liderlerinin bir kısmının bu gelişmelere katılmayarak geri planda kalmayı yeğlemeleridir. Bunun bilinçli şekilde yapıldığını ifade etmek isterim. Liderlerin bu durumlarda yakalanmalarını istemememize rağmen, onların bir kısmını evlerinden alıp götürdüler.
"Devrimin ayak seslerinin geldiğini söyleyebiliriz"
Protestolarda kadınların ve Z kuşağının ön planda olduğunu hatırlatan Ahmad Obal, "Gençlerimizin ana sloganları; 'özgürlük, adalet, milli yönetim.' Her şeye rağmen mücadelenin önderleri ön saflarda olmayınca yanlışlıkların yapılması da kaçınılmaz oluyor" dedi.
Obal, sözlerine şunları ekledi:
Bu defaki protestoları farklı kılan en önemli husus eylemcilerin yüzde 70'den fazlasının 25 yaşın altında olmasıydı. Bu bakımdan biz devrimin ayak seslerinin geldiğini söyleyebiliriz.
Bugüne kadar durduramamalarına rağmen (rejim), bundan sonraki aşamada aşırı kan dökerek gelişmeleri durdurabilirler. Ancak artık halkın korkusu kalmadı, bilakis devlet korkuya kapıldı.
Gelişmelerin en faydalı yanlarından biri de budur. İnsanların ülkenin farklı noktalarından başkente akın ederek her gün kentin farklı noktalarında yapılan eylemlere katılması yönetimi resmen bozguna uğrattı. Sonucunun nasıl olacağını bilseydim, kuşkusuz Chicago'da oturmazdım (gülüyor). Ancak her hâlükârda bu eylemin rejime ağır darbeler indirdiği aşikar.
Ahmet Obal, "Bu protestoların daha öncekilerden farklı olduğunu ifade etmem gerekir. Bundan önceki gösteriler azami 3-4 gün içinde sona eriyordu. Örneğin akaryakıt fiyatlarının yükselmesine karşı yapılan gösteriler bir anda durmuştu. Bunun ana nedeni farklı bölgelerin aynı anda protestolara katılmamasıydı. Burada ise tüm kesimler aynı zamanda protestoya kalkıştı. Türk, Kürt, Arap, Fars, Beluc, Gilek tüm etnik toplulukla meydanlarda. Bundan önceki dönemlerde kadınlar meydanlarda yok gibiydi, şimdi ise kadınlar çoğunluğu teşkil ediyor" diye konuştu.
"Rejimin öyle hassas bir zamanı ki, çöküşün bir ay mı bir yıl mı süreceğini kestirmek zor"
Obal, "Yönetimin kendi içinde de çatlaklar oluşuyor. Dini Lider ölüm döşeğinde, ekonomik durum giderek daha da kötüleşiyor, nükleer anlaşmanın henüz imzalamaması durumu daha da ağırlaştırıyor. Bu eylemler, rejimi öylesine hassas bir zamanda yakaladı ki, çöküşün bir ay mı bir yıl mı süreceğini şimdiden kestirmek zor. Ben Şah'ın devrilmesi protestolarına katılmıştım, bir sene sürmüştü. Bugünkü rejim için biraz daha fazla da olabilir. Çökmüş ekonomiyle siyasi sistemde reform yapılmasının hiçbir imkanı yok. Bu sürecin sonunda millet kazanacaktır" dedi.
"Liderler olarak biz, millete son gücünü kullanması tavsiyesinde bulunmak yerine, aktif kalmasını telkin ediyoruz" diyen Ahmad Obal, sözlerini şöyle sürdürdü:
Çünkü rejimin çöküşünün son aşamasına tam hazır değiliz. Ancak tam hazırlıksız olduğumuz da söylenemez. Biz mevcut durumu iyi olarak değerlendirmemize rağmen, rejimin çabuk yıkılması durumunda farklı angajmanların devreye girebileceğinden tedirginiz. Ki bunun başında Tahran rejiminin yıllardan beri Türkiye ile sınırda 'terör şeridi' yaratma planının olması geliyor. Biz Türkiye'den de Azerbaycan'dan da bu duruma hazırlanmasını rica ediyoruz.
"Devlet olarak yeri geldiğinde gerekli müdahalenin yapılmasına hazır olunmasını istiyoruz"
Ahmad Obal, "Hayır, biz oraya ordu yerleştirilmesini veya silah sevk edilmesini istemiyoruz. Devlet olarak yeri geldiğinde gerekli müdahalenin yapılmasına hazır olunmasını istiyoruz. Bu bağlamda Türkiye ve Azerbaycan Cumhuriyetlerinin İran'daki Azerbaycan bölgelerini (Güney Azerbaycan) destekleyeceğine inanıyoruz. Çünkü 30 milyonluk bir Türk etnisitesi söz konusu ve bizim Türkiye ve Azerbaycan dışında hiçbir desteğimiz yok. Ortalığın karışması durumunda 1-2 milyon insan bölgeyi terk ederek nereye gidecek; Türkiye'ye veya Azerbaycan'a. O günlerin gelmemesi için şimdiden ciddi diplomatik çalışmaların yapılması gerekir. Bu gözlemimizin gerçekleşmesini Mili Harekatımızın başaracağına inanıyoruz. Biz uluslararası platformlarda çalışmalar yürütüyoruz ancak bunu hızlandırmamız ve daha güçlü şekilde örgütlememiz icap ediyor. Hepimiz buna mecburuz. Tahran rejiminin terör örgütüyle planladığı işbirliğine karşı toplumumuz da kendi hazırlıklarını yapıyor" ifadeleriyle sözlerini tamamladı.
"Mahsa Amini olayı rejimin temel yapısındaki önemli çatlakları gün yüzüne çıkardı"
İran'ın Azerbaycan bölgelerinin (Güney Azerbaycan) mücadele tarihine ilişkin önemli eserlerin altına imzasını atan araştırmacı-yazar Rıza Talebi'ye göre, son gelişmeler daha geniş bir perspektifte değerlendirilmeli.
Talebi, İran Azerbaycan'ının en basit hakları elde etmesi konusunda toplumsal liderliğin ön plana çıkarak kurucu rol üstlenmesinin artık kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
Araştırmacı yazar Rıza Talebi, Independent Türkçe'ye şu değerlendirmelerde bulundu:
Geçtiğimiz on yılda dünya genelindeki protesto eylemlerinde bir 'lidersizlik' durumunun yaşandığını görüyoruz. Tunus'tan çaresiz bir gencin 2010 sonlarında kendini yakmasıyla Arap Baharı süreci başladı ve ayaklanma hızla tüm bölgeye yayıldı.
Birbirine bağımlı sistemlerde tek bir eylemin bazen bir kıtayı etkileyebildiği bir dönemde, kuramcıların 'yavaş değişim' diye nitelendirdiği süreçlerde bir anda domino taşı etkisi yaşanıyor.
Meydanları dolduran kitleler, eylemlerinin zaferle sonuçlanıp sonuçlanmayacağını düşünmeden protestolarını zamana yayılan kalkışmalarla sürdürüyor.
Bunun çarpıcı örneğini Fransa'da kah parlayıp geri çekilen 'Sarı Yelekliler' örneğinde görüyoruz. Emmanuel Macron'un eylemleri 'gayrimeşru' diye nitelendirmesine rağmen, protestocular bazen şiddete başvurmaktan da geri kalmıyorlar.
Ortadoğu'daki eylemlerin kısıtlı da olsa demokratik değişim süreçlerine evrilme başarısı gösterememesi hayal kırıklığı yaratırken, durum kitlesel eylemlerin asla gündemden çıkmadığını ortaya koyuyor. Bugün İran'da cereyan eden gelişmelerin de sebep ve niteliği de aynı.
İran'daki gösterilerde, 1990 ve 2000'li yıllarda doğan Z kuşağının meydanlara "lidersiz ve ideolojisiz" çıktığını belirten Rıza Talebi, "Katı Şii rejim senelerden beri uyguladığı politikalarla yeni kuşakların huzursuzluğuna yol açtı. Ancak genç kuşakların o politikalara tepkisinin çok sert olduğunu gördük. 'Saçının bir kısmının görünmesi'nden dolayı karakolda polisler tarafından dövülerek öldürülen Mahsa Amini katı Şii rejime karşı yeni devrimin sembolü haline geldi. Senelerden bu yana kadın haklarını kısıtlayan ve hatta büyük kentlerde onlara hayatı zehir eden rejimin bu kendi hareketlerine hak kazandırmaya çalışması toplumun hoşnutsuzluğuna sürekli benzin dökerken Mahsa Amini olayı rejimin temel yapısındaki önemli çatlakları da gün yüzüne çıkardı. Ve nükleer müzakereleri manipüle ederek ülke içindeki durumu daha da katılaştırmayı hedefleyen Şii rejim bir anda milyonların protesto gösteriyle yüz yüze kaldı" dedi.
"Bunların hepsi mezarlıktan geçerken çalınan ıslıklar misali sözler"
Eylemlerin, niteliği incelendiğinde, rejimin bundan sonra katı kuralları uygulamakta ciddi sıkıntılar yaşayacağını da ortaya koyduğunu belirten Rıza Talebi, sözlerine şunları ekledi:
Siz Dini Lider Hameney'in atadığı Devlet Başkanı İbrahim Reisi'nin New York'ta 'İran'da tesettür bir örf-adet geleneğidir' demesine bakmayınız, bunların hepsi mezarlıktan geçerken çalınan ıslıklar misali sözlerdir. Tahran'ın katı Şii rejiminin ilerleyen dönemde daha da derinleşecek olan sorunların üstesinden gelmek için bu gibi bahanelere sığınması asla kurtarıcı bir rol oynamayacaktır.
İşte rejimin analiz merkezi elemanlarından Koshki'nin sarf ettiği; 'İnsanların karar verme hakkı yoktur, bu ülke şeriat yasalarıyla yönetilmektedir' sözlerinin de gençlerin başını çektiği kitlesel eylemleri yatıştırmakta etkili olacağının düşünülmemesi gerekir.
"Tüm etnik grupların dayanışmasıyla katı Şii rejimi daha çok sıkıntı yaşayacak"
İran'daki protestoların son yıllarda önemli ölçüde arttığını hatırlatan Rıza Talebi, Tahran rejiminin halkla iletişim kurmak yerine protesto eylemlerini bastırma yolunu tuttuğuna işaret etti.
Talebi, "Azerbaycan bölgelerinin durumunu izleyen kimi yorumcuların Kürt grupların bu eylemlerde yer almaması gerektiğini önü sürmesine rağmen, genel olarak eylemlerin beynelmilel bir nitelikte olduğu görüşü ağır basıyor. Gelişmelerin bundan sonra da İran'daki tüm etnik grupların dayanışması ortamında sürmesi durumunda katı Şii rejimin daha çok sıkıntı yaşayacağını şimdiden görmek asla zor değil" şeklinde konuştu.
İngiliz araştırmacı Edward Brown, 'Persian Revolution' (1905-1909) isimli kitabında "Tahran'da parlamentonun açılmasına rağmen toplantılar çok sönük geçmekteydi. Tebriz ve diğer Azerbaycan bölgelerinden seçilmiş milletvekillerinin Tahran'a ulaşmasından sonra parlamento bir anda canlandı" şeklindeki bir tespitini okurlarla paylaşmıştı.
Kaçar monarşisine karşı Azerbaycan bölgelerinde isyanların güçlenmesi üzerine Mehmet Emin Resulzade 1908 yılında önce bölgeye, daha sonra Tahran'a giderek demokrasi hareketlerine büyük destek vermişti.
'İran Türkleri' terimini siyaset literatürüne kazandıran şahsiyet de Mehmet Emin Resulzade olmuştu.
İran Meşrutiyet Devrimi'ne kalemiyle en güçlü desteği veren kişi ise Mirza Ali Ekper Sabir idi.
Ki Sabir vefat ettiğinde yakın arkadaşı Abbas Sıhhat, "Sabir, İran inkılabına bir ordudan ziyade hizmette bulunmuştur" diye son derece isabetli bir değerlendirme yapmıştı.
İşte Mirza Ali Ekper Sabir'in 1909 yılında İran Meşrutiyet Devrimi'nin Tebrizli lideri Settar Han'a yazdığı şiirin bir parçasını okurlarla paylaşalım:
Aferin Tebriziyan (Tebrizliler) ettiz acep ahde vefa
Dost ü düşman el çalıp eyler size sed (yüz) merhaba
Çok yaşa, devletlü Settar Han, efendim çok yaşa
Çün bu hizmetler bütün İslam'adır, insanadır
Aferinim himmet-i vala-i Settar Han'adır.
Bu kadar aydın çizilmiş bir yol haritası varken, farklı bir yol aramaya gerek var mı acaba?
* "Hak medetkar oldu Azerbaycan Etrakına"; Azerbaycan Türkletine yardımcısı oldu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish