Eski dini mekanlara; tapınak ve antik alanlara hep ilgim oldu. Bu ilginin nedeni, bir dine mensup olmam ya da olmamam değil; en görkemli mekanların din adına benzersiz inşa edilmesi.
Bu tür mekanlar çoğunlukla hem çok fotografik öğe taşır, hem de inancın insana neler yaptırabileceğini bizlere gösterir.
Gözlerden uzak, ulaşılması güç ve biraz da gizli kalabilecek yerlerde inşa edilmeleri insan için hep gizemlidir.
Bu yapılardan biri de Sümela Manastırı. Sanırım adını duymayan yok. Hakkında binlerce yazı, yüzlerce kitap yayımlanan ve belgesel çekilen manastırı her yıl, her dinden yerli yabancı binlerce kişi ziyaret ediyor.
Kimisi meraktan, kimisi bu olağanüstülüğe tanıklık etmek için zahmetli yoluna katlanarak, manastırı görmeye geliyor.
Ben de Karadeniz'e gelmişken ışığın rotasını izleyerek Sümela Manastırı'nı görmek için yönümü Trabzon'a, oradan da daha iç kısımlarda bulunan Maçka İlçesi'ne çevirdim.
Uzun ve zahmetli bir yoldan sonra Maçka'nın ormanla kaplı dolambaçlı yollarından geçerek manastırın bulunduğu Altındere'ye ulaştığımda kendimi yemyeşil bir vadinin içinde, bambaşka bir dünyada hissettim.
Buradan sonra yol Kültür Bakanlığı'nın tasarrufunda minibüslerle sürüyor. Birinci etap birkaç kilometrelik bir yol, kaşla göz arasında son buluyor. Burada yolcular bir süre bekletiliyor.
Meryem Ana Deresi olarak da bilinen alanda dinlenme yerleri yapılmış. Yaz mevsimi olmasına rağmen Altın Dere müthiş bir hızla akıyor, kıvrılarak orman içinden kendine derin yollar açarak Karadeniz'e dökülüyor.
Anlaşılan Kültür Bakanlığı burada ticari bir alan yaratmak, gelenleri bir süre daha tutmak için böyle bir yol bulmuş.
Buradan tekrar aynı nitelikte ama farklı minibüse binerek yol alınıyor. Yollar dere boyunca ve dağın dik yamacını yara yara kıvrılarak ilerliyor.
Yol boyunca orman daha sığ ve gökyüzüne doğru uzayan çamlar dikkatleri çekiyor. Bu yolda yeşilin bütün tonlarını ve derenin süt gibi köpüren suyunu görmek mümkün.
Bu güzel doğaya yaya olarak tanıklık etmek henüz mümkün değil. Yaya yolu için belli belirsiz bir çalışma göze çarpıyor.
Bir hareketlilik olmasa da dere boyunca bazı alanlarda dağa doğru uzanan yaya yolları için demirden iskeletler yerleştirilmiş.
Araba ile alınan yol manastıra 300 metre kala son buluyor. Buradan sonra daha dik bir yaya yolu ziyaretçileri bekliyor.
Hayatımda gördüğüm en doğal, en görkemli ağaçlarla kaplı yolun farklı bir heyecan verdiğini, kendimi Yüzüklerin Efendisi filminin setinde hissettiğimi söyleyebilirim.
Yol boyunca yüzlerce yıldır köklerini toprağa salan yaşlı ağaçların bulunduğuna tanıklık ederek yokuş yukarı ilerleniyor.
Yer yer eski kayalara oyulan merdivenlerden, yer yer Kültür Bakanlığı'nın inşa ettiği ahşap zeminden ilerleyen yol bana antik çağları çağrıştırıyor.
Yol merdivenlerden dolayı birazcık yorucu olsa da çevredeki dağların, dere ve vadilerin manzarası insanı diri tutuyor, bol oksijenli nefes alarak ilerlemesini sağlıyor.
Tırmanma basamakları bitip, manastırın giriş kapısına gelindiğinde bütün vadi gözler önüne seriliyor. Manastırın yapıldığı yükseltiye Karadağ deniliyor.
Kapkara kayalar ve iç içe geçmiş çamlarla kaplı devasa kayalar oldukça etkileyici. Ayrıca Altındere'nin iki yakasında bulunan yemyeşil dağlar sisli tepeleriyle insanı kendine çekiyor.
Manastırın kalın duvarlarından içeri girildiğinde bu kez iniş için bir taş merdivenden ilerleyerek Sümela Manastırı'na varıyorsunuz.
Buradan sonra zaman geriye, birkaç asır öncesine dönüyor. Ortaçağ hatta ötesi bir atmosfer karşılıyor sizi.
Manastırın insan eliyle yapılan binalarından çok, kayanın içine doğru oyulan, duvarlarına frenksler yapılan kilise, görkemini hala kaybetmemiş.
Burasının muhtemelen doğal bir mağara olduğu, burayı inşa edenlerin bu içe doğru olan derinliği biraz daha kazarak bir mekan oluşturulduğu anlaşılıyor.
Vadiye bakan kısımlarda sosyal donatlar inşa edilirken, içerde ise kilise ve rahip evleri inşa edilmiş.
İçeriden dağların görkemini, karşı tepelerden ise yapılan manastırın dış cephesini kaplayan sosyal donatların ihtişamını görmek mümkün.
İnsan burayı ve buraya benzer yerleri gördüğünde ister istemez oturup, düşünüyor;
Neden bu kadar zahmetli yerlerde mabetler yapılmış?
Buna benzer yapılar Kapadokya ve Ihlara Vadisi'nin derinliklerinde de var. Özellikle Ihlara Vadisi'nde kayalara oyulmuş onlarca kilise ve mabet var.
Keza aynı durum Hatay Saint Pierre Kilisesi'nde de görülüyor.
Kayalara oyulan ve gözlerden uzak, ulaşılması güç yerlerde inşa edilen manastır ve kiliseler.
Sümela Manastırı'nda Ihlara Vadisi'nin tersine dağın dik yamacında doğal bir mağara önce merkez seçilmiş ve süreç içinde manastır inşa edilmiş.
Bugünkü şartlarda bile ulaşımın güç olduğu, yer yer imkansız hale geldiği düşünülürse, 1600 yıl önce insanların ne tür zorluklara katlanarak burayı manastıra çevirdiği anlaşılıyor.
Buranın gizemli yapısı insanda müthiş bir merak uyandırırken, şu soru gündeme geliyor:
Burayı inşa edenler kimden, neden kaçtı bunca çetin yere?
Ya da bu kadar ulaşılması güç bir yerde neden manastır yapıldı?
Daha kolay bir yerde inşa etmek, insanları daha kolay çekmek varken, neden dağların içine doğru bir yönelim oldu?
Birilerinden mi kaçtılar, yoksa inançları gereği çetin yerler mi seçtiler?
Kafamda yanıtlanması gereken onlarca deli soruyla kalabalık ziyaretçi grup arasında dolanıp durdum.
Manastırın ziyarete açık bütün bölümlerini gezerken, inancın insana neler yaptırdığına da tanık oluyordum.
1600 yıl önce inşa edilen manastırın duvarlarında Hiristiyanlık ile ilgili bütün rivayetler resmedilmiş.
Bu resimler bile tek başına Hristiyanlık için paha biçilmez bir zenginlik.
Gerçi çoğu tahrip edilmiş, kazılmış, yer yer bilerek zarar verilmiş. Adlarını yazan, inancının sembolünü kazıyanların bini bir para.
Ama buna rağmen Sümela Manastırı hala bütün ihtişamını koruyarak çağlar öncesinden insanlara sesleniyor.
1923 yılına kadar oldukça popüler olan manastır, bu tarihten sonra kaderine terk edilmiş olsa da çevrede zaman zaman ziyaret edilen bir yer olur.
1972 yılında Kültür Bakanlığı'na geçen manastır restorasyonu yıllarca sürer ve 2010 yılında nihayet ziyarete açılır ve artık müze olarak varlığını sürdürür.
Restorasyonun halen sürdüğünü belirtmek gerekiyor. Kapalı olan bölümlerde ne var bilmiyorum ama sanırım asıl ünü ziyarete açık olan mağaradan manastıra dönüştürülen kısımdan alıyor.
Sümela Manastırı kartal yuvası gibi dağların eteğinde, oyulan devasa kayaların içinde bulunuyor. Manastırın önemi de sanırım buradan ileri geliyor.
Sümela tam bir inziva yeri, hem göğe yakın, hem de karanlık ormanların içinde.
Sanırım bu yönü, asırlar boyu özelliğini korumuş…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish