Aydınlanma çağı sonrası Batı elitlerinde din(ler)e yönelik negatif tutum ve pozitivizmin yükselişi muhafazakar çevrelerin de kendi savunma mekanizmalarını geliştirmelerine yol açtı.
Bu savunulardan biri de aslında tüm felsefecilerin, düşünürlerin ateist olmadığı, dindar filozof ve bilim insanlarının da var olduğunu mümkün olduğunca vurgulamak oldu.
Tolstoy (9 Eylül 1828-20 Kasım 1910) gibi dünya edebiyatının dev isimlerinden birinin din olgusunun kendisine yönelik yaklaşımları da bu çerçevede değerlendirildi.
Tolstoy'un Çarlığa karşı anarşist tutumu, Kilise ile girdiği teolojik ve siyasi çatışma Türkiye'de de hem pozitivist-dindar geriliminin argümanlarından biri olarak gündeme alındı.
Dindar kimi çevreler Tolstoy'u "gizli Müslüman" olduğu Hz. Muhammed'le alakalı kitabının gizlendiğini iddia ettiler.
Soldan bazı araştırmacılar da bu iddialara cevaben, Tolstoy'un deist olduğunu, İslam'ı eleştirdiğini; hatta karşı olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardır.
Tolstoy ismi o kadar büyüktür ki hemen hemen her kesim onun karizmasından faydalanmak istemektedir.
Peki, gerçek Tolstoy bize ne söyler?
Tolstoy'un düşüncelerini anlamak için çocukluğundan itibaren nasıl bir dünyanın içine doğduğunu, aldığı eğitimi, yazdığı edebi eserlere yansıttığı düşünceleri, mektuplaşmalarını, tuttuğu günlükleri, bizzat düşüncelerini detaylandırdığı makale ve kitapları, en yakınındakilerin hakkındaki günlük ve beyanatlarını esas alabiliriz.
Tolstoy henüz 24 yaşındayken günlüğüne şöyle yazar:
İlkelerimin kısa bir formülünü yaptım: 'Tek bir şeye inanıyorum: Güzel Tanrı'ya, ruhun ölümsüzlüğüne ve eylemlerimizden dolayı göreceğimiz ebedi cezaya. Teslisin sırrını ve Tanrı'nın oğlunun doğuşunu anlamıyorum; ama atalarımın inancına saygı duyuyor ve onu reddetmiyorum.'
14 Kasım 1852
Aradan 49 yıl geçtikten sonra 73 yaşında ise Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edildiğinde ise, kararı şu epigrafla başlayarak cevaplar:
Hristiyanlığı hakikatten fazla severek yola çıkan, Hristiyanlıktan fazla kendi mezhep veya kilisesini severek yol alır ve sonunda hepsinden fazla kendini sevmeye varır.
Onun 1901'deki bu girişi tersinden de çevrilebilir.
Kendinden çok benimsediğin metodolojiyi/ekolü/mezhebi sev.
Mezhebin/ekolünden çok dinini/hayat felsefeni/yaşam tarzını sev.
Ama hepsinden çok hakikati sev/öncele…
Peki, 24 yaşında da Teslise inanmamasına rağmen, nasıl bir düşünsel yolculuk ile olgunlaşmıştır?
1879'dan 1910'daki ölümüne kadar, Tolstoy dini ve ahlaki konular hakkında geniş kapsamlı bir etkisi olan bir dizi metin yazdı.
Bunlar, özellikle Tolstoy'un sekreteri ve sırdaşı/yardımcısı Vladmir Chertkov tarafından organize edilenler olmak üzere, ana akım yayıncılar ve radikal basın tarafından yasal ve yasadışı olarak yayımlandı ve ilan edildi.
Filozoflar, Tolstoy'un önemli iddialarını görmezden geldiler. Tolstoy'un 19'uncu yüzyılın 'ideolojik savaş meydanında' kısa sürede yok olan bir anomali olarak anlaşılan felsefesi. (David Matual, 'The Gospel according to Tolstoy and the Gospel according to Proudhon’, Harvard Theological Review, 75 (1), 1982, 117-28.; Isaiah Berlin, The hedgehog and the fox: an essay on Tolstoy’s view of history, London, 1953, 82)
Örneğin, Isaiah Berlin olgun Tolstoy'u başarısızlığa mahkûm özgün ama inatçı bir düşünür olarak betimler - 'insan yardımının ötesinde, Colonus'ta kendi kendine kör bir şekilde dolaşan umutsuz bir yaşlı adam.'
Coleridge, Arnold, Carlyle, Mill ve Comte gibi meşgul olan Tolstoy, çağını karakterize eden en büyük yol göstericilerden biri olarak anlaşılabilir (Basil Willey, Nineteenth century studies, London 1949).
Çağdaşları gibi, Tolstoy da Aydınlanma filozoflarından yoğun bir şekilde etkilenmiş ve kendi hakkında şüphelerle boğuşmuştur.
Ortodoks Hristiyanlık, materyalizm felsefesinden memnun değil ve sanayileşmenin toplumsal etkisinden dehşete düşmüş durumda.
Zamanın ortaya çıkardığı sorunlara onun çözümü, hem materyalizmden hem de dini ortodoksluktan vazgeçerek, bir yorumcunun dediği gibi, 'bir tür etik bilinç' (Natasha Sankovitch 'Readers' experience of repetition in Tolstoy' TSJ 3, 1990, 49-61.) ya da bir tür üniteryan düşünceyi benimsemekti: Üniversalizm (Evrenselcilik) (Moulin, D. (2017). Tolstoy, Evrenselcilik ve Dünya Dinleri. The Journal of Ecclesiastical History Cilt 68, Sayı 3 Temmuz 2017, s. 570-587).
Tolstoy'a göre evrenselci din:
Yaratıcı her şeyin kaynağıdır; Her bireyde bu kaynaktan gelen bir öz, bir de görüntü vardır ve o birey kendi hayat biçimiyle bu özü büyütebilir ve küçültebilir; bu kaynağı çoğaltmak için tutkularını dizginlemeli ve içindeki sevgiyi çoğaltmalıdır; kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır.
(Tolstoy 2009b: 50)
Berdyaev, Tolstoy'un ahlakının din dışı herhangi bir otoritede temellenmeyeceğini ifade eder.
Tolstoy, İncil'i ahlak yasasının ve normunun ifadesi olarak görmüştür ve ona göre, "İncil'in öğretisi, insanın kolayca gerçekleştirebileceği ahlaki anlayıştan ibarettir" (Berdyaev, Nikolay. İnsanın Yazgısı. (Çev: Hüsamettin Arslan). İstanbul, Paradigma Yay. 2012, Sf.123).
Tolstoy'un dinsel anarşizminin amacı, kilise Hıristiyanlığının gerçeklerini yıkıp yerine sağlam bir din kurmaktır.
Bu amaçla İncil'i doğrudan doğruya orijinal metninden okuması gerektiğine inanmış ve İncil'in ilk metninin dili olan İbraniceyi ve Yunancayı öğrenmiştir (Berdyaev, Nikolay Aleksandroviç. (1998). Dostoyevski. (Çev: Ender Gürol). İstanbul: Kavram Yayınları. Sf.158)
Bütün yorumlardan bağımsız olarak İncil'i okumuştur.
Görüldüğü gibi Tolstoy'un dinsel anarşizmi bireyle Tanrı arasındaki sahte kurumları yadsımaktan ibarettir. Bu yadsıyış süreci, kiliseden kopuşunda etkili olmuştur.
Neden aforoz edildi?
Tolstoy 1901'de Moskova ve Kiev metropolitleri tarafından imzaladığı belge ile aforoz edildi.
Bu karar Tolstoy'un 1901'e kadar geliştirdiği Üniversalist Din söylemi sebebiyle verilmişti.
Peki, Tolstoy bu anlayışa nasıl ulaşmıştı?
Öncelikle çocukluğundan, gençliğinden bu yana aşama aşama sorguladığı Hristiyan ilahiyatına yönelik eleştirisini 1887'de okuduğu Friedrich Schleiermacher'in "Hermeneutik ve Eleştiri" eseriyle şekillendirmiştir.
Tolstoy ve onun İngiliz ve Amerikalı evrenselci muadillerinde ortak olan felsefi kökler, Rousseau ve Alman idealizmiydi.
Tolstoy, Rousseau'nun erken bir öğrencisiydi ve 15 yaşında Ortodoks haçı yerine onun madalyonlu portresini giymeyi seçmişti. (Alymer Maude, The life of Tolstoy: the first fifty years, London 1908, 46)
Tolstoy Alman idealizmiyle ilk kez Kazan Üniversitesi'nde karşılaştı. Doğu Dilleri alanında hiçbir zaman tamamlamadığı bir derece için okurken.
Hayatı boyunca Kant'ı okumaya devam etti ve düşüncesini dini reform için gerekli gördü.
Bir diğer önemli isim ise Friedrich Schleiermacher. Bu bağlantı belki bilim adamları tarafından gözden kaçırılmıştır, çünkü Tolstoy, 1887'de yazdığı en sistematik felsefe çalışması "Yaşam Üzerine" (по жизни pa jizni Çev. Ahmet Mithad Rıfatof Kaknüs İstanbul 2017) eserinde Schleiermacher'e açıkça atıfta bulunmaz, ancak sadece 1902'de daha sonraki bir denemede ona değinir.
Yine de Tolstoy, 1860'ların başlarındaki pedagojik deneyleri sırasında Luther'le birlikte Schleiermacher'i coşkuyla okudu ve Schleiermacher'in iki ciltlik toplu yapıtları Yasnaya Polyana'da bulunabilir.
Schleiermacher ile benzerlikler kolayca bulunabilir (Biblioteka Leva Nikolaevicha Tolstogo v yasnoi poliane [Tolstoy's library at Yasnaya Polyana], 3, Yasnaya Polyana 1999).
Schleiermacher'in dine yaklaşımı bütünüyle yepyeni bir yaklaşımdır.
Zühd bakışına dayanarak, tecrübe edilip hissedilebilecek dine ihtiyaç konusuna inancı o kadar vurguladı ve üzerinde durdu ki din yalnızca hissiyat ve tecrübeye indirgenmiş oldu.
Schleiermacher açısından… Dinin mihrabına yürümek isteyen herkes öğretileri reddetmelidir.
Schleiermacher'in görüşüne göre dindarlığın cevheri bilmek ve pratiğe dökmek değil, mutlak anlamda Tanrı'ya yaslanma bilinci veya başka bir ifadeyle Tanrı'yla irtibatta olmaktır.
Hristiyan öğretileri, Hristiyanlığın dinî duygularının teoloji formunda ifade edilmiş halidir (Tony Lane, A Concise History of Christian Thought (London: T & T Clark (Continuum) and Grand Rapids: Baker, 2006).
Tolstoy'un 1887'den sonra tüm dini yazılarında geliştirdiği argümanın temelini oluşturan din tanımında gözlemlenir.
Tolstoy, dini, yaşamla bir ilişki, rasyonel gerekçelendirmeden önceki niyetin yönü, yaşama deneyimine bağlı olarak tanımlar.
Din belirli bir ilişkidir insan tarafından ayrı kişiliği ile sonsuz evren veya onun kaynağı arasında kurulan bir ilişkidir.
Schleiermacher, 1799'da neredeyse bir asır önce, benzer şekilde, dini, evrenin sezgisi veya bir bireyin sonsuzluğa bağımlılık deneyimi olarak tanımlamıştı (bkz. Friedrich Schleiermacher, On Religion: Speeches to its cultured despisers, ed. R. Crouter, Cambridge, 1988).
Tolstoy'un yanılgısı
Tolstoy'un ahlakçı ve varoluşçu dindarlığı bu arka plan ile şekillenir.
O sebeple Tolstoy, Kutsal Kitap merkezinde şekillenen kurumsal/hiyerarşik Hristiyanlıkla hesaplaşırken genelleme yanılsamasına düşerek tüm dinlere aynı şekilde yaklaşmıştır.
Bu da onun Kutsal Kitap'a olan güvensizliğini diğer tüm kutsal metinlere yöneltmesine yol açmıştır.
Schleiermacher'in mirasçısı olan Tolstoy'u Kutsal metinlerden soğutmuş ancak "varoluş coşkusu" olarak Tanrı sevgisi ile dolduran, dini, metinden çok insanın özünde/doğasında aramaya yönlendirmiştir.
Tolstoy'un Tanrı'yı ve dini değerleri insanın özünde (fıtratında) arama çabası onu deizme yönlendirmemiştir.
O tüm dindarların kendi dinlerinde kalarak ortak öze ulaşmalarını ister. Yeni bir din türetmeyi anlamsız ve gereksiz bulur ancak dine eklenen hurafelerden, türetilen spekülasyonlardan ve polemiklerden arındırılmasını hedefler.
İçine doğduğu Hristiyanlığın bizzat kutsal metinlerinden kaynaklandığından metinlerin içerisinde de bunu yapar.
Bu sebeple 1881'te İncil'i (Краткое изложение Библии или краткое описание / Kratkay islajeniye Bibliy ili kratkaya ıpisaniya) "İncil'in Kısa Bir Özeti" adıyla yeni bir kompozisyonda yazmıştır. Bu metodunu da İncil'inin önsözünde özetlemiştir.
Önsözde Kutsal Kitap'ın ve özellikle de İncillerin tümünün satırı satırına Tanrı sözü olarak kabul edilmesi gerekmediğine vurgu yapar.
Ona göre dini metinler içinde kaybolmak ve metnin yorumlarını çatıştırmak mezheplere yol açmakta ve metinlerin asıl mesajlarını örtmektedir.
O yüzden yorum ihtilaflarını geride bırakarak ana temalara/mesajlara yoğunlaşmak gerekir.
O mesajlar insanın özünde bulunan doğal dinin/erdemlerin ifadeleridir. Tolstoy'un inşa ettiği bu yeni teoloji Schleiermacher'in Hermenötiğinin etkisindedir.
Tolstoy diğer dinleri araştırırken de bu metodolojiyi kullanır. Oysa tüm dini metinleri toplanma, aktarılma ve otantiklik açısından aynı değerde değillerdir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tolstoy özde haklı bir noktayı yani insanlığın doğasında ortak erdemlerin bulunduğu gerçek ve müşterek dinin de bu olduğu hususunu yakalasa da insanlık tarihindeki tüm dini metinleri İnciller üzerinden genellemesi önemli bir yanılgı olmuştur.
Tolstoy, yukarıda da belirttiğim üzere deizmi değil tüm dinlerin özündeki ortak hakikati arar.
Bu arayışta da tabi ki insanın özündeki Hakikate yakınlık açısından dinleri sıralar. Ona göre İslâm Hristiyanlığa göre bu öze daha yakındır.
Tolstoy inancını Doğu Dinleri (Hindu Vedanta Felsefesi, Zen Budizm, Konfüçyüsçülük) ve İslâm ile uyumlu bir düzleme oturtur.
Kendi İncil'ini yazdıktan sonra Tolstoy 1884'de "İtiraflarım-4: İnancım Neden İbarettir?" Başlıklı bir deneme yazar (Исповедь-4 maya ispavid / 4. v çtom moya vera?).
1890'a kadar yeni teolojisini "İnsan Ne İle Yaşar?" gibi kısa öyküler aracılığıyla vaaz etti.
1890'da "Ve ışık karanlıkta parlıyor" (и свет светит в темноте i svet svetit vı tımnatie) adlı piyesi de dini görüşlerini içerir.
1893'te "Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir: Mistik Bir Din Değil Yeni Bir Yaşam Anlayışı Olarak Hristiyanlık" (у вас есть царство божье u vas yest zartsvo bojiye) kitabıyla görüşlerini geliştirir.
Tolstoy ve Müslümanlar
Çocukluğunda "Binbir Gece Masalları" ile tanışmıştır. Tolstoy, Arap kültürü ve dili ile 1844-1845 yıllarında, 1905 yılında Çar I. Aleksandr tarafından kurulan Kazan Üniversitesi'nde Arap ve Türkçe fakültesinde Doğu Araştırmaları okurken tanıştı.
Tolstoy'un Müslümanlarla ilk toplumsal teması ise Şeyh Şamil'in Müridizm hareketi ile olmuştur.
1834-1859 yılları arasında Çarlığa karşı bağımsızlık savaşı veren Müridizm üzerinden Kazaklar ve Hacı Murat romanlarını 1896-1904 arasında yazan Tolstoy'un İslam'ı "manevi yolculuk" [tarikat] açısından gördüğü anlaşılıyor.
Dr. Piotr Stawinski'ye göre bu durum Tolstoy'un Kazan Tatarları ile o dönemde iletişimini engelledi.
Tolstoy geliştirdiği yeni teoloji sebebiyle 1901'de aforoz edilince Rusya'daki Tatar Müslümanlar bu durumu sevinçle karşıladılar.
Nobel ödüllü edebiyatçı Rolland 1911'de kaleme aldığı "Tolstoy'un Yaşamı" adlı eserinde bu durumu şöyle anlatır:
Bu yılın baharında, Rus patrikliğine verdiği yanıt ve aforoz edilmesi fethetti onları. Yüksek ve kesin söz Müslüman dünyasında hızla yayıldı. Yalnız tek tanrıcı kesinlemesini göz önüne alarak, bunda kendi Peygamberlerinin sesinin yankısını bulur gibi oldular, bunu, safça, kendi inançlarına bağlamaya çalıştılar.
Rusya'nın Başkir'leri, Hintli müftüler, İstanbullu Müslümanlar ona mektup yazarak bütün Hıristiyanlığa indirdiği açık yalanlamayı okurken 'sevinçten ağladıklarını' bildirirler; 'o kötü Teslis inancı'ndan en sonunda sıyrıldığı için kutlarlar kendisini. 'Kardeş'leri olarak adlandırır, kendi dinlerine getirmeye çalışırlar.(Rolland, Romain, Tolstoy'un Yaşamı,
Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı, İst. 2021, sf. 130)
1800'ler Volga Tatarları ve Başkirlerin Rus emperyalizminin saldırısı altında olduğu yıllardır.
Kazan kentinde köklü bir İslâmî ilim havzası olmakla birlikte bölgenin işgali sonrası Tataristan yoğun bir misyoner akınına uğramış, Hristiyanlaştırma ile sömürgecilik paralel biçimde yürütülmüştür.
Tolstoy'un Kiliseye karşı bayrak açması da bu yüzden Tatarlar için büyük bir moral destek olarak algılanmıştır (Hristiyanlaştırma siyaseti hakkında detaylı bilgiler için bkz. Imperial Russia's Muslims: Islam, Empire, and European Modernity, 1788–1914, Mustafa Tuna, Duke University, Cambridge University Press 2015).
İşte bu atmosferde Tolstoy, Yasnaya Polyana'ya 760 kilometre uzaklıktaki Kazan Tatarları ile mektuplaşmaya ve görüş alışverişine başlar.
Tolstoy, dini konularda mektup ve görüş alışverişine başlayan Kazan Tatarları da dahil olmak üzere toplumun çeşitli çevrelerinden dayanışma ifadeleri aldı.
O da "Sinod'un kararına cevaben ifade edilen inancımın ana unsurlarındaki oybirliğiniz beni çok mutlu etti. Müslümanlarla olan manevi ilişkileri çok takdir ediyorum" ifadeleriyle cevap verdi.
Tolstoy dinin ve İslam'ın ilişkisini açıklamak için "inanç" (Rusça: vera) ve "güven" (Rusça: dovere) arasında bir ayrım yapmıştır:
İnanç dediğiniz şey aslında güvendir, yani tanınmış birinin söylediklerinin doğru olarak tanınmasıdır; bütün dinler böyle bir güvene dayanır...
Bu güvenden birbirleriyle çelişen binlercesi var ve bu yüzden dünyadaki tüm kötülükler bu güvenden geliyor. Gerçek imân sadece Yüce Emrin varlığını kabul eden inançtır - geldiğim ve geri döndüğüm, uğruna yaşadığım ve bir parçası olduğum Tanrı'dır.(J. Koblov, Graf L.N. Tolstoi i muslim
(Po povodu perepiski L.N. Tolstogo s kazanskimi tatarami),
Kazan 1904, s.4.)
Tolstoy, İsfendiyar Ziaynetdinoviç adlı bir Müslümana hitaben yazdığı bir mektupta, peygamber rolüne herhangi bir taklitçiye olan güvensizliğini dile getirdi ve kendi görüşüne göre her insanın içinde var olan sağlıklı dini inançların kaynağına işaret etti:
İki insanı dinleyelim ama peygamberleri değil çünkü şu an hiçbiri aramızda değildir. Özellikle sıradan insanları dinleyelim. İçlerinden biri sorar: Sizde sadece beden değil, daha fazlası olduğunu hissediyor musunuz?
Herkes bu soruya bedenimizin ötesinde insanın içinde ruhsal, düşünceli ve sevgi dolu bir şey olduğu cevabını verir.
Peki bu ruhsal varlık her şeye kadir midir? Cevap belli evet bu ruhsallığın sınırı yoktur.
Sonra aklen diyoruz ki: Bu nedenle, o varlık sınırsız bir varlık olmalıdır
-İşte bu, kusurlu şekilde kendinizde hissettiğiniz ve parçası olduğunuz Tanrı'dır. Böyle diyor birincisi kişi hem de Allah'ın onu peygamber olarak gönderdiğinden bahsetmeden. Onun söylediğini herkes bilir ve kendi içinde bulabilir.
İkinci kişi yani Muhammed o şu sözlerle başlar:
'İnan bana, ben bir peygamberim ve size söylediğim her şey ve Kur'an'da yazılanlar, bana Allah'ın vahyettiği gerçektir.'
O zaman akılsız olmayan biri sorar: Öğretilerinin Tanrı'dan geldiğine neden inanayım? Onları sana verdiğini görmedim ve senin peygamber olduğuna dair bir delilim de yok.
Budistlerin, Brahminlerin, Mormonların da peygamberleri vardır ve onlar da kendileri için aynı şeyi söylerler. Dolayısıyla peygamber olduğunuzu söylemeniz, beni bu öğretinin ve Kur'an'ın doğruluğu konusunda hiçbir şekilde ikna etmez.
'Yedinci Cennete uçuşu' (Miracı) da görmedim, bu yüzden bu argüman da ikna edici değil. Kur'an'da miraçla ilgili bazı belirsiz pasajlar vardır ve hatta –insanlardan duyduğum gibi- tarihsel olarak yanlıştır. Sadece hissettiklerimle ve düşüncenin ve içsel deneyimin doğrulanmasına neyin tabi tutulabileceğiyle ikna olabilirim.
Bilge olanın cevabı budur... Bu itirazlar bence haklı.
Bunlar sevgili kardeşim, İslâm hakkındaki görüşlerim. İslâm, ancak Muhammed'e ve Kur'an'a körü körüne inanmayı reddettiği ve tüm insanların aklı ve vicdanıyla tutarlı hale geldiği takdirde, tüm gerçek dindar insanların inançlarıyla tutarlı iyi öğretiler haline gelecektir.
Lütfen, sözlerim seni rahatsız ettiyse beni affet. Gerçek kısmen söylenemez - ya tüm gerçek ya da hiçbir şey...(J. Koblov, Graf L.N. Tolstoi i muslim
(Po povodu perepiski L.N. Tolstogo s kazanskimi tatarami),
Kazan 1904, s.11-12)
Tolstoy'a bu eleştirisi üzerine Tatar Müslümanlarından (büyük ihtimalle İsfendiyar Ziaynetdinoviç'ten) cevap geldi:
Sevgili, nazik Lev Nikolayeviç,
İlk mektubunuzda 'Tarikat' teriminin ve Sufi geleneğinin bilgisinden bahsettiniz. Hepsine gereken saygıyı göstererek, Tanrı'nın bilgisinin çilecilik ve dua yoluyla uygun şekilde hazırlanmış bazı insanları etkilemesi gerektiği gerçeğini inkar edemezsiniz. Affınıza sığınıyorum, ama bu, kaynaktan değil, Oryantalist ikincil görüşlerden çıkardığınız 'Tarikat' hakkındaki eksik bilginizi gösteriyor.
Ölçülülük, ahlâkî hayat, Allah üzerinde tefekkür etmek, O'nun varlığının anlamını duyularımızla kavramanın değil, sadece ruhumuzu O'na yakınlaştırmanın yollarıdır. İnsan ruhunun Tanrı'nın bir parçası olduğu konusunda sizinle aynı fikirde olamayız. Bununla birlikte, ruhun Tanrı'yı anlayabileceğine inanıyoruz, çünkü öğretilerimize göre O, Tanrı'ya nüfuz eder ve O'nunla iletişim kurmak için yükselir. Bu şekilde, en inatçı tanrısız insanın ruhuna da olur.
İslâm hakkında Orta çağ önyargılarını tekrarlayan yargınıza gerçekten şaşırdık. Görünüşe göre bu önyargılar bugünlerde Lev Tolstoy'un beğenilerinde dahi zihinler üzerinde kontrol sahibiler.
"İslâm, Muhammed'e ve Kur'an'a körü körüne inancı reddederse ve tüm insanların aklı ve vicdanıyla tutarlı hale gelirse iyi bir din olacağını" söylüyorsunuz. Bu nedenle, sizin düşüncenize göre, İslam'da tüm insanların aklı ve vicdanı ile tutarlı bir unsur olduğu, Hıristiyan önyargısı açısından görülmezse, onlarla tutarsız hiçbir şey olmadığı sonucuna varabiliriz. Thomas Carlyle, 'İyi niyetli gayretin bu adamın (Muhammed) etrafına yığdığı yalanlar kendimiz için utanç vericidir' dedi.
Kahramanlar: Kahramanlara Tapınmak ve Tarihte Kahramanlık Üzerine, Thomas Carlyle)
Bir Müslüman, kendisine karşı kör inanç iddiasının yapılabileceği son kişidir. Muhammed'in Arap kabilelerinin bazı elçilerine öğretilerinin özünü açıklayarak söylediği gibi: 'Bana karşı çıkmayın, sizin için iyi olana', böylece Allah ile aranızdaki iletişimin yolunu açın.
Bizim Müslüman'ın bakış açısına göre, kör bir inanç yoktur, sadece akılla teyit edilen inanç vardır. Sözünü ettiğin adam, makul bir şekilde açıklayamayacağı belirsiz bir şey hissediyor, oysa ben, Müslüman olarak, etrafımdaki her şeyi müşahede edebiliyorum: gökyüzünü, yeri, yıldızları, insanları ve hayvanları görebiliyorum ve ne benim ne de bir başkasının böyle bir şey yaratamayacağını biliyorum.
Bu nedenle, hepsini yaratan bir Varlık vardır. Kendime ilham veriyorum: Burada görmek için görme duyusuna, çiçeklerin kokusunun tadını çıkarmak için koku alma duyusuna, kuş şarkısından zevk almak için duyma duyusuna ve nihayet düşünme yeteneğine sahibim. Kendime bunların hepsini size kimin verdiğini sorduğumda, tek cevap aynı Varlığın bunu yaptığıdır.
Böylece, inanç doğdu - açık, iyi düşünülmüş ve kendini kanıtlamaya dayanan, belirsiz bir duygu değil. Allah'a körü körüne iman yoktur, çünkü Kur'ân tekrar tekrar insan aklına atıfta bulunur.
Muhammed'e olan imana gelince, o bizim ona duyduğumuz saygıyı hak etmiyor mu? Evet, ama şunu söylediğimizi unutmayın: 'Tanıklık ediyoruz ki Muhammed sadece bir kul ve Allah'ın Elçisidir.'
Bu nedenle, başka bir büyük şahsiyette (İsâ'da) olduğu gibi, onun tanrılaştırılması mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim Muhammed'e hitaben şöyle der: 'De ki: Ben sadece sizin gibi bir ölümlüyüm; Bana senin tanrının tek bir Tanrı olduğu vahyedildi.' (Kur'ân 18/110)
Kendine karşı böyle bir tutum, öğretilerini, ruhuna yakın bir şey hisseden bir insana, cennetteki bir melekten değil, onun gibi ölümlü ve yeryüzünde yaşayan birinden gelen tanıdık anlamı ulaşılabilir kılar. Bu, Muhammed'in yüzünü aydınlatan en büyük meziyetlerinden biridir. Kendisi için ne şöhret ne de zenginlik istiyordu. 'İbadethaneler yalnız Allah içindir.' (Kur'ân 72/18)
Bu yüzden alçakgönüllülük, samimi bir bağlılık [İslâm] talep etti, ancak kendisi için değil sadece Tanrı için... Bazen inanıldığı gibi bir tür kaderci alçakgönüllülükle ilgili de değildir, ancak cömertliği için minnettarlıktan, O'nun derin bilgeliği için övgüden, O'nun için çabalamaktan kaynaklanan bağlılıkla ilgilidir. Bu gerçeğin sevgisidir, sonuçta Tanrı Gerçektir. Bu birkaç kelimede İslam'ın özü yer almaktadır.
Tarih, yurttaşlarını bir yanlış anlamadan ve kendi misyonuna kesin bir inançtan kurtarmak için yakıcı bir arzudan başka bir şeye sahip olmayan böyle bir başarı sergileyen başka bir şahsiyet tanımıyor. Ne karşılaştığı zulümler, ne alay konusu olunan ne de hayati tehlike onu durdurabildi. Bu sadece tamamen bir tesadüf değil, aynı zamanda İlahi Takdir'in bir tezahürüydü.
Bu konuyu detaylandırmak gibi bir niyetim yok, çünkü bunun sadece Müslümanların görüşü olduğunu söyleyebilirsiniz. Yine de, ironik bir şekilde 'Yedinci Cennete yükseliş' (Miraç) olarak adlandırılan Muhammed'in Gece Yolculuğu hakkındaki yorumunuz hakkında sessiz kalamam, çünkü muhalifleri tarafından İslam'ın eleştirildiği ana konulardan biridir.
Sizi çok fazla rahatsız etmemek için, kısaca söyleyebilirim ki, Muhammed'in Tanrı hakkındaki öğretilerinin doğruluğuna dair kanıtlarının hiçbiri buna dayanmamaktadır. Dahası, Kur'ân, isterseniz bunun sadece bir rüya, şanlı, hayret verici ve hatta peygamberlik olduğunu, ancak her şeye rağmen sadece bir rüya olduğunu söyler. İşte ayet: 'Sana gösterdiğimiz vizyonu (rüya) verdik.' (Kur'ân 17/60)
Muhammed, 'yükselişini' Tanrı tarafından gönderilen mucizevi bir şey olarak tasvir etmek istemedi, sadece rüyasını anlatıyor. İslâm'ın taraftarlarına gelince, din, bağlılarının metinlerin kendi hakikatlerini yanlış anlamalarından sorumlu tutulabilir mi?
İslâm'ı, kurucusunun rüyasının bir mucize olarak kabul edildiği gerçeğinden dolayı suçlayamayız- bu ilahi doğasının kanıtlarının temel taşlarından biri değildir.
Burada, çok değerli Lev Nikolayeviç, mektubunuz hakkında söyleyeceklerim var. Bu önemli konulardan sizi yormamak için özetlemenin gerekliliğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.(J. Koblow, op.cit., pp.11-18.)
Tolstoy'un Müslümanlara eleştirisi yukarıda detaylıca anlatmaya çalıştığımız gibi din anlayışından kaynaklanmaktadır.
Çünkü ona göre asıl din, mucizeler ile değil yaratılışın doğasında var olan erdemlerde aranabilir.
Ancak Tolstoy'un İslâm'a yaklaşımı eksik ve yüzeysel kalmakta ve "Miraç" konusu üzerinden delilendirildiğini varsaymaktadır.
Buradan da anlıyoruz ki Tolstoy Kur'an üzerinde derinlemesine bir analiz ve çalışma yapmadığını gösterir.
İsfendiyar Ziaynetdinoviç de haklı olarak cevabi mektubunda bu noktaya nazikçe işaret etmiştir.
Tolstoy'un çevresindeki dinleri araştırmaya başlamasından haberdar olan ve o dönemde yeni ortaya çıkmış olan kimi dini hareketler de Tolstoy'la iletişime geçerler.
Bunların başında da Bahailer ve Kadiyaniler gelmekteydi. Her ikisinin de Müslüman kökenli olması açısından önemlidir.
Kadıyan Müftüsü Muhammed Sadık, Tolstoy'a yazdığı 28 Nisan 1903 tarihli mektubunda Mirza Gulam Ahmed'in Mesih olduğunu, Kadıyaniliğin Hz. İsa'nın mezarının Keşmir'de olduğunu kanıtladığını; dolayısıyla bu gelişmelerin Hristiyanlığın İsa'nın gökte olduğu ve Tanrı olduğu inancına çürttüğünü belirtmiştir.
Tolstoy Gulam Ahmed Kadıyani'nin "İslam Öğretilerinin Felsefesi" kitabını da 1903'te okumuştur.
Tolstoy ise bu "tebliğ" mektubunu nazikçe şu ifadelerle reddetmiştir:
İsa'nın ölümünün kanıtına veya mezarının araştırılmasına girişmek boş bir çabadır çünkü akıllı biri asla İsa'nın hala hayatta olduğuna inanamaz...
Mirza'nın şahsına gelince Vadedilen Mesih şeklinde hitap ettiğiniz Gulam Ahmed, onun hakkında yazdığın her şey ve ne olduğu yeni bir Mesih'e ihtiyacımız olmadığı için broşürde yazanlar beni hiç ilgilendirmiyor.
Gerçekten ihtiyacımız olan şey hikmetli dini öğretiler ve eğer Mirza Gulam insanlara böyle şeyler öğretebilirse, ben de bunları memnuniyetle kabul ederim, ama şimdiye kadar sizden böyle bir şey duymadım.
Tolstoy, Bahailik konusunda da bilgilenmek için meraklıdır. Bahaullah'ın Kitabu'l Akdes adlı kitabını 1904'te okumuş Muhammed Abduh'tan yeni çıkan bu akım hakkında bilgi istemiştir.
16 Mart 1909'da da yazdığı bir mektupta Bahailik hakkında şu bilgilere sahip olduğunu görüyoruz:
İran'da doğup daha sonra Türkiye'de yayılan ve burada da doğduğu yerde olduğu gibi kovuşturulup tepelenen ve şu anda Akka'da Bahaullah'ın oğlu çevresinde toparlanmaya çalışan Bahailik hareketidir.
Bahailik öğretisi, Tanrı'ya tapınmayla ilgili olarak hiçbir dışsal, biçimsel ritüeli kabul etmemekte; bütün insanları kardeş bilmekte, tüm insanlık için ortak tek bir sevgi dinini savunmaktadır.
Tolstoy'un Bahailik hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını ancak kendi Üniversalist/Evreselci din anlayışına yakın gördüğünü anlıyoruz.
Yine de Tolstoy Bahaullah'ın peygamberlik iddiasını eleştirdi (bkz. Luigi Stendardo, Leo Tolstoy and the Baha'i Faith trans. Jeremy Fox, Oxford 1985, 15).
Ancak yine Kadıyanilere verdiği cevaptan da yeni Mesih-Mehdi-Peygamberlik iddialarını birer yanılgı olarak gördüğünü de okuyoruz.
Tolstoy'un farklı dinlerin varlığının dinden vazgeçmeyi veya yeni bir din kurma ihtiyacını gerektirdiğini düşünmesinin panzehiridir.
Tolstoy, Ocak 1909'da Yasnaya Polyana'yı Tolstoy'u buraya gelmeye teşvik etmek için ziyaret ettiğinde, Tula Piskoposu'na bunu vurguladı (bkz. Daniel Moulin, Tolstoy, Universalism and the World Religions. The Journal of Ecclesiastical History Volume 68, Issue 3 July 2017, pp. 570-587).
Tolstoy'un fıtrat dini
Peki, Tolstoy İslâm'a karşı mıdır?
Elbette hayır. O, İslâm'ın Hristiyanlık karşısında çok daha yaratılışla/doğal dinle örtüştüğünü düşünür.
Ancak İslâm'ın kendisini tam da Tolstoy'un işaret ettiği doğal din ile özdeşleştirdiğine dikkati çekmek gerekir.
Buradaki anahtar kavram 'fıtrat'tır. Hilmi Ziyâ Ülken'in de belirttiği üzere;
İslâm meşruiyetini ve gücünü mucizelerden değil, hikmetli öğütlerinden ve akla uygun kural ve ilkelerinden alır.
(Ülken, İslâm Düşüncesine Giriş I, 76-77)
Elmalılı Hamdi Yazır da der ki:
O aklın kabule yanaşmayacağı veya bedenin kaldıramayacağı ruhbanlık veya sürekli ibadet gibi şeyleri emretmez.
(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır,
Hak Dîni Kur'ân Dili
(İstanbul: Eser Yayınevi, 1979), 6/3824)
Şirk gibi kulların kullara kulluğuna dair her türlü hiyerarşik tahakkümü zihnin ve kalbin dağılması ve kutsalın yeryüzünde aranması gibi bir inancı reddeder.
Bir dinin hakikatini aklın ilkelerine ve insanın doğasının uygunluğuna göre ölçmek mümkündür.
Bu bağlamda Hz. Muhammed'in "Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecûsî (farklı bir rivayete göre hatta müşrik) yapar" (Buhârî, "Cenâiz", 79; Muslim, "Kader", 22-25) şeklindeki "fıtrat hadisi"ni hatırlayabiliriz.
Ayrıca bu hadiste işaret edilen fıtrat, Allah'ın insana doğuştan bahşettiği "tevhide inanma ve iyi ve güzel olanı sevme" duygusu şeklinde anlaşılabilir.
Çevre faktörlerden bağımsız bir şekilde aklın ve fıtratın doğasına bırakılan birisi, suyun akıp yatağını bulacağı gibi İslâm'ın tevhid ve ahlâk doktrinine ulaşacaktır.
İnsanın buna yatkın bir fıtrata sahip olmasına karşın ateist olması ya da başka dinlere meyletmesi, fıtratına muhalif davranması şeklinde yorumlanabilir (Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, 6/3823).
Bu bağlamda baktığımızda Tolstoy'un vurguladığı din adını koymasa da Fıtrat Dinidir.
Daha Önce Tolstoy ve Abduh'un 1904'teki mektuplaşmalarını konu edindiğimiz makalede de belirttiğimiz üzere Onun dini tercihinin ne olduğu tartışması ise kanaatimce anlamsızdır.
Çünkü Abduh'un ve Tolstoy'un da ifadelerinden de anlaşılmaktadır ki "Müslümanlık" nüfus cüzdanında yazılı bir kültürel kimlik değildir.
Aksine fıtrata sadık kalmak, Allah'a ortak koşmamak/tek tanrıcı olmak ve şayet Kur'an'la bilinçli bir tanışma varsa vahye, Hz. Muhammed'e kasti bir düşmanlık yapmamaktır.
Tüm bu özellikler Tolstoy'da mevcuttur o sebeple şahsı ve Ahireti hakkında hüküm vermek yerine ona Allah'tan rahmet dilemek yeterlidir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki Kur'an bütünlüğünde "kâfir" kavramı vahiyle savaşan kasten bilinçli düşmanlık yapanlar Kur'an'ın işaret ettiği fıtrî erdemlerin üzerini örtmeye, o mesajı kasten bastırmaya çalışanlar için kullanılmıştır.
Tolstoy'un kültürel olarak Müslümanlığını ilan edip etmemesi bunun için anlamsızlaşmaktadır.
Kulların, kullara kul edilmesine karşı mücadele eden ve fıtratına sadık kalan herkes fiilen Allah'a teslim olmuştur. Yani fıtraten Müslim'dir.
Abduh da Tolstoy'a İslâm'ı anlatırken buraya dikkat çekmektedir ve şöyle demektedir:
Allah, insanlığı, fıtratla uyumlu olma sayesinde hidayete yönlendirmiştir. Ve sizi insanlığın yöneldiği o hedefe ulaştırmıştır. Allah, insanlığı, fıtratla uyumlu olma sayesinde hidayete yönlendirmiştir.
Ve sizi insanlığın yöneldiği o hedefe ulaştırmıştır. Ben de bilincine vardım ki insan bilgiyi geliştirmek ve iş üretmek için vücuda gelmiştir. Ki böylelikle insan yorgun düşse de ruhu huzur bulur. Bu şevkle yükselmeye çalışır.
Öte yandan insanlığın fıtrat sünnetinden (doğal yasalardan) uzaklaşmaları sebebiyle yaşadıkları sapmalara şahit oldum. İnsanların bir kısmı gücü kendilerinde toplayarak kendi mutlulukları için başkalarının huzurunu bozdular. Araştırmalarım sonucu taklitçilik/gelenekçilik örtüsünü kaldırıp tevhid hakikatine ulaştım.
Sizin de yükselen sesiniz Allah'ın hidayetine davet ediyor. Sesinize birçok insan olumlu cevap verdi. Pek çok zihni hidayete yönlendiren söyleminiz ve çabanızdaki kararlılığınıza şahidim.
Tolstoy'un bu ifadelere cevabı da şöyle olmuştur:
Mektubunuza cevap vermekte acele ettim çünkü aydınlanmış insanlarla muhatap olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.
Bu karşılaşma insanın içinde doğduğum ve büyüdüğüm inancımdan farklı bir dine mensup olsa bile. Çünkü inanç biçimlerinin farklı ve çoklu olduğuna inanıyorum.
Oysa dinleri aynı olan insanlar arasında da inançlar farklılaşabiliyor. Fakat doğru olan sadece tek bir din vardır. Ve ikimizde o doğru dine inanıyoruz. Bunu böyle varsayarsam umarım hata etmiş olmam.
Mektubunuzda belirttiklerinize dayanarak şunu söyleyebilirim: İnandığım din senin de inandığın, Tanrı'nın ve onun yasasının tanınmasına dayanan ve insanı komşusunun hakkını korumaya çağıran ve kendisi için istediği, sevdiği şeyleri başkaları için de isteyenlerin dinidir.
Tolstoy, Vladimir Sergeyeviç Solovyov'un, 1902'de yayımlanan "Hz. Muhammed Hayatı ve Dini Öğretisi" (Türkçe Çev. Emel Saatçi. İstanbul: Dorlion Yay) eserini okumuştur.
Solovyov kitabında Oryantalist önyargılardan uzak durmaya ve objektif olmaya özen göstermişti.
Tolstoy'un Teârüf-i Müslimîn - 1. Cilt 12. Sayı Eylül 1910'da Osmanlıca yayımlanan mektubunda bahsettiği hadis derlemesi, Allame Sir Abdullah el-Memun el-Sühreverdi'nin kaleme aldığı "The Sayings of Muhammad" (Muhammed'in Deyişleri) isimli eserdir.
Kitap, 1905'te basılmıştır. Sühreverdi kitabı yayımlandıktan sonra Tolstoy ile mektuplaşmış, Tolstoy kitabı, "Muhammed'in Kur'an'a Girmemiş Hikmetleri: L. N. Tolstoy tarafından N. Gusev'in önsözüyle seçilmiştir: Muhammed kimdir?" başlığıyla Rusçaya çevirmiştir.
Kitap 1910 yılında şu başlıkla Rusça'da yayımlanmıştır:
Zamechatelnye mysliteli vseh vremen i narodov. Izrechenya Magometa ne voshedshe w Koran izbrannye L.N. Tolstym.
Perevod s angliyskogo S.D. Nikolaeva. Izdanye „Posrednika" No. 762, Moscow 1910, p.31
Gusev'in kitaba yazdığı ve Tolstoy'un okuyup onay verdiği önsözünde İslâm hakkında şu ifadeler yer alır:
Bu inancın özü, Tek Gerçek Yüce Tanrı'dan başka ibadete layık ilah olmadığı, O'nun merhametli ve adil olduğu ve her insanı inancına ve dengesine göre ayrı ayrı yargılayacağı gerçeğine dayanıyordu.
Tanrı salihlere esenlik, zalimlere ise lanet demek olan iyi ve kötü amelleri yargılayacaktır. İnsanların birbirlerini olduğu kadar O'nu da sevmelerini ister. Allah sevgisi duada, başkalarına şefkatte, yardımda ve bağışlamada ifade edilir.(Izrechenya Magometa..., s.4.)
Ayrıca, önsöz "Hz. Muhammed'in ve takipçilerinin çektiği zulümleri ve yeni topluluğun olumlu ayırt edici özelliklerini" vurgular.
Ancak, "sosyal ve maddi konularda savaşı ve şiddeti reddeden' Peygamber, mü'min kardeşlerinin baskısına yenik düşerek, 'mü'minleri zorla kazanarak Allah'ı hoşnut edeceğini düşünerek iman meselelerinde güç kullanımına' izin verdi" ifadelerini kullanır.
Burada şiddeti tümden dışlayan pasifist direniş yanlısı Tolstoy ve cemaatinin Oryantalistlerce çokça eleştiri konusu yapılan İslam'da cihad/savaş konusunu tevil ettiğini görüyoruz.
Oysa İslam'da şiddetin neliğine dair daha derinlikli bir araştırma yapsalardı iman meselelerinde güç kullanımının Kur'an'da yasaklandığını, Hz. Muhammed ve arkadaşlarının insanları zorla mümin yapmak için savaşmadıkları sonucuna ulaşacaklardı (2/256-257, 6/107, 50/45, 88/22).
Birazdan göreceğimiz üzere Tolstoy belki de bu sonuca kendi cemaatinden önce birkaç ay içinde varacaktı.
Önsöz şöyle devam eder:
Müslüman hayatının katı ahlakına ve saflığına bakılmaksızın, herkesin sempatisini ve saygısını uyandıran bu öğretiler, yumuşaklığı, merhameti savunan ve yaşam ve ölüm hakkında karar verme hakkını yalnızca Allah'a veren dinler gibi yayılmamıştır.
(Ağustos 1909)
Önsöz Gusev tarafından yazılmıştır, ancak tüm kompozisyonun editörü Tolstoy'du.
Böylece İslâm hakkındaki görüşlerini ifade ettiğini varsayabiliriz.
Dahası, Moskova Konservatuvarından piyanist, Tolstoy'un yakın arkadaşı Prof. Dr. Alexander Goldenweiser'in Tolstoy'un girişin içeriği üzerinde önemli bir etkisi olduğuna dair bir tanıklığımız var.
Sonuç olarak, Hz. Muhammed'in hayatının son yıllarının olumsuz tarafının altını çizen yukarıda alıntıladığımız bu kısımlar kaldırılmıştı.
Goldenweiser'a göre bu çıkartmalar yayının amacına (İslam'ın çok değerli yönlerini gösteren) ve Müslümanların duygularına uygundu.
Ve yine de, düzeltmelerden sonra bile bir eleştiri notu hala kaldı.
Dr. Piotr Stawinski'nin ifadesiyle;
İslam'a ve diğer din sistemlerine olan ilgi, Tolstoy'un hem kendisinin hem de diğer insanların kaderi ve diğer toplumların kaderi hakkındaki endişesinin bir tezahürüydü. 'Diriliş'in yazarı, Vedaların, Taoizm'in, Hristiyanlığın ve İslam'ın bilgeliğinin, güçlendirmeyi ve birliği amaçlayan aynı dini temele sahip olduğuna inanıyordu.
(Dr. Piotr Stawiski,
Leo Tolstoy And Islam Some Remarks On The Theme,
"The Quarterly Journal of Philosophical Meditations",
Vol.2, No. 5, Spring 2010, pp. 2-22)
Tolstoy'un Ağustos 1909'da İslam'da savaş olgusu konusunda bilgi eksikliği olduğunu itiraf ettiğini bu sebeple yukarıda alıntıladığımız önce yayınını onayladığı İslam eleştirilerini daha sonra Kasım 1909'da çıkarttığını görüyoruz ki kendisi bu konuda son olarak şu ifadeleri kullanıyor ve Goldenweiser'ı da doğrulamış oluyor:
Dinlerde ortak olan hakikat Kur'ân'da da vardır: Sevginin İlanı. Kur'ân tutarlıdır ve Muhammed, İslam'ı ve öldürmeyi genişletmek için bir araç olarak savaşı yasaklar. Aslında biz Müslümanların Hıristiyanlığı bildiği gibi İslam'ı bilmiyoruz. Dinsiz millet içler acısı bir duruma düşmeye mahkûmdur...
Ibidem, p.251
(21 Kasım 1909'da düşülen not)
Söz konusu çalışma o kadar popüler olmuştur ki 1938'de Mahatma Gandi'nin önsözüyle birlikte İngilizcede ve diğer birçok dilde birçok kez baskı yapmıştır (John Murray Yay. 1941).
Tolstoy'un düşünsel öğrencisi olarak sayabileceğimiz Mahatma Gandhi şöyle yazmıştır:
Sir Abdullah Sühreverdi'nin derlediği Peygamber'in Sözlerini ilgiyle okudum ve faydalandım. Bu deyişler sadece Müslümanların değil, insanlığın hazinelerindendir.
Ben dünyanın bütün büyük dinlerinin hakikatine inananlardanım. Sadece hoşgörü göstermeyi değil, hatta diğer inançlara kendimizinmiş gibi saygı duymayı öğrenmedikçe, dünyada kalıcı bir barış olmayacak.
İnsanlığın farklı öğretmenlerinin sözlerinin saygılı bir şekilde incelenmesi, böyle bir karşılıklı saygı yönünde bir adımdır.Mahatma Gandhi,
Kalküta, 24 Mart 1938
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish