Bu hafta dünyanın gözü, Tahran Zirvesi'nin üzerindeydi. "Dünyanın" derken hiç abartmıyoruz, çünkü zirvede sadece bölgesel değil, küresel sonuçlar doğuracak konular gündemdeydi ve buna uygun bir iş birliği modeli söz konusuydu.
Başlı başına Türkiye, Rusya ve İran'ın bir araya gelmiş olması, dünya dengelerini değiştirebilecek bir olay.
Batı basının "Despotlar Buluşması" başlığını atması, zaten bu korkuyu Atlantik gözüyle net bir şekilde gösteriyor.
Korku boşuna değil. Astana sürecinin ortakları, inisiyatifi ele aldıklarında ve dış müdahaleyi engellediklerinde çözemeyecekleri bir sorun olmadığını çoktan kanıtladılar.
Tahran Zirvesi, bunu bir kez daha teyit etti, süreci tazelemiş oldu.
Ankara-Moskova-Tahran ekseni, aslında alınan kararların, imzalanan ortak bildirgenin çok ötesinde bir potansiyel barındırıyor.
Bunlardan belli başlılarını zirveden çıkan sonuçlarla birlikte ele alalım.
Ortak karar: ABD, Suriye'den çıkartılacak
Tabii ki gündemin ilk sırasında Suriye konusu yer alıyor. En önemlisi, zirvede üç ortak da ABD'nin Suriye'den çıkarılması konusunda hemfikir olduklarını açıkladı.
Sorunun ana kaynağı, açık bir şekilde tespit edilmiş durumda.
Sorunun çözümünde de aynı şekilde üç başkent arasında mutabakat var: Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması.
Çözüme nasıl ulaşılacağı da üç lider tarafından karara bağlanmış: Arkasında ABD'nin olduğu terör örgütlerinin kesin surette temizlenmesi.
Hem PKK/PYD gibi bölücü hem de IŞID vb. yobaz terör örgütlerinin…
Bölücü ve yobaz teröre ortak tavır
Burada kritik mesele, bunlardan bir tanesinin geri plana itilmemesinin, görmezden gelinmemesinin ya da kayırılmamasının gerekliliği.
Fırat'ın doğusu ve İdlib, tek bir cephe olarak görülmeli. Suriye'nin toprak bütünlüğüne zarar veren her unsur, Astana ortaklarına eşit oranda zararlı.
Hepsi, ABD'nin aracı ve birbirini besliyor. Geçtiğimiz Mayıs ayının sonunda Putin'e yakın isimlerden ve Wagner'in sahibi olarak tanınan Rus iş adamı Yevgeniy Prigojin de Suriye'de PKK/PYD ve DAEŞ arasındaki ilişkiye dikkat çekmişti.
O takdirde Astana üçlüsü, hemfikir oldukları hedefe ulaşmak için Suriye hükümetiyle birlikte en kısa sürede bütün bu terör odaklarını tasfiye etmek üzere harekete geçmelidir.
Türk ordusunun harekâtı ihtiyaç
Bu noktada Türkiye'nin sınır ötesi harekâtı konusu ortaya çıkıyor.
İran, açık bir şekilde harekâta karşı olduğunu dile getirdi. Rusya, özünde karşı değil. Rusya'dan bu temelde olumlu sinyaller gelmişti.
Ama şimdilik PKK/PYD unsurlarını Türk Ordusu'nun harekâtıyla korkutup kan dökülmeden o bölgelerin Şam otoritesine terk edilmesi hedefli bir taktik izliyorlar.
Ancak PKK/PYD güçlerinin nihai olarak temizlenmesi, silahsız mümkün olmayacak. Masa başı pazarlıkları, karşı gücü sadece biraz geri çekilmeye zorlayabilir.
Dolayısıyla bu süreçte Türk ordusunun rolü ve harekâtı yadsınamaz. Ve bu rol, ABD'nin Suriye'den gönderilmesi açısından da kritik.
Kısaca Türk ordusuz Suriye'nin toprak bütünlüğünü tam anlamıyla tesis etmek olası değil.
Harekât, Şam'la iş birliği içinde olmalı
Fakat Türk hükümetine, bu noktada düşen ciddi bir sorumluluk var. Senelerdir yerine getirmesi gereken ama bir türlü gereğini yapmadığı.
Ankara'nın Suriye'deki her adımı Şam'la sadece eşgüdüm değil, iş birliği içinde olmalıdır.
Bu atılan adımların hem daha etkili olması, hem Türkiye'nin kendi üstündeki yükü hafifletmesi ve tabii hem de Suriye'nin egemenliğinin ihlal edilmemesi açısından önemli.
Diğer taraftan İran'ın itirazlarını ve Rusya'nın kafasındaki bazı soru işaretlerini gidermek için de ihtiyaç.
İdlib pratiğinden ve Cumhurbaşkanı dâhil, en üst düzeydeki devlet yetkililerinin açıklamalarından dolayı "Türkiye, girdiği bölgelerde kendi düzenini kurup fiili özek bölgeler mi oluşturacak?" gibi sorular Astana ortaklarının kafasında dolaşıyor.
Süreç, bu çelişkiyi kaldırmaz
Ankara, Astana ortaklarıyla birlikte ABD'nin gitmesi gerektiğini söylüyor, Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini destekliyor, İsrail'in Suriye'ye saldırılarını kınıyor, Suriye'ye yönelik tek taraflı yaptırımlara karşı çıkıyor, hatta bu yaptırımların PKK/PYD lehine ortadan kaldırılmasına itiraz gösteriyor, ABD'nin PKK/PYD'yle birlikte Suriye petrollerini çalmasını protesto ediyor ama Şam'la ilişki kurmaya gelince "yok, olmaz!"
Bu süreç, artık bu tür bir çelişkiyi kaldırmaz.
Astana sürecinin de patinaj yapmasına, yerinde saymasına ve atıl kalıp sönümlenmesine yol açar.
Artık bu işin "aması, maması" olamaz! Hele bu Tahran Zirvesi kararlılığından sonra.
Hedefe kimle ulaşılır?
Hemen sorularımızı sıralayalım:
ABD'yi Suriye'den nasıl çıkaracaksınız? PKK/PYD'yi nasıl ezeceksiniz?
Selefi terör örgütleriyle nasıl baş edeceksiniz?
Kısaca Suriye'nin toprak bütünlüğünü nasıl sağlayacaksınız?
Akıl var, mantık var! Esad'la, Şam'la mı bunları yapmak mümkün, yoksa Astana ortaklarını da karşına alıp sözde Esad muhalefetiyle mi?
Geçen konuştuğum, senelerdir bölgede olan, koyu Esad karşıtı yönelime sahip bir gazeteci, sözde Suriye Milli Ordusu'nun çeteleştiğini, asla bir devlet disiplini kuramayacağını, Esad'ın adalet sistemini dahi arattığını, ev bastıklarını, dağa adam kaldırdıklarını vs. ayrıntılarıyla anlattı.
Sözde Suriye Milli Ordusu'nun otoritesi, Esad karşıtlarına bile kabul ettirilemezken, nasıl olacak da tüm Suriye'de bir düzen kurulabilecek!
Hadi, Suriye'nin tamamını bunlarla kontrol altına alıp ülkenin toprak bütünlüğünü sağlayın da görelim!
Hem de Rusya ve İran'a rağmen. Hadi, bunlarla Amerika'yı Suriye'den çıkartın! Mümkün mü!
Ancak Türk Ordusu'nun desteğiyle bir kısım toprağı kontrol altında tutarsınız. Peki, ne olacak o zaman "Suriye'nin toprak bütünlüğü"? Ve ne olacak Astana ortaklarınızla ilişkileriniz?
Fikirle zikir bir olmalı
Çok açık! Türkiye'nin ve bölge huzurunun menfaati, bunda değil.
Türkiye'nin çıkarı, Suriye'yle iş birliği içinde, Astana ortaklarıyla eşgüdüm halinde terör odaklarını temizlemek ve ABD'yi Suriye'den çıkarmak.
Tam tersi yol izlendiğinde, terör odakları tam olarak tasfiye edilemez, ABD de Suriye'de yerini sağlamlaştırır.
O halde fikirle zikir bir olmalıdır.
"Astana sürecinin canlandırılması", işte gelip buraya dayanmıştır.
Kararı Suriye halkı verecek
Suriye'nin toprak bütünlüğü hedefinin yanında Suriye'nin sadece geleceğine Suriyelilerin karar vereceği vurgusu da bu anlamda önemlidir.
Astana sürecinin ortakları, toprak bütünlüğünün sağlanmasına katkı sunmalıdır, ancak Suriye halkı dışındaki hiçbir gücün hiçbir şekilde Suriye'de iktidarı değiştirme, belirleme vs. hakları bulunmamaktadır.
Ne Türkiye, Suriye'nin meşru hükümetini reddetmelidir; ne de Rusya, Moskova'da Suriye için anayasa taslağı hazırlamalıdır.
Bu ilke, en az diğer konular kadar önem arz etmektedir.
Mülteci sorununda doğru adres
Tahran Zirvesi, bütün bunlarla birlikte mülteci sorunu konusunda da doğru adresi ortaya koymuştur. Liderlerin bu temeldeki çıkışları da kaydedilmelidir.
Türkiye'nin ve bütün çevre bölgelerin yakıcı sorunu haline gelmiş bu konuyu, ancak ve ancak Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması çözebilecektir.
Yani Türkiye-Rusya-İran-Suriye iş birliği. Doğal olarak mülteci sorununun ana sebebi ABD'nin Suriye'den gönderilmesini de bu temelde iş birliğinin kapsamındadır.
Güney Kafkasya'ya da aynı model
Ankara-Moskova-Tahran ekseni, sadece Astana sürecinde değil, ayrıca 3+3 Güney Kafkasya Platformu'nda başı çekmektedir.
"3+3"ün ilk 3'ünü bu ülkeler oluştururken, diğer 3'lü Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'dan meydana gelmektedir.
(Her ne kadar Gürcistan bu platforma girmeyi kabul etmemişse de kapı, Tiflis'e hala açıktır.)
Üç lider, bu çerçevede de dünyanın kaderini belirleyecek sorumluluklara sahiptir.
Özellikle Azerbaycan'ın son kurtuluş savaşından sonra Güney Kafkasya için çok önemli fırsatlar doğmuştur.
Bölgede barışın sağlanmasının ötesinde bölgesel ekonomik ve lojistik bütünleşmeye yönelik ciddi adımlar atılmaya başlanmıştır.
Aynı Astana sürecinde olduğu gibi Güney Kafkasya'da da Atlantik müdahalesinin, yani Minsk Grubu'nun tasfiyesi ve bölgesel inisiyatifin hâkim hale gelmesi, bölgesel sorunların çözümünde belirleyici olmuştur.
Şimdi bu sürecin devamlılığını sağlamak, Zengezur Koridoru'ndan diğer bölgesel projelere kadar ekonomik, kültürel ve toplumsal kalkınmayı sağlayacak adımları kararlılıkla atmak Tahran Zirvesi sonrasında önem taşımaktadır.
Bu noktada İran'ın bu sürecin içinde çok daha yapıcı bir biçimde yer alması özellikle önemlidir.
Zirveden Doğu Akdeniz'e çıkan görevler
Tahran Zirvesi, Doğu Akdeniz'de suların ısınmasıyla da ayrı bir anlam taşımaktadır. Türkiye'nin bu cephedeki Atlantik tehdidini dengelemesi ancak Avrasya güçleriyle mümkündür.
Özellikle de Doğu Akdeniz-Karadeniz'in ABD stratejisinde tek bir hat olduğu göz önünde bulundurulduğunda Rusya, ayrıca ön plana çıkmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Ukrayna'da savaşan güçlerden ele geçirilen malzemelerin arasında FETÖ lideri Fethullah Gülen'e ait iki adet kitabın bulunması ya da Donetsk'te Neo-Nazi taburlarında savaşırken yakalanıp idama mahkûm edilen eski YPG'li İngiliz paralı askerin Ukrayna'ya gönderilen silahların PKK'ya gittiğini söylemesi bir tesadüf değil.
Bunlar, Amerikan stratejisindeki bütünlüğü gösteriyor. Buna karşı aynı şekilde bütüncül bir stratejiniz olursa, Atlantik planlarını bozabilirsiniz.
O bütüncül strateji de Karadeniz'de de Ukrayna meselesinde de ABD planlarını bozmaktan geçiyor.
Astana Zirvesi, bu anlamda da bir stratejik potansiyeli barındırdığı için ayrıca önem taşıyor.
Ukrayna tahılında Ankara-Moskova iş birliği
Diğer taraftan dünyanın gıda krizini konuştuğu ve ötesinde yaşamaya başladığı bir dönemde Ukrayna tahılının Türkiye ve Rusya iş birliğiyle dünyaya ulaştırılmasının sağlanması da Tahran Zirvesi'ni değerli kılan noktalardan biri.
Türkiye'nin arabuluculuk rolü
Zirve sorasında, ABD'nin düzenli olarak sabote ettiği Ankara'nın Moskova-Kiev arasındaki arabulucu rolü de Ukrayna üzerindeki ABD etkisini kırdığı takdirde tekrar önem kazanabilecektir.
Yaptırımlar, dolar saltanatıyla mücadele ve enerji güvenliği
Tahran Zirvesi'ni, ABD'nin ekonomiyi silah gibi kullanmasına karşı bir buluşma olarak da değerlendirmek gerekir. Washington'un tek taraflı yaptırımları, şimdiye kadar bu üç ülkeyi de hedef almıştır.
Ayrıca ABD'nin dolar saltanatından bu üç ülke de muzdariptir.
Yaptırımlara karşı Ankara-Moskova-Tahran eksenin iş birliği, milli paralarla ticarete hız verilmesi ve Türkiye'nin ucuz bir şekilde enerji güvenliğinin sağlanması da Tahran Zirvesi'nin sunduğu perspektifler arasında yer almaktadır.
Türkiye'yi yönetecek irade
Bütün bu olgular, Tahran Zirvesi'ni tarihi kılıyor. Ama bu zirvenin taşıdığı anlamdan daha fazlasını bu buluşmanın doğurduğu fırsatlar ve önümüze koyduğu görevler taşıyor.
O fırsatların değerlendirilmesi ve görevlerin yerine getirilmesi siyasi iradeye bağlı.
O siyasi irade, bunları yapabildiği kadar Türkiye'yi yönetme kabiliyetine sahip olacaktır.
Başka bir deyişle o iradeye ve programa sahip olanlar ancak Türkiye'yi yönetebilecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish