15 Temmuz'u, karanlık bir dönemin kapanıp yeni bir karanlık dönemin başlangıcı olarak tanımlamanın mümkün olabileceğini ve sürecin hala tamamlanmadığını düşünüyorum.
Karanlık 15 Temmuz kalkışmasının 6'ncı yıldönümünde hala aralıksız operasyonlar ve hukuksuz uygulamalar devam etmektedir. Bir bakıma darbe sürecinin hala devam ettiğini söyleyebiliriz.
Bu yönüyle 15 Temmuz kalkışmasının diğer müdahalelerden hem çok farklı hem da çok daha kapsamlı olduğu açıktır. Olayların üzerindeki sis perdesi kalkmadıkça bizler için bazı gizemli noktalar da kalmaya devam edecektir.
Milli Güvenlik Kurulu üyelerinin, tabiatıyla dönemin başbakanının açıklamaları olmadıkça ve olaylar yargı yoluyla aydınlatılmadıkça 15 Temmuz kaosunun nedenlerini ve gerçek aktörlerini bilmemiz mümkün değildir.
Bildiğimiz kadarıyla 15 Temmuz olayları, komuta kademesinde bulunan bazı subaylar ve gizli odakların siyasal iktidarla iş birliği yaparak üst düzey komutanları da kapsayan askeri ve sivil bürokrasiye yönelik geniş bir tasfiye hareketidir.
Hatırlanacaktır, daha önce 17-25 Aralık "yolsuzluk ve rüşvet operasyonu" üzerine Gülen cemaati, dönemin başbakanı tarafından "paralel devlet" olarak tanımlanıp hedefe konulmuştu.
Oysa aynı başbakan, daha önce İstanbul Olimpiyat Stadı'nda on binlerce insanın önünde ABD'de bulunan cemaatin lideri Fethullah Gülen'i övdükten sonra, "ayrılık hasretinin son bulması için" ülkesine dönmeye davet etmişti.
Esas itibarıyla Gülen-Erdoğan ve Cemaat-AK Parti ilişkileri sır değildi. MHP ile kurulan ittifakın bir benzeri daha önce Cemaat ve AK Parti arasında kurulmuştu.
"Ne istediler de vermedik" ifadesi, söz konusu birlikteliğin ciddiyetini ve derinliğini göstermesi bakımından yeterlidir, sanırım.
Bugün de "MHP'nin hangi isteği yerine getirilmiyor" diye sorulduğunda aynı cevabın verilebileceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Ne oldu da aynı davanın tarafları olan Cemaat ve AK Parti birbirine düşman olurken, düşman görünen ve politikalarıyla da bunu gösteren Devlet Bahçeli ve R. T. Erdoğan, MHP ve AK Parti ittifakı oluştu?
Bunu sağlayan ve bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi açan 15 Temmuz olayları değil miydi?
Bu nedenle 15 Temmuz kalkışması aydınlatılmadıkça söz konusu ittifakları ve karanlık senaryoyu çözmemiz mümkün olmayacaktır.
Karanlık olan sadece 15 Temmuz olayları değil, Cemaat-AK Parti ve AK Parti-MHP ilişkilerinin de aynı derecede karanlık olduğu ortadadır.
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde 15 Temmuz, önceden planlanmış bir senaryonun söz konusu tarihte sahneye sürülmesidir. Kalkışma aydınlatılmadıkça benzer veya farklı iddialar da devam edecektir.
Bu bağlamda Amerika'dan sığınma hakkı alan Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu'nun 15 Temmuz hakkında yaptığı açıklamayı önemsiyorum:
Bir sahte bayrak operasyonuydu. Rejim tarafından başlatılan, kontrol edilen ve bitirilen mükemmel bir plandı. Ancak çok hata yaptılar ve arkalarında bariz kanıtlar ve şahitler bıraktılar.
Buna göre 15 Temmuz olayları, bir darbe girişimi değil, darbenin kendisidir. 15 Temmuz sonrası oluşturulan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve "tek adam rejimi" bu iddiaları güçlendirmektedir.
Zira cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, modern bir yönetim modeli değildir. Darbe yönetimine giydirilmiş bir siyasi tanımdır.
Böylece 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinden farklı olarak, darbe düzenini silah ve üniforma gücüne değil, siyasi güce dayandırmış oldular.
Ne yazık ki bu yönüyle 15 Temmuz darbesinin utancının, daha önce gerçekleştirilmiş her üç darbenin utancından daha büyü olduğu kanaatindeyim.
15 Temmuz darbesi, diğerlerinden farklı olarak siyasi iktidar-gizli odaklar-asker iş birliği ve muhalefet partilerinin de desteği ile yapılmıştır. Darbe sonrası yapılan Yenikapı mitingi bu iş birliğin çok açık bir örneğidir.
Geniş çaplı operasyonların siyasi iktidar marifetiyle yapılmış olması, söz konusu iş birliğin sonucu olduğunu düşünüyorum.
Asker-sivil, yargı-emniyet, işveren-işçi, öğretmen-öğrenci, memur-emekli, zengin-yoksul, kentli-köylü, esnaf-çiftçi, manav, bakkal, kasap, akademisyen, entelektüel, gazeteci, yazar, din görevlisi ayırımı yapılmadan on binlercesinin haksız ve hukuksuz operasyonlara tabi tutulması ancak eli mahkûm bir yönetim ile yapılabilirdi.
Bu ağır hak ve hukuk ihlallerinin tek başına AK Parti ile gerçekleşmesi mümkün olmadığı için Cumhur İttifakı'na ve kurumsal desteğe ihtiyaç duyulduğu da ortadadır.
Selahattin Demirtaş ve İdris Baluken gibi silahlı mücadele karşıtı olan Kürt siyasetçilerinin darbe sonrası tutuklanmalarını da göz ardı etmemek gerekir. Karanlık senaryonun içinde İmralı'daki tutuklu aktörün de olmasını ihtimal içinde değerlendirmek mümkündür.
Darbenin arka planında kim olursa olsun, söz konusu hak ve hukuk ihlallerinin, adaletsizliklerin, ayırımcılığın, yoksulluk ve sefaletin siyasi sorumlusu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve "tek adam rejimi" olduğu açıktır.
Bir kez daha toplumun da hak ve hukuk ihlalleri karşısında adaletten değil, güçten yana tavır aldığına şahit olduk. Özellikle dini cemaatlerin ve grupların iktidardan yana tavır alması, örgütlü kesimlerin karanlık odaklarla ilişkilerini de açığa çıkarmıştır.
Toplumsal duyarlılığımızın ölçüsü de böylece belirlenmiş oldu. Hiçbir kesim için belirleyici ilkenin adalet ve ahlak olmadığını ibretle izledik.
Esas muhalefetimin, sisteme ve tek adam rejimine olduğunu açıkça belirtmek isterim.
Bir haksızlığa tanık olunca kime yapıldığına bakmadan karşı çıkmak, sadece haksızlığa uğrayanı değil, hakkı korumaktır.
Başkalarının başına gelen haksızlığa sustukça, daha vahimi herkesin başına gelebilir, geliyor.
Türkiye, bu karanlık senaryolardan, darbe kalkışmalarından ve gizemli iş birliklerinden ancak demokrasi ile bir çıkış yolu bulabilir.
Bunun için de muhalefetin ideolojik ve politik farklılıklarını aşarak demokraside ittifak kurmalarının zorunlu olduğuna inanıyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish