Hakkari Çukurca, dağlar arasında sıkışıp kalmasından öte kendine has bir dünyaya sahip. Gerek kültürel dokusu, gerekse de sınır kavramı hayatın bütün ayrıntılarında açık açık görülüyor. Bir sıkışmışlık söz konusu olsa da kendini var etmenin nüveleri göze çarpıyor.
İlçe sınırları içinde herhangi bir sanayi kuruluşu yok, sınır ticaretini saymazsak her şey dağlar arasında sıkışan bir avuç toprağa bağlı.
Coğrafyasının büyük kısmı engebeli olduğundan tarım halen en eski yöntemlerle yapılıyor. Tarımı az da olsa kolay kılan ve verimi artıran ise dağlar arasındaki sıkışmışlık sonucu ortaya çıkan mikroklimal iklim.
Bu durum ilçe genelinde olumlu bir etki yaratmış olacak ki karasal iklimde yetişmeyen birçok ürün Çukurca sınırları içinde yetişiyor.
Dört etrafı dağ olan ilçede en çok da bağ, bahçe ve çeltik tarlaları insana görsel bir şölen sunuyor.
Dağlardan sızan suların izlediği yolda hem çevresinde genişleyen, hem de gökyüzüne doğru uzayan binlerce ceviz ağacını görmek mümkün.
Ben bu yaşıma kadar hiç bu kadar ceviz ağacını bir arada görmedim. Harika bir yeşil doku oluşmuş. Bu ağaçların korunması bile tek başına çok büyük anlam ifade ediyor.
Dağda, bayırda kendiliğinden filizlenen ceviz ağaçlarına rastlamak mümkün. Bazı ceviz ağaçlarının 350-400 yaşında olduğu tahmin ediliyor.
Aşute Köyü'nde gördüğüm bir iki tanesi hem çok yaşlı, hem de çok görkemli ceviz ağaçlarıydı. Bu ağaçların korunmasının hem dünya genelinde yaşanan iklim krizine, hem de yöre ekonomisine bir soluk getireceği kuvvetle muhtemeldir.
Çukurca kırsalında çoğunlukla motorlu araçların girmediği ya da girmekte zorluk çektiği küçücük tarlalarda müthiş bir insan emeği göze çarpıyor.
Dağların eteklerinde oluşturulan tarlalar küçük puzzlelar gibi yan yana, iç içe ve üst üste duruyor. Yüksekçe bir yerden bakınca bu tarlalar, adeta usta bir ressamın fırçasından çıkmış tablo gibi duruyor.
Biraz Uzak Doğu'yu hatırlatsa da Mezopotamya tarım kültürünü andırıyor. Tarlaların küçüklüğü göz önüne alındığında ciddi ticari bir faaliyetten çok, ihtiyaçlarının karşılandığı bir tarımsal model göze çarpıyor.
Ancak ihtiyaç fazlasının satışa sunulduğu bir eski model halen varlığını sürdürüyor.
Çukurca son yıllarda bilinen çatışmalı ortamın dışında çeltik tarlalarıyla da adından söz ettirdi. Bu nedenle her fotoğrafçı gibi Çukurca'ya daha gitmeden en çok çeltik tarlaları ilgimi çekmişti.
Bu nedenle ilk görmek istediğim yerler çeltik alanları oldu. Ben kentin dışında daha büyük ölçekli tarlalar beklerken, kentin kıyısında, hatta evler arasında ya da bitiminde çeltik tarlaları görünce şaşıp kalmıştım.
Yeşil, sulak ve geometrik yapılarıyla fotoğraf için muazzam olanaklar sunan çeltik tarlaları zaman zaman ekimi kesintiye uğrasa da, yıllardır geleneksel yöntemlerle ekim yapılarak suya dayalı tarım kültürünü yaşatıyor.
İlçe genelinde edindiğim gözlem ve bilgilere göre çeltik tarlaları nisan ya da mayıs aylarında ekime hazır hale getiriliyor.
Önce her ailenin olanaklarına göre hayvan gücünden yararlanılarak tamamıyla balçıkla kaplanan alan sürülüyor. Sonra küreklerle küçük dikim havuzları oluşturulup ekime hazır hale getiriliyor.
Önceden çimlendirilen çeltik fideleri bu havuzlarda yumuşayan toprağa dikilerek ekim işi bitiriliyor. Artık yetişip, başak verene kadar suyun içinde boy verecek.
Daha çok insan gücüyle hazırlanan çeltik havuzlarında atadan dededen bilinen geleneksel yöntemlerle pirinç yetiştirilerek eski zamanların ruhuna uygun tarımsal faaliyet sürdürülüyor.
Geleneksel yöntemlerle yapılan bu tarımsal faaliyetler binlerce yıllık bir mirasın ürünüdür dersem abartmamış olurum.
Bilindiği gibi pirinç bol su isteyen bir endüstriyel bitki. Daha çok uzak doğu ülkelerinin temel gıda ürünü. Mezopotamya bölgesinde ise buğdaydan çok ama çok sonra tarımsal bir girdiye sahip. Çok az yerde ekimi yapılıyor.
Çukurca eski zamanların faaliyetlerini yaşatırken çeltik tarlalarına paralel bir alan daha var. Suyun boşa akmaması için eskiden beri yer yer su değirmenleri yapılmış.
Çukurca merkezde biraz da görsellik yaratmak için çalıştırılan su değirmeni dışında, Narlı Köyü'nde halen çalışan ve köylüye hizmet veren bir iki su değirmeni var.
Bunlardan biri susamı öğüterek tahin elde ediyor, diğeri ise halen klasik un değirmeni olarak kullanılıyor. Bu değirmenlerin varlığı önemli. Çünkü su değirmenleri artık tarihe karıştı, karışıyor.
Gezdiğim yerlerde doğrusu çok su değirmeni gördüm. Ancak hiç biri aktif olarak çalışmıyordu. Çoğu ya terk edilmiş, ya da bakımsızlıktan çökmüş olduğuna tanık oldum. Çukurca'da ise halen işleyen su değirmenlerini görünce doğrusu şaşıp kaldım.
Çukurca merkezde olan su değirmeni oldukça eski bir geçmişe sahip olduğu taş duvarlarından belli. Bu değirmen daha çok susamdan tahin etmek için kullanılıyor.
Ama Narlı Köyü'nde bulunan değirmen ise bildiğimiz un değirmeni. Dağdan akan suyun gücüyle dönen kocaman taş buğday gibi taneli tohumları ezerek un haline getiriyor.
Yani tamamıyla ekolojik bir yöntemle işleyen bir sistematiğe sahip. Su aktığı müddetçe işlemeye devam ediyor.
Dünya genelinde su değirmenlerinin günlük yaşamdan giderek çekilmesine rağmen halen kasvetli dağlar arasında yer alan Çukurca'da birkaç su değirmeninin aktif olarak kullanılması kentte bir kadimlik katarken, küçük de olsa ekonomisine canlılık veriyor. Keza aynı şey ceviz ve pirinç için de geçerli.
Ama şunu da herkes bilir ki küçük bir sınır kentinde, stratejik öneme sahip bir yerde ne yetişirse yetişsin, gelir düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun sonuçta hükümetlerin yaklaşımı ve sınır hassasiyeti her şeyin üzerini örten bir sonuç doğurur.
Dolayısıyla sınırda, dağlar arasında sıkışan Çukurca ya da Kürtçe Çelê'de su değirmenlerin varlığı ya da çeltik tarlaları, ceviz koruluklarının olması yaşanan sorunların çözümünde yeterince etkili olamıyor.
Çeltik tarlaları bir fotografik şölen sunsa da toplumsal sorunlara çözüm sunamıyor. Yani mesele tek başına ekmek meselesi değil.
Toplum daha karmaşık katmanlardan oluşuyor ve sorunlar bazen kaçınılmaz oluyor.
Yıllardır gözden ve gönülden uzak olan Çukurca'da hayata dair ne varsa belirgin hale gelmesi elbette herkesi mutlu eder, güçlendirir.
Mesele hayata dair olan her şeyi en geniş perspektifte görebilmek, siyasal sorunlara siyasal çözümler üretmektir.
Sorunlara ne isim verirseniz verin, meselenin ucu her hal u kârda siyasete uzanıyor. Bu nedenledir ki yaşanan sorunların çözümü de yine siyasal olacaktır.
Yoksa ne ekonomik girdiler, ne de tek başına güvenlikçi politikalar günlük fotoğrafı değiştirmez. Sorunlar kimi zaman belirgin hale gelir, kimi zaman flu bir görüntü verir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish