Yeni Frankensteinler mi geliyor?

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Teknoloji hızla gelişiyor

Yapay zeka, şoförsüz otomobiller, ameliyat yapan robotlar. İnsanlık yavaş yavaş buraya doğru gidiyor. Biz ise hala kanrevan içinde birbirimizi tüketmeye devam ediyoruz.

Ülkenin çeşitli yerlerinde hala ortaçağ görüntüleri yer alıyor ve yaşanıyor. Bu işin bir yanı, öbür yanı da o kadar matah değil; orada da her şey sütliman olmayacağa benziyor.

Evet, şimdiye değin insanın emrinde ve hizmetinde olan teknoloji baş döndürücü hızla gelişti, fakat giderek köle ile efendinin yer değiştirmesi tehlikesi de yok değil.

Çünkü internet, yapay zeka, yeni teknolojiler insanı da derinden etkiliyor, dönüştürüyor.

Acaba bu değişiklik nerede başlayıp nerede bitecek, daha doğrusu nereye kadar sürecek?

Bu tek tek insanın morfolojisi ve psikoloji üzerinde mi etkili olacak yoksa tür olarak da insanoğlunu etkileyecek mi? 

Geçmişte en az altı türün varlığından haberdarız, gelecekte de yeni türlerin varlığından haberdar olacak mıyız, yoksa son insan türü olarak biz mi dönüşeceğiz?

Eğer öyleyse, bu gidişat "Homo Sapiens"ın sonu mu?  

Bütün bu ve benzeri sorular bundan sonra tıp bilimi başta olmak üzere, sosyolojiyi, antropolojiyi ve felsefeyi yakından ilgilendiren konular ve sorular olacak.

Bu soruları sorduğumuz da aklıma hemen iki asır önce yaşanmış olan, edebiyatta ve sinemada çok ilgi görmüş, örneklerini okuduğumuz ve seyrettiğimiz o meşum ve meşhur hikaye geliyor; Frankenstein.

İki asır önce yaşanmış bir hikaye üzerinden bu konuya değinecek oradan günümüze gelecek ve sonrasına uzanacağım.


Frankenstein'in yazıldığı gece

Öykünün başlangıcı İsviçre'de, Diodati Vadisi'ndeki bir şatoda başlar. 1816 yılında Endonezya'da patlayan Tambora Volkanı Avrupa'yı o sene kışa çevirir. Bu yıl Avrupa'da "Yaz mevsiminin yaşanmadığı yıl" olarak alınır.

Bu kavurucu yazın yaşandığı zamanlarda, İsviçre'nin Cenevre gölündeki Diodati Vadisi'nde bir grup tatilci bir araya gelir.  

Gruptaki tatilciler geceleri ısınmak için şöminenin etrafında toplanır ve çeşitli sohbetler yaparlar.

Bu yıl(lar), bilimsel gelişmelerin hızlandığı yıllardır; özellikle elektrik enerjisinin çeşitli alanlarda, hatta kadavralarda kullanıldığı yıllar.

Şöminenin başında toplanan gruptan Lord Byron isminde biri var, bir fikir atar ortaya: "Hepimiz bu gece birer korku hikayesi yazalım" der.

Amacı belki de yaz ortasında kıştan kalma gibi soğuk gecelerini bu öykülerle ısıtmaktır. İşte bu çıkışla bir volkandan ünlü edebiyata giden süreç başlar.  
 

 

Grupta Frankenstein'in yazarı Mary Shelley (ki o zaman daha 18 yaşındadır) ve Vampir'in yazarı olarak ünlenecek Jhon Poidori de var.

Mery Shelley odasına çekildiği o gece Frankenstein'i yazmaya başlar; aynı şekilde "Vampir" öyküsünün yazarı olarak ünlenecek Jhon Polidori de ilk vampir öyküsünü burada kaleme alır.
 

 

İşte ünlü Frankenstein hikayesi tam 200 yıl önce böyle ortaya çıkıyor. 


Romanın konusu

Romanın kahramanı tıp öğrencisi Victor Frankenstein (bilinenin aksine Frankenstein yaratığın değil, yaratıcısı olan Dr. Vitor'un soyadıdır); hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yapmayı, böylelikle de ölümsüzlüğe ulaşmayı istemektedir.

Deneylerinin sonucunda yaşamın sırrını keşfeder ve bunu üstün bir insan yaratarak kullanmaya karar verir.

Çeşitli mezar ve mahzenlerden topladığı ceset parçalarını bir araya getirir. İnsan vücudunun karmaşık parçalarıyla uğraşmanın zorluğu yüzünden 2,50 metre boyunda ve buna orantılı bir genişlikte üstün bir insan yaratmaya karar verir.

Kalvenizm1, simya2 ve elektrik gücünü kullanarak aslında isimsiz olan ama okuyucuların kendi adıyla, Frankenstein olarak bildiği ucubeyi yaratır. 

Fakat Dr. Victor, ondan memnun kalmaz ve kaçar. Yaratık ise kendisini yaratanı tanıyor ve neden insanların ondan korkup kaçtıklarını bilmiyor.

Babasını (Dr. Frankenstein'i) bulup, ondan hesap sormak ister. Yüreği müşfik, mizacı yumuşak olsa da görenlerde korku uyandırdığı için toplumdan tecrit edilir.

Bir müddet sonra bir aileyi izlemeye başlayan yaratık Frankenstein, ailedeki fertlerin birbirlerine karşı duyduğu sevgiyi görür ve kendisini yalnız hisseder.

Babasından (Dr. Viktor Frankenstein'den)bir eş ister; ancak doktor onun duygularını önemsemez.

Yaratığın yalnızlığı arttıkça acımasızlaşır ve kendisini yaratandan korkunç bir şekilde öç almaya girişir.


İnsanoğlundan alınan öç

Yaratık, Dr. Victor Frankenstein'in karısı ve kardeşi başta olmak üzere birçok kişiyi öldürür ve Kuzey Kutbuna kaçar.

Bunun üzerine, vicdan azabı çeken Dr. canavarı yok etmek üzere peşine düşer. Çok yol alır; sonunda bitkin bir şekilde Kuzey Kutbu'na ulaşır.

Kutup kaşiflerinden Kaptan Robert Walton tarafından ölmek üzereyken kurtarılıp gemisine alınır.

İyice yorgun düşen Victor, Kaptan'a hikayesini anlattıktan sonra ölür. Birkaç saat sonra Kaptan Walton, canavarın yaratıcısının cesedinin üzerinde ağladığını görür.

Canavar ona yaşamından nefret ettiğini, vicdan azabından kurtulmak için kutbun uzak bir köşesinde kendini yakacağını, başka birisi bir daha benzeri bir canavar yaratmasın diye bedenini yok edeceğini söyler.

Daha sonra yüzen bir buz parçasına biner ve karanlıkla sisin ardında gözden kaybolur gider. Ölüp ölmediği ise belli değildir.


Kıssadan hisse: Kibrin götürdüğü yer

Yaratıcısı Dr. Frankenstein, bilimsel kibrinin, Tanrı'nın yerine geçme arzusunun, Tanrı'nın (ve belki kadının) rolüne soyunmak ve canlı bir varlık "doğurmak" istemesinin bedelini ödeyecektir.

Mary Shelley, Victor Frankenstein karakterini, 17'nci yüzyıl'da Almanya'da Frankenstein Şatosu'nda doğmuş olan simyacı Johann Konrad Dippel ve 18'inci yüzyıl İtalyan bilim adamı Giovanni Aldini'den esinlenmiş ve yukarıda bahsi geçen İsviçre'deki şatoda yazmaya başlamıştır.

Yaratığın, tanrısına başkaldırmasını işleyen romanda, Mary Shelley de tanrıya yaşadığı mutsuzlukların sebebini sormaktadır.

Çünkü yazar da yaşamında çok acı çekmiştir. Annesinin ölümüne sebep olmasının acısı (annesi onu doğururken ölmüştür), mutsuz ve yalnız çocukluğu, sorunlu eşi, ölen çocukları nedeniyle, yarattığı kahraman aracılığıyla tanrıya başkaldırır aslında: "Madem beni sevmeyecektin, beni neden yarattın?" demek ister.


Gelelim günümüzün yeni Frankenstein'ini 

Bugünkü olanaklar düne göre çok daha muazzam. Dr. Frankenstein'in yaşadığı sanayi döneminin arkasında denizaşırı kıtalara açılan basit gemicilik teknolojisi vardı, ama bugünün arkasında koca bir sanayi dönemi, teknolojisi ve son yarım asırda baş döndürücü hızla gelişen bilişim teknolojinin birikimleri var.

Üstelik gücün dağılımı düne göre daha adil olmayan bir biçim arz ediyor ve daha tehlikeli. Bugün insanoğlu (henüz) ölüm hariç her şeyle baş eder duruma geldi ve bu üstünlükle sadece vahşi hayvanları değil, tüm doğayı egemenliği altına aldı ve açgözlü bir biçimde saldırıları devam ediyor. 
 

 

Yayımlandığında büyük ses getiren "Sapiens"'in yazarı Yuval Noah Harari konuya dair ilginç bir tespitte bulunuyor:  

Tarih boyunca üst sınıflar alt sınıflardan daha akıllı, daha güçlü ve daha iyi olduklarını iddia ettiler. Ama çoğunlukla kendilerini kandırıyorlardı. Çünkü fakir bir köylü ailesinde doğan bir bebeğin kralın oğlu kadar zeki olma ihtimali hep vardı.  Ne var ki bugün teknolojik gelişme ve tıbbi olanaklarla üst sınıfların bu kibri artık gerçeğe dönüşebilir.


Bu müthiş uyarı, Dr. Frankenstein'in kibrinin çok daha güçlü ve üst düzeyde hortlaması anlamına geliyor.  

Çünkü sadece teknoloji değil, bu durum insanı da beraberinde değiştirip dönüştürüyor.  

Nasıl mı?

Gelecekte rekabet edecek dört canlı türü olacak: 

  1. İnsanlar (Şimdideki bizler)
  2. Genetiği değiştirilmiş insanlar (Dr. Victor'un Frankenstein'i)
  3. Bedenlerine mekanik ve dijital parçalar takılarak güçlendirilmiş insanlar (Siborglar3)
  4. Robotlar (yapay zekalı yaratık insanlar)


Peki, bu rekabetin sonucu ne olur?

Bazı sorular soralım:

Geniş kitleler genetiği değiştirilmiş, takviye edilmiş insanlara nasıl davranırlar?

Ya genetiği değiştirilmiş insanlar, normal insanlara nasıl davranacak?

Sonunda robotlar mı hakimiyeti ele geçirecek yoksa insanlar ahim olamaya devam mı edecek?

Bu sorular cevap bulamaya muhtaç sorular. Bu konuda belki bazı tahminler yürütülebilir:

Genetiği değiştirilmiş olanları başlangıçta hiçbirimiz bilmeyeceğiz, sonra buna hazır olduğumuzda bazı magazin haberleri ile gerçeği öğreneceğiz.

"Benim genetiğim değiştirildi" diyen bir sinema oyuncusu ortaya çıkacak örneğin; süper zeki, çok sağlıklı, sporcu görünümlü çok güzel kadınlar ve çok yakışıklı erkekler, boy boy poz verip kendi öykülerini anlatacaklar.

Bu itirafları duyunca şaşıracağız 

Buna biz insanların tepkisi nasıl olacak dersiniz?

Baklava karın kaslarına sahip süper yakışıklı adamların fotoğraflarına bakıp, eşlerimize şöyle diyeceğiz belki; "Amaan… GDO'lu ne olacak ?"

Sanırım önümüzdeki yıllarda, son 200 yıldakinden farklı Frankenstein öyküleriyle karşılaşacağız.

Bu iş nereye varır dersiniz? Harari'nin kitabının son bölümünün adı şöyle: "Homo Sapiens'in sonu"

Son soru şu:

Kendi türümüzün sonuna mı geliyoruz yoksa?

Bu da başka bir yazının konusu. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU