Altılı masada adaylık satrancı

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Türkiye seçim atmosferine girdi. Bu atmosfer içinde iktidar partisi, elindeki devlet gücüne de dayanarak muhalif bloku hukuki yaptırımlarla zaafa uğratmaya çalışırken bunun önemli adımlarından biri olan Kaftancıoğlu davasının ardından muhalefet içinde de adaylık tartışması alevlendi. 

Dolayısıyla iktidar, bir taşla iki kuş vurmuş oldu. Bir yandan CHP'yi kent yoksullarına ulaştıran, giremediği mahallelere sokan ve Kürt seçmenle aktör bazında bir güven ilişkisi tesis ederek partisinin elini rahatlatan Kaftancıoğlu'na siyasi yasakla yaptırım uygularken, diğer yandan da CHP yönetiminin bu yasaktan Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı adaylığı için mağduriyet devşirme çabası dolayısıyla birleşik muhalefet içindeki adaylık tartışmasını alevlendirdi. 

Aslında uzunca bir süredir CHP'li yöneticiler Kılıçdaroğlu'ndan başka bir ismin adaylığını duymak dahi istemiyorlar. Dolayısıyla yaşanan tüm gelişmeleri de onun adaylığı için araçsallaştırma çabası içindeler.

CHP yöneticileri, parti tabanının ya da muhalif seçmenin ne düşündüğü ve ne istediğinden çok, ne istemediği, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden seçilmemesi için kim aday olursa seçileceğinden eminler. Dolayısıyla bu yolu izlerken onların temel dayanakları muhalif seçmen değil, altılı masa olarak beliriyor. 

Bu yüzden bazı seçmenlerin ve kamusal figürlerin Kılıçdaroğlu'nun "zayıf"lığını vurgulamasının karşısına, Türkiye'nin başına gelenlerin tam da "güçlü" liderlikten kaynaklandığını vurgulayarak, ortak aklın öne çıkacağını ve Kılıçdaroğlu'nun da ortak aklı temsil eden bu altılı orkestranın başındaki şef olacağını koyuyorlar.

Nitekim CHP liderinin "Milletin Sesi" mitinginde "Biz, hep birlikte iktidar oluyoruz" söylemi de uzunca bir süredir ifade ettiği "Dostlarımızla beraber iktidar oluyoruz" söylemi de bu alternatif söylemin bir uzantısı.

Ancak bu olurken, diğer taraftan "Milletin Sesi" figürü parti tarafından tekleştirilip, miting platformunun üzerine devasa bir Kılıçdaroğlu fotoğrafı yerleştirilerek bu alternatif söylem kendi kendini boşa düşürüyor. 

Diğer yandan eğer "Hep birlikte iktidar" söylemiyle kolektif akıl vurgulanacaksa ve Kılıçdaroğlu adaylığa mutlaka talipse bu mitingler CHP'yle sınırlı kalmamalı, ittifak mitinglerine dönüşmeli. Zayıflık iddialarına, kolektif akılla ve birliktelik görüntüsüyle cevap verilmeli. 

Son yazımda da belirttiğim gibi, masa parçalı olsa da toplumun ortak sorunlarında çıkan ses tekleştirilmeli. CHP'nin yaptığı gibi güçlü liderlikle değil, kolektif akılla Türkiye'nin sorunlarının aşılacağını vadetmek de bir propaganda yöntemidir.

Ancak mevcut durumda yapılan gibi değil. Çünkü eğer siz tek görünürseniz, seçmen güç bekler. Başka bir ifadeyle, Eğer ki Kılıçdaroğlu'nun adaylığı altılı masadan güç alıyorsa, ki CHP'nin söylemi bu yönde, gücü de yanında olmalı.

Toplumla tek başına muhatap oldukça, toplumun beklentisi de sadece Kılıçdaroğlu'ndan olacaktır. Beklenti masadan mı olacak Kılıçdaroğlu'ndan mı? Soru bu ve strateji buna göre belirlenmeli. 

Mevcut durumda altılı masanın bir yanda, CHP tabanının diğer yanda konumlanması pek de sağlıklı bir görüntü çizmiyor. Ayrıca, 20 yıllık iktidarda payı olup özeleştiri vermekten kaçınanların bu yıllarda mağdur olan insanlara karşı en azından partilerinin il başkanları hukuksuz biçimde cezalandırıldığında meydanlarda onlarla omuz omuza görüntü vermeleri de sadece ahlaki olarak değil, siyasi olarak da elzem.

Aksi takdirde muhalefetin tepki oyuna talip olabilecek Ümit Özdağ ve Muharrem İnce gibi aktörlerin eli bizzat muhalefet tarafından güçlendirilmiş olur.

Bu da seçimin ikinci tura kalması gibi benim son derece riskli gördüğüm bir sonuca sebep olabilir


Peki altılı masanın ortak görüntüsü mümkün mü?   

Mitinglerde altılı masanın birlikte görüntüsü, Kılıçdaroğlu'nun adaylığına en azından altı liderin ikna olduğu anlamına gelecektir.

Ancak görünüyor ki altılı masada Kılıçdaroğlu'nun adaylığıyla ilgili bir uzlaşı henüz sağlanamamış. Bu da dışarıya CHP'lilerin iddia ettiğinin aksine çok seslilik değil, gürültü kirliliği çıkmasına sebep oluyor.

Bunun için son günlerde neler yaşadığımızı şöyle bir gözden geçirmek yeterli olacaktır. Öncelikle Deva Partisi Sözcüsü İdris Şahin, katıldığı bir televizyon programında, Kılıçdaroğlu'nun adaylığıyla ilgili bir çekinceleri olmadığını, altılı masadan çıkacak herhangi bir adayın 13. Cumhurbaşkanı olacağını ifade etti ve bunun için önkoşullarının da 85 milyonu kucaklayan bir aday olduğunu belirtti.

Ayrıca bunu ne Millet İttifakı'nın ne de yeni kurulan partilerin tek başına yapmaya gücü olmadığını, ancak beraber yapılabileceğini ifade etti.

Son olarak, Kılıçdaroğlu'nun tevazu sahibi, hoşgörülü ve 85 milyonu kucaklayan yapıda bir lider olduğunu vurguladı. 

Dolayısıyla Şahin, dolaylı da olsa Kılıçdaroğlu'nun Deva Partisi'nin adaylık için önkoşuluna uygun olduğunun altını çizmiş oldu.

Ancak kendisi, altılı masadan ortak bir aday çıkmaması durumunda Babacan'ın Deva Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı olacağını da belirtti.

Bu vurguyu Babacan da Gaziantep'te gazetecilerle yaptığı toplantıda yineledi. Burada şöyle bir soru beliriyor: Eğer 13. Cumhurbaşkanını seçmek için altılı masanın güç birliği tek yolsa ve mutlaka seçilecekse altılı masadan nasıl Cumhurbaşkanı adayı çıkmama ihtimalinden bahsedilebiliyor?

Bunun için bir süredir CHP, İYİP ve Deva Partisi arasındaki rekabetten söz etmek gereklidir. 

Öncelikle İYİP, Bilge Yılmaz transferiyle beraber Deva Partisi'nin kendisine seçmende rıza üretmek için temel tezi olan 2002-2015 arasında, yani Babacan yönetimi altındaki ekonominin "dünyadaki cennet" olduğu iddiasına eleştirel yaklaşmaya başladı.

Çünkü Yılmaz'ın tezleri, Türkiye ekonomisinin çöküşünün temellerini, Deva Partisi'nin iddiasının aksine, bu yıllarda gören bir anlayışa dayanıyor.

Babacan da Yılmaz'ın bu vurgularına zımni bir cevap olarak şöyle dedi:

Bu konuda mütevazı olmayacağım: Şu andaki krizi bizden başka çözecek kimse yok. Kriz çözme tecrübesi ayrı bir şey. İki tane krizi çözmüş başka bir ekip varsa bulalım, gelsinler, çözsünler.


Bu tezlerin hangisinin doğru olduğu bir kenara, siyasi partiler Türkiye'de ekonominin normalleşmesiyle bile göreceli olarak yaşanacak rahatlamanın öneminin farkındalar.

Dolayısıyla iktidar değişimi durumda yeniden ortaya çıkacak siyasi rekabet atmosferinde ve bu olası değişimin ardından yapılacak ilk seçimlerde bu rahatlamanın seçmen gözünde yaratacağı olumlu imajın oy karşılığına, ekonominin dümenine talip olma arayışındalar.  


Diğer yandan ise Deva destekli Kılıçdaroğlu adaylığına Millet İttifakı'nın büyük ortağından bir itiraz yükseldi.

Öncelikle İYİP TBMM Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu, Daktilo1984 yayınında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı yalnızca üç adayın; Meral Akşener, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın kazanabileceğini ifade ederek Kılıçdaroğlu'nun adını bu isimler arasında zikretmedi.

Şüphesiz bu açıklama, Akşener'in nisan ayında yaptığı "Belediye başkanları da aday olabilir" çıkışından ayrı düşünülmemeliydi.

Çünkü Akşener, öncesinde "Ben Başbakanlığa adayım" diyerek sorumluluğu CHP'ye bırakmıştı. Akşener'in denkleme bu ani dönüşü, CHP'nin sorumlu davranmadığını düşündüğünün işareti olabilir. 


Nitekim CHP lideri, ısrarla altılı masa vurgusu yapıp, belediye başkanlarının görevlerine devam edeceğini söylerken, İYİP'in de aynı ısrarla belediye başkanlarını oyunda tutma çabası dikkat çekici.

Ayrıca Akşener'in son anketlerde Cumhurbaşkanına karşı Kılıçdaroğlu'nun biraz daha önünde oy aldığı gözlemleniyor.

Bu da İYİP'in "Kazanacak değil, kazanabilecek adayla gidilecekse Akşener daha şanslı" diyerek el mi yükselttiği sorularını akıllara getiriyor.

Öbür taraftan, Kılıçdaroğlu'nun anketlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ya kıl payı önünde ya da gerisinde çıkması dolayısıyla altılı masanın tüm ortaklarına, oy oranına bakmaksızın aynı ölçüdeki vaatkâr tavrı da İYİP'teki rahatsızlığın sebeplerinden biri olabilir.

Nitekim Türkiye hibrit bir rejime yöneldiği anda, iktidar lehine yüzde 60'a yüzde 40'lık dengeyi yüzde 50-yüzde 50 noktasına getiren İYİP'in doğuşuydu.

Dolayısıyla İYİP, Millet İttifakı'nın içinde İmamoğlu ya da Yavaş gibi bu kadar vaatkâr olmadan seçim kazanabilecek aktörler varken, CHP'li yöneticilerin Kılıçdaroğlu'nun adaylığı için bazı partilere oy oranının üzerinde siyaset yapma alanı açmasından rahatsız gibi duruyor. 


Tam da bu bağlamda, Kılıçdaroğlu'nun Akşener'in "Ben Başbakanlığa adayım" çıkışını işaret ederek, bir televizyon programında Millet İttifakı'nın bir Başbakan adayı da olduğunu belirtmesine de Akşener'den yine zımnen ve kamusal alanda bir yanıt geldi:

Birinci parti çıkacağız, bu ülkenin pazarlıksız, hak edilmiş başbakanı olacağım.


Bu, "Cumhurbaşkanı adaylığını bana Başbakanlık vadederek alamazsın" anlamına gelebilecek türden bir açıklamaydı. Dolayısıyla tüm bunlar düşünüldüğünde, bu pilavın daha çok su kaldıracağı aşikar. 

Bu noktada altılı masadaki tüm siyasi partilere düşen bir görev var. Hepsi, "Türkiye için sorumlu davrandıkları" söylemiyle ahlak zırhını üzerine geçirip, kendi istediklerini bu zırhın arkasından savunmaktansa gerçekten sorumlu hareket etmeye başlamalılar.

Bu da meseleyi adayın ismi üzerinden değil, önce dört başı mamur bir mikro ölçekli, faiz gibi, enflasyon gibi 100-200 günlük ortak bir programa işaret eden iktisadi uzlaşı, sonra iktidarı seçime zorlayacak ortaklaşa ve kitlesel mitingler ve son olarak da anketlere bakılarak ve ortadaki programa en uygun biçimde belirlenecek olan aday.

Yani sıralamayı tersine çevirmek ve halkı ortadaki kavganın basit bir iktidar kavgası değil, Türkiye'nin "köprüden önceki son çıkışı" olduğuna ikna etmek.

Yani beklentinin ne Kılıçdaroğlu'ndan ne de altılı masadan değil, ortak sorunlara dönük ortaya koyulan programdan olacağı bir ortak söylem inşa etmek. Ortak görüntü, ancak böyle mümkün.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU