Dosya/soruşturma: Batı ittifakı ile Rusya arasında Neo-Soğuk Savaş dönemi mi? (2)

Naman Bakaç, dosya/soruşturmanın ikinci bölümünde Doç. Dr. Murat Cihangir, Dr. Savaş Biçer, Nadir Fırat ve Rıdvan Kaya ile konuştu

İllüstrasyon: Hayley Warnham/Politico

Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilim, tarihsel kökleri olan bir sorun olsa da, 21'inci yüzyıl bağlamında 2014 yılında Rusya'nın Donbas Bölgesindeki "de facto" varlığı ve Kırım'ı ilhakıyla, Uluslararası arenada mezkûr sorun olarak görünür oldu.

21 Şubat'ta Vladimir Putin'in Donbas bölgesindeki iki "ayrılıkçı" cumhuriyetin bağımsızlığını tanıması ve ardından 24 Şubat'ta gelen askeri operasyon/işgal/savaş ise sıcak çatışmaya dönüşmüş durumda. 

Avrupa ve Rusya topraklarını; jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik olarak yeniden şekillendirecek Ukrayna-Rusya krizi, başka bir boyutuyla bir tür NATO/ABD/AB/Batı'nın güvenlik düzeni ile Rusya'nın güvenlik düzeni arasındaki gerilimin de bir yansıması olduğu söylenebilir. 

Soğuk Savaş'ın ardından NATO'nun Doğu Avrupa'ya genişlemeyeceği şeklindeki uluslararası taahhütleri karşısında, Rusya özelde ise Putin yönetimi, ülkesinin güvenlik tehdidinin Batı/NATO tarafından ciddiye alınmadığını düşünmektedir. 

NATO/ABD/AB/Batı ise Putin Rusya'sının SSCB'nin hinterlandını tekrar topraklarına katarak bir tür "imparatorluk" ideasını bilkuvveden bilfiile geçirmeye çalıştığı şeklindeki bir güvenlik algısına sahiptir.  

Putin'in 22 Şubat'ta elinde mikrofonla bir Rus çocuğa "Rusya'nın sınırı nerede başlıyor?" sorusuna yarı şaka yarı ciddi bir şekilde kendisinin verdiği "Rusya'nın sınırı yoktur" cevabı, Batı'nın güvenlik düzeni ile Rusya arasındaki gerilimin uzun yıllara yayılabileceğine işaret etmektedir.

Tüm bu bölgesel ve küresel gelişmeleri hazırladığımız iki soruyla bir dosya/soruşturma etrafında bütünlüklü ele almaya çalışmak istedik. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bir dizi halinde sürecek olan dosya/soruşturmamızın ikinci bölümüne; Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden öğretim üyesi Doç. Dr. Murat Cihangir, Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Savaş Biçer, Rus askeri ve stratejik düşüncesi alanında Avustralya'da bağımsız araştırmacı olarak çalışan Nadir Fırat ve ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan Kaya görüşleriyle dosyamıza katkıda bulundu. 
 

Soru 1: Uluslararası güvenlik düzeninin yeniden şekillen(eceği)diği 21'inci yüzyılın bu zaman diliminde Rusya'nın; Suriye, Orta Asya, Kuzey Kafkasya ve Doğu Avrupa'da kurmaya çalıştığı hegemonya karşısında Batı/NATO/ABD/AB'nin bu güvenlik tehdidine karşı geliştirdiği retorik ve sahadaki pratiklerini nasıl buluyorsunuz?

Batı'nın yeterince caydırıcı ve sert hareket etmediği tartışmalarına katılıyor musunuz? Sizce Batı ittifakı ne yapmalı? Neyi yapamadı?

Batı İttifakı'nın güvenlik ve işbirliği ekseninde kendi içinde çatlaklar ve uyumsuzluklar yaşadığına katılıyor musunuz? Nedir bu çatlaklar veya uyumsuzluklar?


Soru 2: Rusya'nın eski SSCB hinterlandını kazanmaya çalışarak bir tür "Rusya'nın sınırı yoktur" jeopolitik ideasını, Batı dünyasının geleceği açısından nasıl yorumluyorsunuz?

Putin sizce ne yapmaya çalışıyor? Rusya'nın; Avrupa ve Rusya coğrafyasında nasıl bir güvenlik düzeni ve politik hedefi var?

Yeni bir Neo-Soğuk savaş içinde olduğumuzu düşünüyor musunuz? Yoksa bunlar yeni bir dönemi değil geçici konjonktürel bir dönemi mi ihtiva ediyor? 


Doç. Dr. Murat Cihangir: Putin Rusya'sının, bu tehdit edici stratejik yaklaşımı "Neo-Emperyal Perestroyka" girişimi olarak okunabilir
 

Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç.Dr_. Murat Cihangir.jpeg
Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Murat Cihangir

 

1-  Ünlü Rus stratejist Aleksandr Dugin'e göre "Rusya imparatorluksuz düşünülemez."  Amerikan Başkanı Carter döneminde ulusal güvenlik danışmanlığı yapmış olan Brzezinski'ye göre ise, bir zamanlar kıtasal imparatorluk kurucusu ve Soğuk Savaş döneminde ideolojik blok liderliği yapmış olan Rusya, sancılar yaşayan bir ulus devlete dönüşmüştür.

Bu yeni siyasal ve jeopolitik konumlanmanın üretmiş olduğu kimlik bunalımı Rusya'yı derinden etkilemiştir. Brzezinski, Rusya'nın Sovyetler Birliği sonrasında almış olduğu siyasi formu "ulus devlet" modeli ile açıklamaya çalışmışken, Dugin ise Rusya'nın yeni pozisyonunu "bölgesel devlet tuzağı" kavramsallaştırmasıyla pejoratif bir konuma oturtmuştu.

Bu yeni formun ortaya çıkarmış olduğu yeni jeopolitik ve güvenlik algısı özellikle doksanlı yıllarda Batı'da bir zafer sarhoşluğu havası estirmişken, Rusya'da ise iyileşmesi neredeyse imkânsız jeo-stratejik yaralar açmıştı. 


11 Eylül sonrası ABD öncülüğünde inşa edilmeye çalışılan yeni güvenlik anlayışı, Rusya'ya yeniden toparlanma ve emperyal ihtiraslara ulaşma umudu vermişti.

Bunu biraz da coğrafi deterministik kültür de teşvik etmiştir. ABD'nin özellikle uluslararası hukuku hiçe sayıcı tek taraflı müdahaleci anlayışı,  Batı'nın büyük bedeller ödeyerek inşa ettiği uluslararası hukuk prensiplerini zedelemişti. 


Rusya ise özellikle Arap Baharı'nın patlak vermesinden sonra oluşan sistemik gediklerden jeopolitik alanlar açarak özlem duyduğu Avrasya merkezli küresel imparatorluk hedefi doğrultusunda stratejik adımlar atmaya çalışmıştı.

Rusya'nın 2008 yılındaki Gürcistan işgali ve zaferi bu stratejik yönelimin peşrevi olarak görülebilir. Arap Baharı sürecindeyse Kırım'ın ilhak edilmesi ve Donbass savaşının patlak vermesi, Rusya'ya daha fazla jeopolitik hedeflere ulaşım özgüveni tevdi etmişti.

24 Şubat 2022 yılında Ukrayna işgalinin başlatılmasıysa bambaşka bir jeopolitik aşamayı temsil etmektedir.


"Caydırıcılığı tartışmalı ekonomik yaptırımlar enstrümanıyla, Rusya'nın engellenmesi, beklenmedik sonuçlar doğurabilir"

Bir başka düzlemdeyse, NATO ve ABD'nin inşa etmeye çalıştığı stratejik konseptler ve güvenlik anlayışlarında jeopolitik aktör Rusya'nın göz ardı edilmiş olmasının bölgesel ve küresel maliyetiyle karşı karşıya kalınmıştır.  

Rusya'nın bu neo-emperyal yöneliş sürecinde Batı'nın ve özellikle ABD'nin Rusya'yı çok iyi analiz etmedikleri vurgulanabilir. Mearsheimer'in 2014 yılında Ukrayna Krizi ile ilintili olarak Batı'yı sorumlu göstermiş olması da bu bağlamda değerlendirilebilir.

Panoramik bir yaklaşım sergilendiğinde, caydırıcılığı ve sonuç alıcılığı tartışmalı bir mahiyete dönüşmüş olan ekonomik yaptırımlar enstrümanı üzerinden Rusya'nın engellenmeye çalışılmasının istenmedik ve beklenmedik sonuçlarının ortaya çıktığı tahlil edilmektedir. Bunun sistemik ve kimliksel nedenleri bulunmaktadır. 


Sistemik düzlemde, yapılan güç projeksiyonlarında, Çin odaklı bir güvenlik anlayışının geliştirilmeye çalışıldığı vurgulanabilir.

Kimliksel bağlamdan yaklaşıldığındaysa, özellikle 11 Eylül terör saldırılarının üretmiş olduğu teo-kültürel iklim Rusya'yı jeopolitik düşman seviyesinden, jeo-kültürel sistemik yapının defacto ötekisel bir bileşeni statüsüne yerleştirmişti.

Gelinen aşamada, Batı dünyasının da kimliksel bir krizle karşı karşıya kaldığı işaret edilebilir.

 
ABD'nin 11 Eylül sonrasında yumuşak güç unsurunu zedelemesiyle cazibesini yitirmesi bu kimliksel krizi daha da derinleştirmiştir.

ABD'nin imparatorluk hedeflerinin ütopik bir boyut kazandığı, Avrupa Birliği'nin özellikle Brexit süreciyle kimliksel krizinin derinleştiği, Sosyal medya ve meta-verse devrimlerinin etkilerini gösterdiği, post-truth denilen hakikatin kıskaç altına alındığı, devlet dışı aktör olarak yapay zeka teknolojilerinin belirleyiciliğinin arttığı ve klasik etno-centric jeopolitik anlayışların aşılma temayülü gösterdiği yeni bir dünyanın inşa süreci işaret edilebilir. 


Son olaraksa, bu geçiş sürecinin öne çıkardığı belirsizlikten konjonktürel bir alan açma pratiğine dayalı yeni sistem tartışmalarının anakronik bir yapı arz ettiği tespiti üzerinden geçiş süreçlerinin sancılı olduğu realitesi şerh düşülebilir.


"Putin'in, zihinsel ve ruhsal dünyası post-emperyal (SSCB çöküşü) travmanın etkisinden kurtulamamıştır"

2- Tarihsel deneyimler imparatorlukların sınırsızlık arayışları olsa bile belirli bir sınırlarda durmak zorunda olduklarını kaydetmektedir. Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının çöküş nedenlerinden olan imparatorlukların doğal sınırlarına ulaşması faktörü üzerinden güncel Rusya irredentizmini anlamaya çalışırsak, Putin Rusya'sının emperyal genişleme çabası daha iyi anlaşılabilecektir.

Putin'in dünya görüşü, Rusya'nın ekonomi-politik kimliği, bölgesel denklem ve küresel sistemik yapının almış olduğu form gibi düzlemlerden birbiriyle ilintili tümleşik bir metodolojik analizi gerektirmektedir.

Rus Dış Politikasının ve stratejik anlayışının kritik aktörlerinden olan Putin'in, zihinsel ve ruhsal dünyası post-emperyal (SSCB çöküşü) travmanın etkisinden kurtulamamıştır. Sovyetler Birliği'nin çöküşü Rusya'da derin kimlik krizlerine neden olmuştur. 


Özellikle ABD öncülüğünde Batı'da yükseltilmiş olan hegemonik retorik ve bu yeni süreç çerçevesinde NATO özelinde geliştirilmeye çalışılan yeni stratejik konsept, Rusya'yı adeta jeopolitik bir felaket yaşanmışlık duygusallığına itmiştir.

I. Dünya Savaşı sonrasında Versay Barış Antlaşması'nın, Almanya'ya dayattığı siyasi ve ekonomik koşulları Hitler kabul etmeyip "Hayat Sahası" arayışına girmesi ki bu büyük felaketlere neden olmuştu, Putin Rusya'sı da Post-Sovyet süreci Batı tarafından Rusya'ya empoze edilen kısıtlayıcı hatta yok edici koşullar olarak algılamıştır. 

Bu bağlamda, ünlü Rus stratejist Aleksandr Dugin'in "Rus Jeopolitiği ve Avrasyacı Yaklaşımı" isimli eserinde öne çıkan tahlil ve stratejik önerileri tekrar gözden geçirmek güncel Rus jeopolitik eğilimlerini anlamaya yardımcı olacaktır.

Dugin'in Putin ile çelişen kısmi yaklaşımları olsa bile jeopolitik düzeyde nispi bir örtüşmenin altı çizilebilir. Dugin, Soğuk Savaş sonrasında Rusya'ya Batı tarafından verilen "Bölgesel Devlet" rolünü, "Süper Güç" veya "İmparatorluk" statüsünün altında olduğu için, reddederek bu dıştan dayatılan statünün Rus milletinin yok olması anlamına geldiğini, bu nedenle Çarlık ve Sovyet dönemlerindeki modellerinin bir üst modeli sayılabilecek Avrasya İmparatorluğunun inşasını, stratejik varoluş tercihi ve arayışı olarak sunmuştur.

Bu anlayış pek çok siyasi, askeri ve güvenlik elitlerini etkilemiştir. Putin de bu etkiden azade bir lider değildir. 


Bu kapsamda, "gayri emperyal ve küçük Rus milliyetçiliğinin" aşılmasını ve teritoryal genişlemeyi "jeopolitik devrim" kavramıyla ifade etmeye çalışmıştır. Güncel süreçte bu jeopolitik yaklaşımın askeri ve güvenlik yansımalarıyla karşı karşıyayız.

Putin Rusya'sının bu tehdit edici stratejik yaklaşımı "Neo-Emperyal Perestroyka" girişimi olarak değerlendirilebilir.

Bu çerçevede, Sovyetler Birliği'nin Gorbaçov öncülüğünde uygulamaya çalıştığı Perestroyka sürecinin nasıl sonuçlandığı tasavvur edildiğinde, tarihsel tekerrür ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiği uyarısı yapılabilir. 


Rusya'nın bu jeopolitik anlayışı, Rusya'yı ve bölgeyi öngörülemez sonuçları olacak felaketlere sürükleyebilecektir Bununla birlikte, yaşanan askeri gerilimler ve güvenlik tehditleriyle birlikte ileri sürülen "Yeni Soğuk Savaş" yaklaşımlarını, sistemik farklılık, ideolojik kutuplaşmanın olmayışı, propaganda savaşı yerine yeni enformasyon savaşlarının geçişi gibi daha pek çok yapısal ve faktörsel nedenlerle yeni bir Soğuk Savaş yaklaşımının zayıf ve zorlama bir kavramsallaştıma olduğu vurgulanabilir.

Son olaraksa, Rusya'nın jeo-stratejik eğilimi, özellikle Trump döneminde daha netlik kazanan, Çin ve ABD gerilimi üzerinden yapılan iki kutuplu sistemik projeksiyona tepki olarak, küresel güç denkleminde göz ardı edilemeyecek bir aktör olduğunu kabul ettirme girişimi olarak da okunabilir.

Amerikan Başkanı Biden'ın 24 Şubat günü Rusya'nın işgal girişimine karşı konuşmasının bir bölümünde "Putin'i kesinlikle hafife almadım" ifadesi bu bağlamda zamanlamada gecikmiş bir günah çıkarma eylemi olarak da okunabilir.


Dr. Savaş Biçer: Rusya'nın ilgi alanını iyi anlayıp, tepkisinin ABD'nin hegemonik tutumuna mı yoksa Batı'ya karşı var olma mücadelesi mi olduğu iyi incelenmeli
 

Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doktor Savaş Biçer.jpg
Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Savaş Biçer

 

1- Öncelikle Batı/NATO/ABD/AB şeklindeki genellemenize katılmıyorum. Her bir aktörün Rusya'yı ne kadar tehdit olarak gördüğü ya da tehdit olarak görüp görmediği belli olmayan farklı siyasi, ekonomik ve hatta ticari çıkarlara sahip yapılar.

Burada "hegemonya kurmaya çalışmak" da aslında oldukça iddialı bir çıkarım bana göre. Rusya'nın kendi etki ve ilgi alanını iyi anlayıp, bu alana yönelen özellikle de ABD'nin Soğuk Savaş sonrası dünyanın birçok farklı alanında izlediği hegemonik bir devlet olma tutumuna karşı bir tepki mi, yoksa ABD'nin etkisi, baskısı ve önderliğindeki Batılı devlet, kurum ve kuruluşlara karşı bir var olma mücadelesi mi, iyi incelenmeli bence.

Devletlerin ulusal çıkarlarının önceliklerini ve bu çıkarları korumak için yaptıkları tehdit değerlendirmeleri ile bu tehditlerle mücadeledeki söylem ve uygulamalarını aynı görmüyorum. Bunun en çarpıcı örneklerini hem egemenlik alanını savunan hem de terörle mücadele eden ülkemiz hasımları ve hatta müttefikleri ile halen yaşamakta. 


Ayrıca Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline yönelik askerî harekâtı konusunda iki ezeli düşman İran ve Batı'nın ayrılmaz parçası sayılan İsrail'in birbirine yakın tepkileri de dikkate değer bence.

Bu listeye bir de BM Güvenlik Konseyinden Rusya'nın, Ukrayna'yı işgaline karşı çıkarılacak karara "çekimser" kalan ABD ve İngiltere'nin Körfezdeki en sadık müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri'ni ve en son olarak ambargo kapsamında Baltık denizinden inşa edilen Kuzey Akım-2 projesini askıya alan ama Rusya'dan gelen YAMAL boru hattından doğal gazı almaya işgalin ikinci günü tekrar başladığı iddia edilen Almanya'yı ekleyebiliriz.


"Yeni bir Neo-Soğuk Savaş içinde olunduğunu düşünmüyorum"

2- Sorunuzda geçen, Rusya'nın eski SSCB hinterlandını kazanmaya çalışarak bir tür "Rusya'nın sınırı yoktur" jeopolitik ideasını, Batı dünyasının geleceği açısından nasıl yorumluyorsunuz? kısmı ile ilgili şunu dile getirebilirim:

"Batı"dan kastınız Avrupa ise Avrupa önce ABD'den müstakil olarak, Rusya bir tehdit mi, yoksa anlaşılabilecek ve Avrupa'da barış ve istikrara katkısı olabilecek bir bölgesel güç mü bu konuda bir karar vermeli?

Özellikle Sovyet işgali ve mezalimi yaşamış Avrupalı devletlerin bu konuyu bütün kötü anıları ve komplekslerini bir kenara bırakıp değerlendirmeleri gerekecek.

Bu ise, çok zor. "Ekonomik olarak bağ kurarım ama siyaseten düşmanlık ya da en azından rekabet devam eder" şeklinde bir uygulama ise Avrupa'ya zarar vermeye devam edecektir.


Putin'in ne yapmaya çalıştığı kısmına gelecek olursak. Putin, Avrasya'da Doğu Avrupa'dan Urallara kadar olan bölgeyi, Arktik bölgeyi, Kafkasya ve Orta Asya'yı, kısacası etki ve ilgi alanını en azından tarafsızlaştırmaya, Doğu Akdeniz'de yerleşmeye ve ABD'nin siyasi, askeri ve ekonomik olarak girdiği her coğrafyada ona rakip olmaya, mücadele etmeye kararlı bir dış siyaset uyguluyor görünümünde.

Üç Baltık ülkesinin NATO'dan çıkması ve tarafsız olmasını daha önce dile getiren Rusya yönetiminin, Ukrayna'yı askersizleştirmek hedefi de bu yönde atılan adımlar bana göre. 


Yeni bir Soğuk Savaş içinde olunup olunmadığı tartışmalarında ise, ben yeni bir Neo-Soğuk Savaş içinde olunduğunu düşünmüyorum.

Farklı bir boyut olarak, savaş eşiğine gelene kadar uygulanan Gri Bölge çatışma yöntemlerine artık eşiğin aşılarak sıcak çatışma dönemimin de dâhil olduğunu düşünüyorum. Siyah ve Beyaz, Savaş ve Barış nedir? Tartışmalı hale geldi.


Sorunuzun son kısmı olan tüm bu gelişmeler, yeni bir dönemi mi yoksa konjonktürel bir dönemi mi ihtiva ediyor kısmıyla ilgili ise şöyle düşünüyorum ben; yeni ya da geçici dönem yok bence, genel ve devam eden uzun bir süreç içerisinde yaşanan bir dizi yeni olay, hazırlanan yeni sahneler, oynanan yeni bölümler ve yazılan yeni başlıklar söz konusu. 


Nadir Fırat: Rusya'nın eski SSCB hinterlandını kazanmaya gücü olmadığı gibi, böyle bir şeye kalkışmasına sebep olacak koşullar da yok
 

Rus Askeri ve Stratejik Düşüncesi Uzmanı-Nadir Fırat.jpg
Rus sskeri ve stratejik düşüncesi uzmanı Nadir Fırat

 

Rusya eski Sovyet coğrafyasını kendi nüfuz alanı olarak görüyor. Nüfuz alanı kavramına teorik bir uluslararası soyutlaştırma olarak bakmadan, bu ülkelerin askeri üniformaları, televizyon programları, eğitim sistemleri gibi günlük pratiklerine baktığınızda bu etki alanının günlük hayatın aslında ne kadar büyük parçası olduğunu gözlemlemek mümkün.

Bu nüfuz alanı Tabii ki günlük hayatın ötesinde bu ülkelerin siyasi pratiklerini de etkiliyor.

Şu an Ukrayna ile yaşanmakta olan sorunun temelinde ise Ukrayna'nın bu ülkelere kıyasla Sovyetler dönemi sonrasında Rusya nüfuz sahasında esnek bir noktada yer almasıdır.

Rusya'nın bu ülkede kurduğu ve koruduğu networkler bazen baskın gelirken, bazen de daha bağımsız tarafların etkili olduğunu görüyoruz. Fakat tarihi ve sosyo-ekonomik sebeplerle Ukrayna, Rusya'ya olan yakınlığını belli oranda korudu.

Baltık devletlerinin, Rusya ile Ukrayna kadar yoğun organik bağları olmaması sebebiyle onların Rusya'dan uzaklaşması Rusya için bu kadar büyük bir sorun teşkil etmedi.

Fakat 2014 sonrası batıya daha da yaklaşmaya başlayan Ukrayna, Rusya açısından bakıldığında eski-Sovyet nüfuz alanında önemli ve anlaşılması güç bir istisna olarak duruyor. 


Evet, belki "Rusya'nın sınırları yoktur" bir slogan olarak iç siyasette ve dahi belki de Rusya liderlik kadrosunun bir kısmının fikri dünyasında yer buluyor olabilir ama bunun gerçek anlamda uygulanabilirliği ve uygulama isteği olup olmadığı tartışmalı bir konu.

Rusya'nın şu an için Ukrayna ötesinde eski SSCB hinterlandını kazanmaya kalkışabileceği maddi ve askeri gücü olmadığı gibi zaten şu anda böyle bir şeye kalkışmasına sebep olacak koşullar da yok. Çünkü zaten Rusya bu havzada istediği seviyede nüfuza sahip. 


Fakat Ukrayna sonrası bir hubris içerisinde bu ülkeler üzerinde daha fazla hak iddia etmeye başlaması Tabii ki mümkün.

Bu noktada "Batı dünyasının geleceği" ve "Rusya'nın; Avrupa ve Rusya coğrafyasında nasıl bir güvenlik düzeni ve politik hedefi var" sorusunun cevabı ancak şu an gerçekleşmekte olan bir olayın sonuçlarına bağlı olarak verilebilir ki bu da Ukrayna savaşı. 


Burada ilk sorunuz ikinci sorunuzla bağlantılı. Rusya eski Sovyet Coğrafyası (ki buna Çeçenistan'ı da katarak tartışmamız lazım) ve Suriye'deki çatışmalarda olayı askeri alanda lokalize ederken, uluslararası alanda da kendisine stratejik olmayan ama sorunun çözümünü isteyen geçici koalisyonlar kurarak yaklaştı.

Yani özetle Rusya, çatışmayı lokalize ederek daha çok bir Çeçen meselesi haline getirdi. Aynı davranışı, Suriye'de ve en son olarak Kazakistan'da da sergiledi. 

Tabii ki bu iki müdahale arasında büyük farklar var, fakat ikisinde de Rusya (ABD'nin Irak ve Afganistan işgalinde olduğu gibi) tümüyle taraf olmadan, rejimlerin sahip olduğu güçleri kullanarak sadece sınırlı destek ile rejimleri ayakta tutabilmeyi başardı.

Bu tarif ettiğimiz çatışmalarda Batı ittifakı bazen güvenlik sağlama maliyetini üslenmek istemedi ya da yaşanan çatışmalar Batı açısından marjinal stratejik öneme sahiplerdi.


Özellikle Suriye, Rusya açısından, sorunlara çözüm getirebilen bir dünya gücü olduğunu gösterme ve en büyük çekincesi olan "otoriter rejimlerin içeriden veya dış destekli devrimlerle yıkılması"na karşı duracağını ifade etme yoluydu.

Tabii ki bazı başka askeri ve stratejik hedefleri de vardı. Fakat Rusya'nın, bu ülkeler üzerinden bir hegemonya oluşturma amacı olduğu iddiası çok da geçerli değil.

Daha önce de belirttiğim gibi buna doğru bir istek olsa bile, Rusya böyle bir şeyi hayata geçirebilecek maddi, kültürel, insani kaynaklara sahip olmaktan çok uzakta. 


Rusya geçtiğimiz sekiz yıl içerisinde Ukrayna'da da benzer bir tutumla kendisi açıktan muhatap olmadan (açık olarak asker yollamak vb. gibi olaylardan kaçınarak) olayı lokalize ederek bir Ukrayna ve Ukrayna'da yaşayan etnisiteler çatışması naratifi içerisinde sürdürdü.

Fakat sekiz yıl boyunca Ukrayna başarılı bir strateji izleyerek bu olayı "ne çatışalım, ne barışalım" çizgisinde donmuş bir çatışma olarak muhafaza etmeyi başardı.

Aynı sürede kendi askeri, devlet ve altyapı sorunlarının çözümünde bütün yolsuzluk ve siyasi karışıklıklara rağmen sınırlı da olsa ilerleme kaydetti.

Rusya sekiz senenin sonunda uyguladığı stratejinin kesinlikle başarısız olduğunu ve kendine maliyetli olduğunu düşünerek kapsamlı bir işgal hareketi ile bu sorunu hızla çözüme kavuşturmak yoluna gitti, ve bu sefer çatışması lokal olmaktansa kendisinin yoğunluklu olarak dahil olduğu bir vaka haline getirdi. 


"Bu savaş, Putin'in istediği siyasi kazanımları elde edeceği garantisini vermiyor"

Şu anda Ukrayna için muazzam umutlu olmak veya tümüyle ümitsiz olmak için çok erken. Savaşın sadece dördüncü gündeyiz ve savaş süreçlerinin kendi dinamikleri içerisinde nereye evirileceklerini dışarıdan kestirebilecek noktada değiliz.

Yanlış bilgilendirilme, Ukrayna halkı hakkındaki bazı özgüven yaratıcı önyargılar, daha önceki Gürcistan savaşı ve Kırım işgalinde Batı'nın çok fazla tepki göstermemesi veya başka birçok sebeple, Putin Ukrayna ile savaşa girdi.

Bu Putin açısından kaybedemeyeceği bir savaş olma özelliğini taşıyor ve bu sebeple Rus tarafının gittikçe sertleşmesi beklenebilir. Fakat bu savaşın sonunda Putin'in istediği siyasi kazanımları elde edeceği garantisini vermiyor.

Rus askerlerinin morali, erzak, yakıt ve mühimmatı savaş uzadıkça azalacaktır. Her ölen veya esir düşen Rus askeri ve kardeş Ukrayna'da hayatını kaybeden her sivil, Rus kamuoyunda savaşa olan tutumu değiştirecektir. 


Burada Batı yaptırımlarının etkisi Rus halkını sıkıntıya sokarak Putin'in popülerliğini azaltacağı gibi, Putin'in bir arada tuttuğu koalisyonların da çatlamasına sebep olacaktır.

Ayrıca savaş için gerekli olan silah ve mühimmat üretimi açısından Rusya'yı zorlayacaktır. 


Ekonomik yaptırımlar literatürü, bize bu yaptırımların caydırıcılık veya rejimleri zorlama anlamında pek fazla işlevi olmadığını söylüyor.

Fakat Rusya'nın içinde bulunduğu durumun farklı olduğunu söylememiz lazım. Rusya'nın kara kuvvetlerinin yarısının mobilize olduğu ve 41 milyonluk dev bir coğrafyayı işgal etmekle meşgul olduğu bir durumda bu yaptırımlara maruz bırakılıyor.

Rusya giderek artan bir stres testine tabi tutulurken uygulanan yaptırımların etkilerinin barış zamanından daha kuvvetli olacağını düşünmek mümkün.


Batı ittifakı uzun yıllardır kural bazlı global sistem içerisinde, sistemin getirilerinden sonuna kadar faydalanmasına rağmen, sistemin sorumluluklarını reddeden otokrat kleptokrasileri kısa vadeli çıkarlar yüzünden sorumluluk almaya zorlamadı.

Örnek olarak uluslararası finans sisteminin denetimsizlikleri ve kazanç hırsını kullanan Rusya, kendi vatandaşlarının varlıklarından çalan elitlerin ülkenin varlıklarını yurtdışına aktarmasına izin verdi. 

Ayrıca finans sistemine bağlı olarak, yaratılan Rusya için rahat hareketi sağlayan global ortam ve Kırım'ın ilhakı gibi konularda yeterli cevabın vakitli verilmemiş olması, Ukrayna savaşı öncesi ve sonrası yaptırımların geciktirilmiş olmasından çok daha büyük stratejik hatalar. 


Şu an Putin yeterli veya yetersiz olduğu tartışmalı olan ama kurallara ve teamüllere dayalı dünya sisteminin kapısını, teamüllerin yeniden belirleneceği ve uzun süre dinamiklerin belirsizlik ve güvenlik riski taşıdığı yeni bir dünyaya açıyor.

Eğer Ukrayna'da istediği siyasi hedefe ulaşmayı başarırsa, özellikle Avrupa için yeni bir güvenlik ortamının tanımlanması gerekecek. Bu yeni düzende Avrupa bir yandan Rusya ile güvenlik tartışmalarını tırmandırmadan, diğer yandan kendi güvenlik kapasitesini arttırmaya ihtiyaç duyacaktır.

Bu süreçte Avrupa ve Amerika, Rusya'yı yaptırımlarla cezalandırırken, özellikle Çin'in desteği ile Rusya bu yaptırımların etrafından dolanma yollarını arayacaktır.

Soğuk Savaş analojisinden bizi bu sefer daha uzakta tutan şey ise Rusya ve Batı ittifakı arasındaki gerginliğin bilgi akışının sınırsız sürede gerçekleştiği ama karar alıcıların bandwithlerinin sınırlı olduğu daha entegre bir dünyada gerçekleşecek olması.

Rusya bu durumda elindeki bütün imkânları son yıllarda yaptığı gibi ittifakın üyeleri arasında çatlaklar yaratmak, ülkelerin içerisindeki kesimleri birbirleriyle çatıştırmak için kullanacaktır.

Aynı zamanda gerginliği daha güçlü olduğu askeriye gibi alanlara çekerek inisiyatifi elinde tutmaya çalışacaktır bunun için de yakın zamanda da gördüğümüz gibi nükleer tehdidi de bir kart olarak kullanacaktır.

Şu an için Rusya ve Ukrayna için olduğu kadar, Avrupa'nın, Batı ittifakının ve içinde bulunduğumuz dünya düzeninin kaderi Ukrayna'daki savaşın gidişatıyla belirlenecek.


Rıdvan Kaya: Hem ABD hegemonyasının tek kutuplu dünya düzeni hem de Rusya ve Çin'in azmanlaşması, dünya halkları için tehdit kaynağı
 

ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan KAYA.jpg
ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan Kaya

 

1- Rusya'nın, Çarlık döneminden başlayıp Ekim Devrimi ile de süregelen ve ancak Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonrasında sendeleyerek kısa bir süre için ara verdiği yayılmacı siyasetini Putin ile birlikte yeniden devreye soktuğu biliniyor.

Grozni'nin yakılıp yıkılması ve Çeçenistan'ın tümüyle tahakküm altına alınması ile başlayan Putin'in hamleleri 'içeride' Gürcistan'dan Abhazya ve Güney Osetya, Ukrayna'dan da Kırım ve Dombas bölgelerinin kopartılması ile devam etti.

Dışarıda ise askeri güç kullanarak Suriye ile başlayan nüfuz alanı oluşturma politikası Libya ile ivme kazanıp tüm Ortadoğu'da etkili bir güç teşkiline doğru yol aldı. 


Rusya açıkça Hitlervari bir yayılma siyaseti izliyor ve bunu da Nazilerin 'lebensraum' doktrinine benzeyen bir şekilde meşrulaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik endişesi yaşaması normal çünkü yaklaşım tarzı yayılmacı bir eksende gelişiyor. Elbette Batı'nın hasım, en azından rakip olarak gördüğü Rusya'yı kuşatma ve etkisiz kılma siyaseti izlediği inkâr edilemez bir gerçek ama bunun Rusya'nın hamlelerini haklı çıkartmaya, meşrulaştırmaya yetmediğini düşünüyorum.

Nitekim Ukrayna örneğinde olduğu gibi bugünlerde sıkça dillendirilen, Ukrayna'nın NATO'ya üye olma çabasının Rusya için bir tehdit teşkil ettiği ve işgale 'mecbur' bıraktığı tezinin uluslararası hukukla da insani ve ahlaki kriterlerle de bağdaştırılmasının imkânsız olduğu kanaatindeyim. 


"Batı ittifakı, Putin'in kararlılığı karşısında net tavır alamadı, çünkü bedel ödemek istemiyor"

Batı ittifakı gelmekte olan işgali durdurmak için bir şeyler yaptı, hiçbir şey yapmadığını söylemek haksızlık olur.

Ama Putin'in kararlılığı karşısında net, somut bir tavır almadı, alamadı çünkü bedel ödemek istemiyor. Batılı güçler kendilerince kamuoylarını daha rahat ikna edebilecekleri çatışmalara girmekten çekinmiyorlar.

Afganistan ve Irak örneğinde olduğu gibi İslam dünyasında alabildiğine saldırgan tutumlar takınabiliyorlar. Ama savaşı, çatışmayı kendi coğrafyalarına taşıyabilecek riskleri göze alamıyorlar. 


Batı'da liderlik noktasında büyük bir boşluk var. Daha önemlisi de hayat standartlarından taviz vermeyi asla göze alamıyorlar.

Bunu Suriye'de net biçimde gördük. Rusya ile karşı karşıya gelme ihtimali söz konusu olduğunda insanlık suçlusu vahşi Esed rejiminin sistematik biçimde işlediği katliamlara gözlerini yumarak ne kadar zayıf ve de pragmatist olduklarını gösterdiler.    


"Batı ittifakının mevcut zaaflı hali, Putin'i daha fazla cesaretlendiriyor"

2- Putin Rusya'sının, yayılmacı emelleri var. Bunu 21 Şubat ve 24 Şubat'ta yaptığı, tarih ve coğrafya sosuyla bezediği konuşmalarıyla, emperyal bir doktrin halinde dünyaya duyurdu zaten.

Buna gücü yeter mi, göreceğiz. Batı ittifakının mevcut zaaflı halinin Putin'i biraz daha fazla cesaretlendirdiğini görüyoruz. Umarım gelişmeler karşısında daha aktif hale gelip Rusya yayılmacılığına karşı daha etkin bir tavır alır ve Putin yayılmacılığını frenlerler.

Bu süreç Orta Asya'nın zaten edilgen devletlerinin tamamen Rusya uydusu haline gelmeleriyle devam edebilir. Türkiye'ye yönelik baskı ve tehdide de dönüşebilir. 


ABD hegemonyasını tahkim eden tek kutuplu dünya düzeninin eşitlik, adalet ve hukuk düzeni açısından çok kötü sonuçlar doğurduğunu on yıllardır gördük ama Rusya ya da Çin'in giderek azmanlaşmasının da dünya halkları için başka bir tehdit kaynağı olduğunu görmezden gelemeyiz.

Bu iki güç tahakküm altında tuttukları bölgelerde hiçbir insani, hukuki kriter gözetmeksizin, ABD'nin emperyal düzeninden de berbat bir işleyiş tesis ediyorlar. Suriye ve Doğu Türkistan örnekleri önümüzde duruyor. 


Bu yüzden uyum değil, çatışma içinde olmalarının dünyaya biraz daha fazla hareket imkânı ve özgürlük alanı açacağını düşünüyorum.

Bizler Müslümanlar olarak her durumda eziliyoruz zaten. Dolayısıyla küresel güçlerin kendi aralarında çekişmeleri lehimize olacaktır.

Ama inancımız bize reel politik yaklaşımlarla pragmatist tutumlara savrulmayı değil, her durumda insani, ahlaki değerlerden hareketle mazlumlardan yana olma sorumluluğuyla hareket etmeyi emreder.

Coğrafya ve dini inanç, etnik köken ayırmaksızın yayılmacılığa, tahakküme ve işgale karşı çıkmak İslami kimliğimizin gereği olarak görülmelidir.    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU