Bir ön not: Bu hafta Migros depo işçilerinin, hele hepimizin gönlünde taht kuran kelepçeli Gülabi'nin zaferini yazmak isterdim; ama geçen haftadan devamla uyuşturucu işlerini yazacağımı duyurmuştum.
Sözümüzü tutalım...
Malum, hayatımıza giren yayın platformlarındaki popüler diziler üzerinden Pablo Escobar'ı, El Chapo'yu, Latin Amerikalı uyuşturucu kartellerini iyice öğrendik. ABD'ye giden kokain yollarını hepimiz biliyoruz.
Tabii bir de Meksika'dan gelen acayip toplu katliam haberleri işi daha da çarpıcı kılıyor.
Latin Amerika'da her şey şaşaalı oluyor. Hele Escobar'ın koskoca ABD'ye kafa tutması ve Kolombiya'nın her daim "yolsuz" olmuş sağ iktidarlarına karşı solcu gerillaları desteklemesi onu bir çeşit halk kahramanı haline getirmişti.
Rahmetli, kızı üşümesin diye iki milyon doları yakacak kadar değişik bir adamdı. Namı dünyayı sardı.
ABD'ye kafa tutmaya kalkmasa, bir şekilde uzlaşsa muhtemelen hâlâ yaşıyor olacaktı...
İşte bu şaşaalı hikayeler ve onları tüm dünyaya anlatan popüler filmler, diziler yüzünden zannediyoruz ki dünyanın en büyük, en acayip uyuşturucu rotası Güney Amerika'dan başlayıp Orta Amerika'yı kat ederek ABD'ye ulaşan hattır.
Öyle değil...
Dünyanın en büyük uyuşturucu rotası Türkiye üzerinden geçiyor.
Afganistan'dan yola çıkan envaı çeşit uyuşturucu ve uyuşturucu yapımında kullanılan hammadde İran üzerinden Türkiye'ye giriyor. Sadece İran değil, Irak ve Suriye sınırları da kullanılıyor.
Uyuşturucu daha sonra Bulgaristan üzerinden Batı Avrupa ülkelerine dağılıyor. Elbette Türkiye'nin "iç pazar" ihtiyacı da bu yolla karşılanıyor.
Afganistan kaynağı geleneksel uyuşturucular için geçerli. Şimdi bir de kokain ve çok değişik sentetik uyuşturucular var.
Kokain, Güney Amerika'nın kuzey bölgelerindeki koka bitkisinden üretiliyor. Tropikal bir bitki olduğu için dünya pazarı haliyle Latin Amerika'ya bağımlı. Benzer iklimlerde ciddiye alınır bir üretim alanı yok.
Tesadüfen ya da mafya itirafçısı Sedat Peker'in işaret etmesiyle yakalanan tonlarca kokain, Türkiye'nin Avrupa'ya giden kokain rotasında da kilit ülke olduğunu ortaya koyuyor.
Kıymetli bir uyuşturucu olan kokain için anlaşılan Portekiz, İspanya gibi Atlantik'e kıyısı olan ülkelerden rota oluşturmak sıkıntılı olsa gerek.
Yolu biraz uzatıp Türkiye'deki hazır ağı kullanmak daha avantajlı görünüyor.
Tabii bu işlerde nakliyat önemli.
Limanlar lazım, marinalar lazım, gemiler lazım, tüm bağlantıların ayarlanması için gidip Venezuela'da falan birileriyle buluşmak, teatide bulunmak lazım...
Tüm bunlar yetmez. Devletin, özellikle İçişleri Bakanlığı ve Emniyet'in içinde çok sağlam bağlantılar lazım..
Acayip bir çark lazım, çark!
"Üst rakımlı mevkiler", çoluk çocukları vasıtasıyla tatlı paraya ortak edilmezse olmaz.
Marinalara çökmeler, birlikte enteresan fotoğraflar çekilmeler, ve illa ki her bir pisliği "vatan-millet-ezan-bayrak" kılıfına sokuşturma çabaları... Bitmek bilmeyen "terör" nutukları...
Sorgulanamaz bir çark daha güzel nasıl yaratılabilir ki?
Milyar dolarlık bu trafik kara para aklama işini de besliyor. Kıbrıs'ın kuzeyi rehin alınmış, karanlık tiplerin sayfiye yeri haline getirilmiş, her türlü pisliği bu uluslararası hukuktan bağımsız alanda temizlemeye çalışıyorlar.
Kıbrıs sorununun çözümünü kim niye istesin ki?!.
Evet, devletin üst rakımlı mevkilerinden azade olamayacak kadar büyük bir para, büyük bir çarktan söz ediyoruz...
Tansu Çiller başbakanlığı döneminde Alman devlet televizyonunda arkasında şırınga fotoğraflı fon olduğu halde sunulmuştu.
Daha o zamanlardan, yani "efsane" İçişleri Bakanı Mehmet Ağar döneminden beri resmi makamlar uyuşturucu işleriyle birlikte anılır olmuştu.
Mehmet Ağar'ın "1000 operasyon" dediği işlerin önemli bir kısmı uyuşturucu bağlantılıdır.
Tabii operasyonlar neticesinde uyuşturucu trafiği kesilmedi, sadece kontrol başkalarına geçmiş oldu.
O yeni "baronlar" Susurluk kazası ve sonrasında bazı sorunlar yaşadılar ama özlenen günlere AKP iktidarının özellikle son döneminde kavuştular.
Türkiye hem transit yol hem de yerel pazar anlamında tam bir uyuşturucu cenneti haline geldi. Yerel pazarda her bütçeye göre uyuşturucu var.
Kentlerin kenar mahallelerindeki işsiz, umutsuz ve haliyle efkarlı gençler insanın beynini ve fiziksel sağlığını mahveden sentetik uyuşturucuların pençesinde.
Uyuşturucu kullanımının yaygınlığı, konuya uzak kimselerin dudaklarını uçuklatacak kadar berbat bir hal almış vaziyette.
Kimseyi itham etmek istemiyorum ama Türkiye'de uyuşturucu kullanımının bu kadar yaygınlaşmasının maddi altyapısını alkollü içeceklere getirilmiş olan ve dünyada eşi benzeri bulunmayan vergiler oluşturuyor.
Bir şekilde "kafasını dağıtmak" isteyen efkarlı genç, birkaç kadeh rakı, birkaç bira içecek yerde, artık bir bira parasına satılan ve aslında zehirden farkı olmayan sentetik uyuşturucular kullanarak kendinden geçiyor.
Evet, "bonzai" namıyla anılan uyuşturucu mesela, aseton ve fare zehrinin bir kısım malzemeye yedirilmesiyle imal ediliyor.
Her geçen gün daha fazla bağımlılık yapan yeni sentetik uyuşturucular sürülüyor pazara. İşsiz bir sürü genç hem bağımlı, hem de torbacı namıyla anılan perakendeciler haline geliyor. Hem de her yerde.
Hapishanelerde köylerden gelmiş dünya kadar uyuşturucu müptelası ve torbacı gördüğümde çok şaşırmıştım. Evet, sentetik uyuşturucu köylere kadar girdi.
Uyuşturucu ve işsizlik fuhuş sektörünü besliyor. Türkiye'de fuhuş do inanılmaz boyutlara ulaştı. Öyle kuytulara bakmanıza gerek yok, sosyal medyada kendilerini pazarlayan kadınlar ve çiftler var.
Telefon mesajlarında kadın katalogları dolaştırılıyor...
Ümitcan Uygun vakasında görüldüğü gibi, yoksul, kaderine terk edilmiş gencecik kadınlar sözde devlet korumasından fuhuş ağlarına düşürülüyor.
Muhabbet tellalları giderek daha acımasız hale geliyor. Olmazsa olmazları uyuşturucu.
İnsan hayatının beş para etmediği berbat bir "informal sektör" büyüyüp gidiyor.
İstatistikler açıklanmıyor. Lakin biz çıplak gözle görebiliyoruz. Her gün birileri öldürülüyor, uzun namlulu silahlar bile ortalıkta leblebi çekirdek gibi satılıyor, gencecik insanları uyuşturucudan kaybediyoruz ve bu sefil alemde en çok kadınlar kurban oluyor.
Bir de göçmenler...
Kendilerini savunabilmek için kağıt üstünde bile olsa bir yasal güvenceye sahip olmayan milyonlarca göçmen tehdit altında.
Her gün birileri kaybolup gidiyor. Uzaklarda aileleri onlardan boşa haber bekliyor...
Şimdilik polis devleti uygulamalarıyla zengin semtlerin hassas cildine dokunmayan bu lanetli atmosfer pek yakında oralara da yayılacak.
Türkiye'de artık güvenli tek bir yer bile yoktur, dedi dersiniz...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish