Walsh'tan Valdéz'e Latin Amerika'da gazetecilik: Gerçek mezarlık hafızadır

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Latin Amerika, Asya Pasifik bölgesinden sonra ikinci fakat nüfusa oranla dünyada en fazla gazetecinin öldürüldüğü coğrafya / Fotoğraf: Y. Cortez/AFP

Bir gün bir rahip arkadaşım, gazetecilikle din adamlığını -zira kilise hiyerarşisinde halen kadınların yeri yok- karşılaştırırken şöyle bir laf etmişti: 

Rahipler ve gazeteciler silah taşımazlar. Çünkü gerçeğin zırhıyla korunduklarına inanırlar. Bir rahiple bir gazeteci arasındaki benzerlik, her ikisinin de işlerini hakikat temelinde yapma sorumluluklarıdır. Ve eğer -pek adil olmayan- bu dünyada ölümle sınanmıyorlarsa, Tanrıya ve gerçeğe yeterince yakınlaşmamışlar demektir.


Rahip haklıydı: Gazeteci silah taşımamalı, bir tanka ya da polis aracına iliştirilmemeli (embedded). Çünkü para, silah ya da güç, gerçekle gazetecinin arasına bir duvar örer.

İyi bir gazeteci değildim. Silah taşımışlığım ve gerçeği politik bir amaca uygun biçimde yorumlamışlığım vardı. Sanırım bu yüzden Tanrı önce rahip arkadaşımı yanına aldı.

Konuşmamızdan birkaç yıl sonra Sao Paulo favelasında, 16 yaşındaki bir uyuşturucu karteli üyesi tarafından öldürüldü.

Latin Amerika'da rahiplerden çok daha fazla gazeteci öldürülüyor. 

Yeni yılın ilk gazeteci cinayeti haberi de Haiti'den geldi. 6 Ocak'ta, çeteler arasındaki çatışmada arada kalan iki gazeteci rehin alındıktan sonra infaz edilmişti. 

Birleşmiş Milletler rakamlarına göre geçen yıl 55 gazeteci cinayetinden 14'ü Latin Amerika ve Karayip bölgesinde işlendi. Cinayetlerin 23'ü Asya-Pasifik (ağırlıkla Hindistan, Afganistan, Pakistan, Irak) bölgesinde gerçekleşti.
 

2.jpg
Yılın ilk gazeteci cinayeti haberi Haiti'den geldi. Resimde öldürülen iki gazeteciden biri John Wesley Amady görülüyor

 

Bu da nüfusa oranla en fazla gazeteci cinayetinin Latin Amerika'da gerçekleştiğini gösteriyor. 

Ancak gazeteci cinayetlerinde birincilik açık ara Meksika'da: Bu ülkede 2021'de 9 gazeteci öldürüldü. 

Meksika'da 2000-2020 yılları arasında 154 gazeteci öldürüldü, 20'den fazla gazeteci kayboldu. 

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün rakamlarına göre 2011-2020 arasında öldürülen gazetecilerin 139'u Brezilya, Meksika, Kolombiya ve Honduras'da hayatını kaybetti. 

Bu gazetecilerin yüzde 46'sı bir çete tarafından öldürüldü. Cinayet sebeplerinin yüzde 23'ünün yolsuzlukla alakası vardı. Cinayetlerin yüzde 39'u politik nitelikteydi.
 

3.jpg
Latin Amerika'da en çok gazeteci cinayeti Meksika'da işleniyor

 

Aslında gazetecilik faaliyetinden kaynaklanan cinayetlerinin hepsi bir şekilde siyasi niteliktedir. Ülkenin içinde bulunduğu sosyo-politik durumdan kaynaklanır. Rejimin niteliğiyle doğrudan ilgilidir. 

Örneğin; Meksika'da gazeteci cinayetlerindeki artış, özellikle yerel otoritelerin uyuşturucu gelirinden elde ettiği paydaki yükselişe paraleldir. 2006 sonrası "Uyuşturucuya Karşı Savaş" adı altında yürütülen program neticesinde, çete sayısı ve katliamlara paralel biçimde bu olay ve ilişkileri araştıran gazeteci cinayetleri de arttı.

Geçen 10 Eylül'de Veracruz'da öldürülen Julio Valdivia da bölgesel haberler yapıyordu. Valdivia'nın maaşı 200 USD'yi bulmuyordu ve aynı yerde çalışan arkadaşlarının söylediğine göre 8 aydır maaş da alamamıştı.

Valdivia akaryakıt hırsızlığı, uyuşturucu ticareti, gasp, adam kaçırma ve tır soygunları üzerine haberler yaparak bölgedeki çeteleri rahatsız etmişti. 

6 çocuk babası Valdivia, geçen yıl Meksika'da katledilen altıncı gazeteciydi. Cesedi ertesi gün kafası kesilmiş halde bir tren yolunda bulundu.
 

4.jpg
10 Eylülde Veracruz'da öldürülen Julio Valdivia'nın tabutu başında iki çocuğu duruyordu / Fotoğraf: Félix Marquez/AP

 

'Gazeteciler neden öldürülür' sorusuna cevap vermek kolay.

Çünkü bir gazeteciyi öldürdüğünde sadece insanların gerçeklerden haberdar olmasını engellemekle kalmıyorlar; aynı zamanda güç odaklarının suçlarını ortaya döken eleştirel bir sesi de susturmuş oluyorlar. 

'Gazetecileri kim öldürür' sorusuna cevap vermek ise o kadar kolay değil. Çünkü çoğunlukla rejimi temsil eden kamu görevlileri ile katiller arasında bir bağ vardır.

Zaten haberin konusu kamusaldır. Katiller bu gücü yerel ya da ulusal düzeyde polisler, valiler, bakanlar, milletvekilleri, askerler, politikacılarla girdikleri suç ortaklığından alırlar.

2017'de öldürülen ve birçok uluslararası ödüle sahip gazeteci Javier Valdéz Cardenás şöyle diyor:

Uyuşturucu olgusu bir yaşam biçimidir. Onu yaşamak, acı çekmek, anlatmak ya da anlatamamak sizin kararınız değildir. Sırası gelen gazetecilerden birisi bu görevi üstlenmeli. Bu kadar ya da kendini aptal yerine koyarsın.

Bana şunu söylemelerini istemiyorum: Bu kadar ölüm varken sen ne yapıyordun? Gazeteci olarak, neler olduğunu neden anlatmadın?

Bu yüzden uyuşturucu olgusunu anlatma sorumluluğunu üzerime aldım. Ama insancıl, sosyal bir muamele olarak; sadece büyük ticari anlaşmaları, kara para aklamaları, patronların operasyonlarını veya bazı polisleri ifşa etme olarak değil; ve tabii ki bu ve ölümleri anlatmak da bu işe dahil. Ama hayatı ölümün ortasında anlatmak, bence gazetecilikte asıl meydan okuduğumuz zorluk budur.

 

6.jpg
Sadece Meksika'da 2000-2020 yılları arasında 154 gazeteci öldürüldü

 

Javier Valdéz, "Narcoperiodismo" adlı kitabında ise şöyle anlatıyor:

Meksika'da giderek daha fazla gazeteci ortadan kayboluyor, işkence görüyor, öldürülüyor... Fotoğrafçıları, editörleri, gazetecileri sadece uyuşturucu çeteleri öldürmüyor. Politikacılar, polis, başka çeteler, ajanlar, hükümet yetkilileri, kamu görevlileri ve askerler de yok etme görevini yerine getiriyorlar. Büyük günah, affedilmez suç, ülkemizi sarsan acı olayları yazmaktır. Kamu hazinesinin kötü yönetimini, uyuşturucu kaçakçılarıyla politikacılar arasındaki ittifakları şikayet etmek; rejimin şiddetini fotoğraflamak, kurbanlara, muhaliflere ve sosyal yaralara ses olmak: Büyük hatadır, Meksika'da yaşamak ve gazeteci olmak.
 

5.jpeg
Javier Valdez Cardenas Meksika'nın uluslararası ödüllere sahip başarılı gazetecisiydi. Bir gün ofisinin bir sokak ötesinde cesedi bulundu

 

Ve Valdéz bu hatanın bedelini canıyla ödedi.

Peki, toplumun ve çağın bilgisini yazmanın bedeli neden bu kadar ağır?

Latin Amerika'da araştırmacı gazeteciliğinin öncüsü olan Rodolfo Walsh, 1968'de bu soruya şu şekilde yaklaştı:

…Entelektüelin alanı, tanım olarak bilinçtir. Kendi çağında ve ülkesinde olup biteni anlamayan bir aydın, yürüyen bir çelişkidir ve anlayıp da hareket etmeyenin, ülkesinin yaşayan tarihinde değil, gözyaşı antolojisinde yeri olacaktır.


Walsh, 25 Mart 1977'de son Arjantin cuntası tarafından yok edildi.

Fakat geriye kendi zamanının ve ülkesinin gerçeklerini anlatan, hiçbir zaman eskimeyecek belgeler bıraktı.
 

8.jpg
Walsh'ın kaleme aldığı "Katliam Operasyonu" (Operacion Masacre) tarihte roman olarak yazılmış ilk kurgusal olmayan gazetecilik çalışmasıydı. Kitap 1956 darbesinde kent çöplüğünde gerçekleşen bir dizi infazı aydınlatıyordu

 

Walsh'ın "Katliam Operasyonu" (Operación Masacre) o zamana kadar Latin Amerika tarihi boyunca bir askeri cuntanın suçlarını ortaya döken ilk belge olma niteliğine sahiptir.

1957'de, Truman Capote'un "In Cold the Blood"dan 9 yıl önce yazılan bu roman, tarihteki ilk kurgu olmayan gazetecilik çalışmasıdır.

"Katliam Operasyonu" 9 Haziran 1956'da  "José León Suárez İnfazları" olarak bilinen ve askeri cunta tarafından işlenen bir dizi cinayeti aydınlatmaktadır. 
 

9.jpg
Başkan Néstor Kirchner, 1957 darbesindeki infazdan yaralı olarak kurtulan Juan Carlos Livraga'yı kendi koltuğuna oturttu. Livraga, Rodolfo Walsh'ın bulduğu ilk tanıktı. (23 mart 2007 /Casa Rosada, Buenos Aires)

 

Kitap, 1955'te güçlü popülist/ korporativist lider Juan Domingo Peron'u deviren ve kendini "Kurtarıcı Devrim" olarak isimlendiren askeri darbenin meşruluğunu sona erdirmiştir. Zira darbecilerin, halkı Peron'un baskıcı rejiminden kurtarma iddiasındaydı.

Olay kent çöplüğünde bulunan beş cesetle başlar. Anlaşılan odur ki, darbeden 6 ay sonra Buenos Aires'in dış mahallelerinden birinde cuntaya karşı eylem yapan bazı siviller, kent çöplüğüne götürülerek kurşuna dizilmiştir. 

Rodolfo Walsh hariç herkes darbeciler tarafından işlenen bu suçun kanıtlanamayacağını düşünür. 

Walsh'ın tezi ise "mutlaka hayatta kalan biri olmalı"dır.

Mahalledeki bir kafeye gidip oturur. Ve oradakilere kendinden emin bir şekilde "hani şu çöplükten sağ kurtulan biri vardı, o buraya uğramıyor mu" diye sorar. Kafedekiler "Juan mı, buralardadır gelir" cevabını verir.

Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü Walsh, suçun toplumsallığının bilincindeydi. Gazetecinin işinin kimsenin bilmediği şeylerin ortaya çıkarılması olmadığının da farkındaydı.

Aksine her şey toplumun gözü önünde gerçekleşiyordu. Halk, tüm suçları görüyor ve acı sonuçlarını yaşıyordu. 

Walsh'ın gazeteciliği tanık ve kurban olan halka suçu anlattırmaktı. Fakat baskı koşullarında anlatılmaz olanı anlatmanın düz bir yolu olmadığı için onu bir roman tarzında yazmıştı.

Küba Devriminden sonra "Prensa Latina"nın kurucuları arasında da yer alan Rodolfo Walsh, ideolojik bir gazeteci değildi. 

1957'de "Peronist değilim, olsaydım bunu ifade ederdim. Zira bu, yazdığım eserden daha çok rahatımı bozamaz" demişti.

Hatta Peron'a karşı gerçekleşen darbeye duyduğu sempati "Katliam Operasyonu"nu Peronist rejim altında yayımlayamayacağı şeklinde sözlerine yansıdı.

Kitabın girişinde bunu açıkça söylüyordu:

Valle (kurşuna dizilen bir komutan) beni ilgilendirmiyor, Peron (devrilen lider) beni ilgilendirmiyor, devrim (darbeyi kastediyor) beni ilgilendirmiyor; satranca geri dönebilir miyim?


Onu hayal kırıklığına uğratan şey ölümler değildi; geri kazanıldığını sandığı demokratik düzen altında bile gerçeği anlatmanın yasa dışılığıydı.

Walsh, 1957'de zulme uğrayan ve direnen Peronistler için yazmıyordu. Çünkü onlara acı çektiklerini söylemesinin bir manası yoktu. 

Aslında o kendi tutarlılığını sağlamak için Katliam Operasyonu'nu yazmıştı. Peronizmin baskılarına karşı çıkmanın bir gereği olarak, onu deviren darbenin de suçlarını yazma sorumluluğunu taşıyordu. 
 

10.jpg
Gazeteciler sık sık işlenen cinayetleri protesto etmek için kameralarını bırakıyor

 

O, kurbanlara ya da cellatlara yazmıyordu. Yaşananları bir realite olarak benimseyen "tribündekileri" tartışmasız gerçekler ve verilerle ikna etmeye çalışıyordu.

Kurbanlar ve cellatlar dışında kalan büyük çoğunluğa, rakamlar ve olaylar temelinde gerçeği görmenin realiteyi değiştirmek için bir başlangıç olabileceğini anlatmaya çalışıyordu.
 

7.jpg
Latin Amerika araştırmacı gazeteciliğinin öncüsü Rodolfo Walsh ve kızı. Her ikisi de 1976 Arjantin cuntası tarafından öldürüldü

 

İşte bunu gerçekleştiremediğinde ölen her gazeteciden geriye, bir hafıza mezarlığı kalıyor.

Walsh'ın kendisinden önce öldürülen kızına yazdığı mektupta dediği gibi:

Seni hafızama gömüyorum; çünkü gerçek mezarlık hafızadır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU