İsrail Kralı Rehav'am
Süleyman'ın kurmuş olduğu güçlü krallığa karşın onun uzak memleketleri tahkim altına alma girişimlerinde başarılı olduğunu söylemek ne yazık ki çok güçtür.
Bu durumun asıl sebebi, merkezden uzak bir idareyi elde tutma çabası ve vergilerin tek elde toplanmasından ileri gelmekteydi.
Kudüs siyaseti toplum içerisinde oldukça geniş yer tutarken, mevcut bürokrasinin ne denli etkili olduğu ise ayrı bir tartışma konusuydu.
Süleyman'ın oğlu Rehav'am'ın toplumsal bozulmalara kulak tıkaması ve adaletsiz vergi dağılımlarında sık sık gündeme geliyor olması da devlet içerisindeki yıkımın başladığının habercisiydi.
Olaylar sadece vergiler üzerinden değil, başıboş bırakılan kuzeylilerin kendi idarelerini ele geçirmeleri üzerinden de etkisini devam ettirmekteydi.
Dindar devlet ve din adamları Antik Yakındoğu içerisinde hakim olan kadir-i mutlakıyetçiliği sürdürmekte kararlı idiler. Bu durum aynı zamanda kurumlardaki inançların beslenmesine de kaynaklık ediyordu.
Kuzey Kudüs yabancıları ile başlayan bu inanç serüveni Güney Kudüslüleri de etkilemeyi başarmıştı; ancak asıl sorun bu inancın Yakındoğu içerisinde ne anlam ifade ettiğidir.
Süleyman'ın inşa ettiği mevcut krallıkta, Yehovacılığın ne denli kabul gördüğü konusunda tereddütler söz konusuydu. Ruhban sınıfının ısrarla Yehovacılığı benimseme ve benimsetme girişimleri toplum nazarında ters etki yaratmış ve bazı anti-İsrailistler bu dayatmaya karşı çıkmışlardır.
Süleyman sonrası yaşanan kaos ve bozulmalar bize gösteriyor ki, henüz tam manasıyla yerleşmeyen Yehovacılık birtakım dayatmalarla ayakta tutulmak istenmiştir.
Yazıcı sınıfın Süleyman'a yazdıkları onlarca methiyelere karşı çıkmak, aslında Kitab-ı Mukaddes'e karşı çıkmak anlamına değin varabiliyordu.
Toplumsal bazı dinamikleri hayatta tutmak adına kutsal kitabın Süleyman ile özdeş haline getirilmiş olması Kudüs siyasetinin dinsel bir formatta her fırsatta karşımıza çıkmasına neden olmaktaydı.
Kutsal metinler üzerinde gidilen bazı düzenleme ve uyarlamalar, ibadetlerin nasıl uygulanacağından, Yehova'ya olan bağlılığa kadar birçok değişikliği de ön görüyordu; bu karşı çıkmalar her ne kadar cesaret istese de aristokratlar tarafından direnilmeye layık bulunmuştur.
Kuzey bölgeleri yitirmek aslında tam manasıyla bir güç kaybı idi. Ekonomik buhranlarla baş etme çabaları bir sonuç verir mi bilinmez ama yavaş da olsa bir düzelme söz konusuydu.
M.Ö 8. yüzyıla gelindiğinde eskisi kadar olmasa da Kudüs siyaseti nispeten de olsa bir rahatlama yaşamıştır. Bunun sebebi olarak Davud'un şehrine kadar uzanan genişleme gösterilebilir.
Bu devirde Antik Yakındoğu'da siyasi oluşumlar da bir bir boy göstermeye başlamış ve yeni kurulan devletler doğu ve batı olmak üzere her iki aksanda da varlıklarını kabul ettirmişlerdir.
Doğu'da iki devlet vardır ki son derece güçlü teşkilatlarla karşımıza çıkarlar: Biz onlara Assurlar ve Babiller demekteyiz…
Yahuda, İsrail ve yanına ilişik diğer komşuları arasındaki sorunlardan dolayı diğer devletlerin bu krizi fırsata çevirmeleri kaçınılmaz oluyordu.
Assurlar bu durumdan son derece istifade etmiş ve aralarındaki bu sorundan dolayı Yakındoğu coğrafyasında önemli roller oynamıştır.
Daha sonraki devirlerde İsrail koalisyonu Assurlara karşı bir direniş göstermiş ve onları durdurmuş olsa da M.Ö 853'ten sonraki Assurları engellemek çok da kolay olmamıştır.
Assurların sadece Doğu'daki faaliyetleri değil, Batı yönündeki ilerleyişi de son derece mühim hadiselerden biridir. Özellikle M.Ö 745-746 arasındaki Suriye, Filistin ve Mavera-i Ürdün civarındaki ilerleyişi bu devletlerin Assurlarla koalisyon kurması için tek çıkar yol olarak görülmüştü.
Dımeşk kralı Rezin tarafından idare edilen Aram yahut Suriye şehir devleti ile ve Samarya Kralı Pekah tarafından yönetilen İsrail, Yahuda tahtına yeni oturan Ahaz'ı Assurlara karşı koalisyon yapma girişmleri pek fayda vermemişti.
İki devlet adamının Ahaz'ı devirip Assur düşmanı ve daha savaşçı bir lider bulmak adına birtakım girişimlerde bulunurlar. Aslında genel olarak bakıldığında Antik Yakındoğu siyasetinin vazgeçilmez bir unsuru olan bu görüş, büyük çaplı bir savaşa da neden olacaktır.
Biz buna Suriye- Efraimit savaşı demekteyiz. (M.Ö 734)
Devam edecek…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish