Müslümanlar, hâkimiyet alanlarını genişlettikçe doğal olarak farklı din, inanç, ilim ve kültürlerle de tanışıyorlardı. Çoğulculuk; yeni medeniyetin gelişmesi ve yayılmasının temelini de oluşturuyordu.
Kuşkusuz dini, etnik ve kültürel çoğulculuk tek başına yeterli değildi. Dini ilimler dışında bilimsel çalışmalar, ilmi araştırmalar, özgür tartışmalar ve yeni buluşlar bir medeniyetin olmazsa olmazlarındandı.
Bu bağlamda din-dil-ırk ayırımı olmaksızın farklı ilim adamlarına, belginlere, farklı dillerde yazılmış eserlerden yararlanmak için de dil bilen uzmanlara ihtiyaç duyuluyordu.
Abbasi dönemine kadar dini ilimler dışında diğer ilmi faaliyetler daha çok bireysel çalışmalardan ibaretti.
Bu alanda ilk olarak Emevî prenslerinden Hâlid b. Yezîd b. Muâviye'nin astronomi, kimya gibi konularda yazılmış Grekçe ve Koptça eserleri İskenderiyeli rahipler Staphon ve Marianos'a tercüme ettirmiştir.
Daha sonra Abbasi halifelerinden Mansur, Saray içinde kurduğu ve adına Hizânetü'l-hikme denilen bir kütüphane ile Arapça eserler dışında başka dillerden de eserler getirterek ilmi çalışmalar başlatmıştı.
Mansur, başlangıçta Aristo'nun Organon ile Porphyrios'un Eisagoge'sini (Îsâgūcî) ve Kelîle ve Dimne'yi Farsçadan Arapça' ya tercüme ettirmiştir.
Grekçe, Süryanice, Sanskritçe ve Farsçadan tercüme edilen eserleri sınırlı sayıda ilim adamlarının araştırmalarına sunmuştur.
Harun Reşid ile devam eden ilmi çalışmalar ve eserlerle zenginleştirilen Kütüphane, Halife Me'mûn ile daha da büyütülerek Beytü'l-ḥikme (Hikmet evi) olarak Orta Çağ'ın en kapsamlı ilim merkezine dönüştürülmüştür.
Beytü'l-ḥikme merkezinde çok sayıda ilim adamı yanında 47 mütercimin görev yaptığı belirtilmektedir. 1
Beytü'l-ḥikme fizik, kimya, astronomi, felsefe araştırmalarının ve bu konudaki eserlerin çevirisinin yapıldığı bir merkez olmuştur.
Farklı din, dil, ırktan oluşan bilge insanlar bu kurumda birlikte çalışarak yeni buluşların kapısını aralamışlardır.
Esas itibarıyla dikkatinize sunmaya çalıştığım konu; bu ilim adamlarının ve mütercimlerin büyük çoğunluğunun Süryani alimlerden oluşmasıdır.
Uzak diyarlardan satın alınan veya fetihlerle elde edilen eserler önce Grekçeden Süryaniceye, sonra Arapçaya çevirisi yapılarak araştırmacı bilginlerin hizmetine sunulurdu.
Birçoğu da Süryani alimler tarafından doğrudan Grekçeden Arapçaya tercüme ediliyordu.
Böylece Beytü'l-ḥikme;
Fizikî ve fonksiyonel açıdan gelişip genişlemiş, özellikle pozitif ilimlerin araştırıldığı bir merkez ve bir eğitim kurumu haline gelmiştir. 500 yıldan fazla İslâm ilim dünyasına kaynak teşkil eden bu merkez 1258'de Hülâgû tarafından yakılıp yıkılmıştır. 2
Müslümanların kurduğu ilk evrensel üniversite, Süryani ilim adamlarının çoğunlukta olduğu Beytü'l Hikme'dir.
Beytü'l hikme, fen ve felsefe alanında Müslümanların Bağdat'ta kurduğu ilk "Bilimler Üniversitesi" veya 'çağın ilim merkezi' olarak kabul edilir.
Unutulmamalıdır ki bu üniversitenin öğretim üyelerinin çoğu Süryani kavmine mensup Hristiyan ilim adamlarıydı.
Diyebiliriz ki Nesturiler (Süryaniler), özellikle tıp, felsefe ve mantık alanında Müslüman düşünürlerin ilk öğreticileri olmuşlardır.
M.Ö. Büyük İskender tarafından kurulan İskenderiye'de Grek düşüncesinin hâkim olduğu ve hızla yayıldığı bilinmektedir.
Söz konusu düşüncenin İskenderiye üzerinden Mezopotamya'ya Süryani bilginler tarafından Aramice/Süryanice diline çevrilerek yayıldığı kabul edilmektedir.
Süryaniceden Arapçaya tercüme faaliyetleri de M.S VIII. yüzyılda Abbasiler döneminde başlamıştır.
Aynı dönemde Müslüman düşünürler arasında felsefenin yaygın olarak tartışıldığı dikkate alındığında Süryani bilim adamlarının rolü daha iyi anlaşılacaktır.
Bu iletişim sonucu Süryanilerin de İslam düşüncesinden etkilendikleri açıktır. Felsefe başta olmak üzere fen bilimlerinin Müslümanlar arasında yaygınlaşması büyük ölçüde Süryani bilginler aracılığıyla gerçekleşmiştir.
İslam öncesi dönemde Mezopotamya'da ilmi faaliyetlerin neredeyse tamamı Süryani bilginler tarafından yürütülüyordu. Harran-Nusaybin-Antakya ve Bağdat, asırlar önce ilim merkezleri olarak şöhret bulmuştu.
İslam düşüncesinin yayılmasında da bu merkezlerin büyük rolü olmuştur.
Müslüman coğrafyasında Süryani düşüncesinden bağımsız bir bilimsel buluş, özellikle de bir Felsefe tarihinin söz konusu olmadığını düşünüyorum.
Buna rağmen Süryani kaynaklarının, kitap ve belgelerin Müslümanlar tarafından yeterince bilinmemesinin büyük bir eksiklik olduğu inkâr edilemez.
Daha vahim olanı Süryaniler, Osmanlı'nın son dönemlerinde, özellikle de ulus-devlet inşasıyla birlikte Türkiye'de düşman unsur olarak görülmüş, on binlercesi katledilmiş, yüz binlercesi sürülmüştür.
Türkiye'nin sadece bilimsel alanda çölleşmesi değil, sanat, zanaat, edebiyat, tarih, estetik, müzik gibi alanlarda da çölleşmesinin nedenlerinden biri bu kıyım ve inkardır.
Bu durum, çoğulculuğun ve çok kültürlülüğün tekleştirmesinin sonuçlarından biridir.
Yeni dönemde siyasetin öncelikle yüzleşmesi ve helalleşmesi gereken konuların başında "tek tip vatandaş" modelinin geldiğini düşünüyorum.
Özellikle helalleşme ve muasırlaşma iddiasında olanlara önerim; sadece Süryaniler için değil, çoğulculuk temelinde bilim, tarih, kültür, dinler tarihi, dil, sanat vb alanlarını kuşatacak bir 'Süryani Bilim Üniversitesi' projesinin hayata geçirilmesi için adım atılmasıdır.
Söz konusu projenin yeterince alt yapısı olmadığı düşünülebilir ve kısa dönemde mümkün görülmeyebilir. Bu durumda ilk adım olarak 'Süryani Bilim Enstitüsü' kurulabilir.
İlçelere kadar kurulan onlarca niteliksiz üniversiteler yerine nitelikli, ilim ve hikmet merkezi olarak kurulacak 3-5 üniversitenin, bize muasır medeniyet yolunda rehberlik etmesi de mümkün olacaktır.
Bunlardan birisi neden 'Süryani Bilim Üniversitesi' olmasın?
1-2. (TDV İslâm Ansiklopedisi, cilt 6, sh:88-90)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish