Bir zamanlar iktidardan memlekette vergi toplarken, "Ödediğiniz her kuruş vergi size yol, su, elektrik olarak geri dönecektir" diye alınan vergileri meşrulaştırma ihtiyacı duyarlardı.
O zaman, malum, gözaltı süresi 15 gündü ve emniyet müdürlüklerinde işkence kurumsaldı. Gözaltına alınıp bırakıldıktan sonra dalga geçerdik, "Vergilerimiz su ve elektrik olarak bize geri döndü" diye!
Meğer o günler iyi günlerimizmiş...
Şimdi ne için vergi topladığını söyleyemeyen bir iktidarla muhatabız.
"Yol, su, elektrik"ten eser yok.
Öyle ya, bir sürü "girişimci" ülkenin dağına, taşına, deresine "çökmüş", dereden, rüzgardan, güneşten elektrik üretip bize fahiş fiyattan satıyor.
Yetmiyor, elektrik dağıtımı özelleştirilmiş, bir sürü vergi ödeyen vatandaşa ödediği verginin şişirilmiş fatura şeklinde de bir geri dönüşü var.
"Su" deseniz, AKP iktidarı altında çeşmelerinden içilebilir kalitede su akan neredeyse hiçbir il kalmadı.
Elin dev uluslararası şirketleri gelip bizim kaynakların, pınarların başına çöreklendi, halkın suyunu halka fahiş fiyata satıyorlar.
Milyar dolarlık ambalajlı su pazarı yarattılar, bizim suyumuzdan kazandıkları inanılmaz paraları ülkemizden uçurup götürüyorlar.
İşin "yol" kısmı hepten acıklı bir hikaye...
Eskiden Türkiye'de parayla geçilen yol ya da köprü yoktu. Halkın vergileriyle yapılan yol ve köprülerden herkes gönlünce geçerdi. Zaten parasını halk vermiş, niye geçmesin?
Sonra, 12 Eylül askeri diktatörlüğünün düzlediği siyaset sahnesine yeni emperyalist düzenin Türkiye memuru Turgut Özal çıktı. "Köprüyü satacağım" diye tutturdu. Boğaziçi Köprüsü'nü...
Millet, kendi vergisiyle inşa edilen köprüden parayla geçmeye başladı. Sonra paralı otoyollar dönemi başladı...
AKP iktidarı ile bambaşka bir sürece girildi.
Cumhuriyet tarihi boyunca milletin vergileriyle inşa edilen ve kamuya ait olan ne kadar fabrika, işletme, kuruluş, liman, rafineri, bina, dere, tepe, arazi varsa hepsi şirketlere satıldı.
Peki, bunların karşılığında elde edilen paraya ne oldu?
İşte işin o kısmını bilemiyoruz.
Türkiye'de halka ait olan ne varsa satılmasına rağmen, 2000 yılında 100 milyar dolar civarında olan dış borç, bugün 500 milyar dolara doğru hızla ilerliyor. Dış borcumuz milli gelirimizin yüzde 60'ını aştı.
Yani elde avuçta olan her şeyimizi kaybettik ve borcumuz da beş katına çıktı!
Taii bu arada ücretliler üzerindeki vergi yükü de arttı. Gelir dağılımı eşitsizliği de...
Eskiden bir işçi işten çıkıp eve giderken evin nevalesini alır ve gazete kağıdına sardırdığı ufak rakısını koltuğunun altına koyar, akşam yemeğinde çocuklarına derslerinin nasıl gittiğini sorarken mütevazı sofrasının keyfini çıkarırdı.
Bugün işçiler hayat yükü altında eziliyor. Bırakın rakıyı, keyfi falan, o sofralar temel besin maddelerinden yoksun.
Hasbelkader okuyabilen çocukları, özel okullar tarafından gasp edilmiş ülkede bir gelecek kurmaya çabalarken sokaklarda kalıyor ve babalar kara kara düşünüyor.
Oğluna bir pantolon alamadığı için intihar ediyor o babalar...
Peki vergiler nereye gidiyor?
Parayı takip ederseniz suçluyu bulursunuz...
Bu ülke borç batağında boğulurken, tüm bir millet yoksullaşırken bir kesime muazzam bir servet transferi yapıldı.
Bu servet transferi iktidar eliyle, iktidar yanlılarına yapıldı.
İhaleler yoluyla, ihalelerden alınan komisyolar yoluyla, vakıflar yoluyla, devlet kuruluşları ve devlet imkanları yoluyla...
Döviz kuru manipülasyolarıyla...
Büyük paralar el değiştirdi.
Bu gözler Kızılay üzerinden bile TÜRGEV ve Ensar'a para aktarıldığını gördü.
Açık konuşalım. Halkın vergileri, tüm halka ait olan kaynaklar, iktidar biçiminde örgütlenmiş bir kesime aktarılıyor.
Büyükada'da yaşanan TÜGVA vakası da bunu açığa çıkardı. Türkiye'de, aslında çoğu ülkedeki genç işsizliği gizlemek için açılmış olan, büyük kısmı da ticarethane olarak işleyen üniversitelerdeki 8 milyon öğrencinin büyük çoğunluğu yarı aç yarı tok, barınacak sağlıklı koşullardan yoksun okumaya çalışırken, "cemaat" tabir edilen yapılara devasa kaynaklar aktarılıyor ve gençler bu yapılara muhtaç hale getiriliyor.
Biz bu işleyişi tanıyoruz, değil mi?
Eski iktidarlar elbette matah değildi. Ama belki laf olsun diye, bize vergilerimizin yol, su, elektrik olarak geri döndüğünü söylemeye yüz bulabiliyorlardı.
Mevcut iktidar ise vergilerin nereye gittiğini yalancıktan bile olsa söyleyemiyor.
Ne diyecekler?
"Ödediğiniz her kuruş vergi saraylarımıza, müteahhitlerimize, ihale komisyonlarımıza, 'vakıf'larımıza, makam araçlarımıza gidiyor" mu diyecekler?
Tabi bir de yurtdışındaki vergi cennetlerine akan paralar var...
Şu "Pandora'nın Kutusu" hele iyice bir aralansın da, neler göreceğiz neler!..
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish