Pandemi her şeyi derinden etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Sinema sektörü de bundan fazlasıyla nasibini alıyor kuşkusuz.
'Online' bir dönemde yaşıyoruz epeydir. Film izleme deneyimlerimizin 'dijital'e evrilmesi, seyircinin sinema salonlarından ve festival alanlarından uzaklaşıp evin güvenli alanına sığınması da bunun bir parçası.
Sinemanın ve festivallerin geleceği de belirsizliğini koruyor epeydir. Bağımsız sinemacılar için film üretmenin daha da zorlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Geçen sene iptal edilen Cannes, Berlin gibi uluslararası büyük festivaller, bu sene aşının yaygınlaşmasıyla 'kontrollü' fiziki şartlarda tekrar yapılmaya başladı neyse ki. Birçok festival yeniden 'sahalara' döndü. Gelecek yıllara dair umut da arttı.
58'incisi düzenlenen Türkiye'nin en köklü semfilm festivallerinden Antalya Altın Portakal Festivali bu sene de 'fiziki' olarak yapılıyor. Tabi çift aşı ve sosyal mesafe kurallarına dikkat ederek.
Festival programı ve etkinliklerinde bir küçülme olsa da geçmiş yıllarda iptal edilen ulusal yarışmaların festivale dönmesi festival coşkusunu ayakta tutuyor.
Bu sene pandemi koşullarında daha mütevazı ve gösterişten uzak bir festival atmosferi hakim.
Ülkede ekonomik krizin ve pandeminin etkisi devam ederken festivalin küçülmesi ve mütevazileşmesinde sevindirici bir taraf da var kuşkusuz.
Festivallerin asıl misyonu olan film gösterimleri, film ekiplerinin seyirciyle buluşması ve para ödülleriyle sinema sektörünün desteklenmesi yeterince kıymetli.
Üç yıl önce belediyenin CHP'ye geçmesi ve ulusal yarışmaların yeniden yapılmasıyla festivalde 'öze dönüş' başlamıştı.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek'in başkanlığında, son üç yıldır Altın Portakal'ı sektörün yakından tanıdığı iki deneyimli isim yönetiyor.
Festival direktörü Ahmet Boyacıoğlu ve sanat yönetmeni Başak Emre, Gezici Festival başta olmak üzere yıllardır birçok önemli festivalde görev almış iki deneyimli isim.
Festival yönetmenin gerçekten çok zor ve hassas olduğu bir gerçek. İpin üzerinde yürümek gibi.
Ahmet Boyacıoğlu ve Başak Emre, yıllardır bitmeyen enerjileriyle övgüyü hak ediyorlar. Herkesin gözünün üzerinde olduğu bir festivali yönetmek ve sektörü memnun etmek hiç de kolay değil.
Son yıllarda Altın Portakal'a dönük eleştiriler de sürüyor. Bu sene yönetmelikte yapılan bir takım değişiklikler bazı meslek örgütlerinin kısık sesli tepkisini çekti.
Festival yönetiminin sektörün eleştirilerini dikkate alarak ve meslek örgütleriyle diyalogu artırarak gelecek yıllarda daha sorunsuz festivaller yapmasını dileyelim.
Her şeyin kutuplaştığı bir ülkede, sinema sektörü de maalesef bu kutuplaşmadan payını alıyor.
Ulusal yarışmadaki iddialı filmler
Festival bu sene programını biraz küçülterek uzun metraj, belgesel ve kısa filmden oluşan ulusal ve uluslararası yarışma filmleri ve özel gösterimlerle devam ediyor.
Aynı zamanda online olarak yapılan Film Forum'daki projeler ve etkinlikler dikkat çekiyor.
Proje ve post prodüksiyon aşamasında olan filmlere önemli destekler veren Film Forum bölümünü bu yıl yapımcı Müge Özen ve yılların deneyimli festival koordinatörü Pınar Evrenosoğlu yönetiyor.
Gelelim ulusal yarışma filmlerinin ilk iki gününe. Son yılların en iddialı ulusal yarışma seçkisiyle karşı karşıyayız.
Açık havada gerçekleşen gösterimlere Antalyalı sinemaseverlerin ilgisi yoğun, açık hava ve kapalı salonların önündeki uzun kuyruklar festivallerin geri dönmesine dair umut veriyor.
Ek seans biletleri bile tükenmiş durumda. Tabii çift aşı yaptırmayan kimse gösterimlere alınmıyor. Tedbirler de çok sıkı. Açık havada gerçekleşen gösterimler teknik olarak beklentiyi karşılıyor.
Kuşağının en önemli yönetmenlerinden Emin Alper'in başkanlığındaki jürinin işi bu sene biraz zor görünüyor.
Semih Kaplanoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu gibi usta yönetmenlerin son filmleriyle yer aldığı ulusal yarışma bölümünde iddialı ilk filmler ve uluslararası yarışmalarda dünya prömiyerini yapan güçlü filmler var.
Sıkışmış hayatlar
Festivalin ilk iki gününde seyirciyle buluşan dört film, Türkiye toplumun farklı kesimlerinin içindeki sıkışmanın bir tezahürü gibiydi.
"İki Şafak Arasında", "Kafes" ve "Zuhal'in dar mekanları", çıkışsız ve delirmenin eşiğindeki karakterleri hal-i pürmelalimize ayna tuttu.
Bir tekstil fabrikasını bir gerilim mekanına çevirmeyi başaran Selman Nacar'ın ilk uzun metraj filmi "İki Şafak Arasında" fabrikadaki iş kazası sonrası her şeyi alt üst olan patron çocuğu Kadir'in bir gününe ortak ediyor seyircisini.
Kendi çıkarları ve fabrika çarklarının dönmesi dışında hiçbir şeyi düşünmeyen taşra sermayedarı muhafazakar bir aile ile 'para ile satın alınamayan' işçi ailesinin arasında kalan ve tutunduğu tüm değerleri sorgulayan Kadir'in bir günde değişen hayatı, burjuva ahlakı ile kişisel vicdan arasında bir yerde dururken, kapitalizmin değişmeyen yasalarının sert duvarına tosluyor.
Biçimsel olarak Rumen Yeni Dalgası'nı, hikayesindeki çatışma alanlarıyla Asghar Farhadi filmlerini hatırlatan "İki Şafak Arasında", ilk filmin bazı sorunlarını barındırsa da gelecek filmlerini merakla bekleyeceğimiz bir yönetmeni müjdeliyor.
Kederi ve şaşkınlığı üzerine bir elbise gibi giyen Mücahit Koçak ve Nezaket Erden'in etkileyici performansları da uzun süre akılda kalıyor.
Yarışma seçkisinin tek kadın yönetmeni olan Elif Nazlı Durlu'nun ilk uzun metraj filmi "Zuhal", İstanbul'da yaşayan üst orta sınıftan avukat bir kadının (Nihal Yalçın'ın oyunculuğuna da şapka çıkaralım) sıkışık dünyasına sokuyor seyircisini.
Geceleri nereden geldiğini bilmediği bir kedi miyavlaması duyan ama buna kimseyi inandıramayan Zuhal'in hayatı ve uykusuz geceleri gittikçe karmaşıklaşırken, apartmandaki tuhaf komşularıyla da ilişkileri "kedi fare oyununa" dönüşüyor.
Filmin tamamının neredeyse tek bir apartmanda geçmesi ve senaryonun tekrarlara düşen yapısı yer yer izlemeyi zorlaştırsa da filmin başarılı kurgusunun ve her dairede yeni bir dünya yaratmayı başaran özenli sanat yönetiminin katkısıyla film, farklı kadınların birbirlerine teyellenen hüzünlü ve komik dünyasına sokuyor seyircisini.
Yorulsa ve yaralansa da asla vazgeçmeyen bir kadının inadına seyircisini de dahil etmeyi başarıyor.
(Bakanlık desteği almadan filmler yapmayı başaran filmin yapımcısı Anna Maria Aslanoğlu'nun film yapma inadını da Zuhal'in inadının yanına ekleyebiliriz.)
Dünya prömiyerini bu yıl Cannes Film Festivali'nde yapan Semih Kaplanoğlu'nu son filmi "Bağlılık Hasan"ın dindar, hırslı ve günahkar baş karakteri Hasan da başka bir sıkıntı ve çelişkiler içinde debelenip duruyor.
Uzun süresi ve ağır ritmiyle seyircisine zor ve sabır gerektiren bir seyir deneyimi sunan filmin ana karakteri Hasan, babadan kalma tarlasından geçecek yüksek gerilim hattı direğinin yerini değiştirmek için özel elektrik şirketinin müdürüne rüşvet teklif ederken de, banka kredisiyle borçlandırılan çiftçi arkadaşının arsasına ucuz fiyata 'çökmek' isterken de, 'kul hakkı' yerken de, insan ve hayvan sağlığını tehdit eden zehirli tarım ilaçlarıyla tarlasını ilaçlarken de aynı çelişkileri yaşıyor.
Hacca gitmeden önce küskün olduğu kardeşleriyle helalleşmek için onlarla ve tabi geçmişiyle yüzleşen Hasan'ın huzursuz ruhu bir türlü huzura ermiyor.
Film boyunca doğanın varlığı rüzgarla, yağmurla, gök gürültüsüyle her an kendini hissettiriyor. İnsanların sesi rüzgarın sesinin yanında kısık kalıyor.
Dededen kalma asırlık ağacın altında koyunlarını otlatan çoban filmin sınırları ihlal eden bir yan karaktere dönüşüyor.
Etkileyici rüya sahnesinde gökten yağan elmalar "gazap elmaları"na dönüşürken, Hasan ve Filiz, elektrik şirketi tarafından kesilen asırlık ağaçtan geriye kalan boşlukta modern zamanların Adem ve Havva'sı oluyorlar.
Festivalin ulusal yarışması Ferit Karahan'ın "Okul Traşı", Emre Kayiş'in "Anadolu Leoparı", Tayfur Pirselimoğlu'nun "Kerr", Necip Çağhan Özdemir'in "Bembeyaz", Ali Tansu Turhan'ın "Diyalog", Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu'nun "Birlikte Öleceğiz" filmleriyle devam edecek.
58. Antalya Altın Portakal Film Festivali Direktörü Ahmet Boyacıoğlu ve festivalin sanat yönetmeni Başak Emre, pandemi günlerinde festival yapmak, bu yılın yarışma seçkisi ve festivale dönük eleştirilere dair sorularımızı cevapladı.
- Altın Portakal'ın son iki yıl pandemi şartlarında gerçekleşti. Pandemi günlerinde festival deneyimiyle başlasak.
Başak Emre: Biz geçen yıl açık hava sinemaları ile festivalimizi fiziki koşullarda yapabildik. Programımız geçmiş yıllara göre biraz küçüldü tabii ama bu yıl özel gösterimler de yapıyoruz. Film Forum ve Sinema Okulu dışında online bir etkinliğimiz yok. O açıdan pandemiden çok etkilendik diyemeyeceğim.
Ahmet Boyacıoğlu: Biz şu açıdan şanslıyız. Antalya Atatürk Kültür Merkezi'nde iki tane salon var, ofisler var. Ayrıca kocaman bir Atatürk Kültür Parkı var. Orada açık hava sinemaları yapma imkanı var. Birçok festivalde ve kentte olmayan imkanlar bizde var. Hava koşulları da buna uygun tabii ki, o açıdan da şanslıyız. Atatürk Kültür Parkı'nda üç açık hava sineması yapıldı ve gösterimler geçen yıl fiziki olarak orada gerçekleşti.
B.E: Bence en önemlisi teknik donanımı iyi salonlar yapmış olmamız. Biliyorsun sinemacılar bu konuda çok titizler. Geçen yıl sinemacılar hem ses sistemi, hem de görüntü sistemi için çok teşekkür ettiler. Bunu layıkıyla yapabilmiş olmanın da mutluluğu var bizde.
- Geçen sene pandeminin yarattığı belirsizlik nedeniyle herkeste daha fazla karamsarlık hakimdi. Bu sene daha umutluyuz. Cannes başta olmak üzere bir çok festival yeniden yapıldı. Bu atmosfere dair ne dersiniz ?
A.B: İnsanlar pandemiye alıştı bence. Geçen yıl biz festivali yaptığımızda aşı yoktu, herkes aşısızdı, risk daha fazlaydı ama herkes daha titizdi. Şimdi insanlar aşılı. Geçen yıldan bu yıla bir şey değişmedi ancak sadece Türkiye'de değil bütün dünyada insanlar pandemiyle yaşamayı öğrendiler.
Bir de iki doz, üç doz aşı olanların ciddi bir bağışıklığı oluştu. Bu nedenle bir rahatlık var. Bizim için aslında değişen bir şey yok. Geçen yıl yaptığımızın aynısını yapıyoruz ama insanlar biraz daha rahat psikolojik açıdan.
B.E: Ama tabii sıkı önlemlerimizi de alıyoruz bu yıl. Mesela aşı kartı olmayanı davet etmiyoruz. İki doz aşısı olanlar festivale gelebiliyor sadece. Aşı kartı olmayan bir jüri üyesine bile "kusura bakma" dedik. Hemen yaptırdı aşısını. Sağlık Bakanlığı'nın belirlediği kurallar çerçevesinde gerçekleştiriyoruz tüm gösterimleri.
- Antalyalı sinemaseverlerin festivale ilgisi nasıl son iki yıldır?
B.E: Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ilgi çok iyi. Biletlerimiz satışa çıktıktan yedi saat sonra tükendi. Ek seanslar koyduk. Sadece Türk filmlerine değil, uluslararası programa da yoğun bir ilgi var. Belgesel ve kısa filmler de öyle. Kapalı gişe oynuyor tüm filmler.
Bir de insanlar evde film izlemekten çok sıkıldı. Kişisel olarak ben de çok sıkıldım online festivallere katılmaktan. Geçen yıl Antalya Film Festivali pandemi döneminde sektörün ilk buluşma yeri olmuştu. Herkes çok mutluydu, bu yıl da öyle olacağını düşünüyorum.
A.B: Açık hava sinemalarında film izlemek nostaljisi tuhaf bir şey oldu. Uçak geçiyor, arada gök gürlüyor, kuş sesi geliyor. İnsanlar hızlı bir şekilde bu açık hava gösterimlerine adapte oldu ve bu bizim için bir avantaja dönüştü. Sanırım geçen yıl fiziki olarak yapılabilen nadir festivallerden biriydik.
- Ulusal yarışmada bu sene oldukça iddialı filmler var. Ustaları ve genç kuşaktan yönetmenleri buluşturan son yılların en güçlü seçkilerinden biri var karşımızda.
A.B: Doğru aslında, aynı zamanda şaşırtıcı da… Yılbaşında herkes daha karamsardı. "Pandemi var, üretim durdu, yarışmaya katılabilecek kadar film başvurur mu" gibi sorular geldi. Ama pandemiye rağmen bu yıl gerçekten iyi filmler üretildi.
Sinemada bazen iyi yıllar oluyor. Bu aslında büyük festivaller için de geçerli. Mesela "bu yıl Cannes'da iyi film yoktu" ya da "bu yıl Venedik seçkisi çok iyiydi" deniyor.
Bu yıl ulusal uzun metraj yarışma bölümüne 44 film başvurdu, 10 tanesi seçildi. Son yılların en iyi seçkilerinden biri olduğunu düşünüyoruz. Semih Kaplanoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu gibi deneyimli yönetmenlerin yanı sıra ilk filmini çeken beş yönetmen var.
Filmlerin içeriklerine baktığımızda çok çeşitlilik ve renklilik var. Açıkçası çok içimize sinen bir seçki oldu. Hem festival seyircisi, hem de sinema profesyonelleri ve sinema basını bu yıl memnun ayrılacak Antalya'dan. Şans yaver gitti diyebiliriz.
- Festivale dönük eleştiriler de vardı bu sene. Ulusal yarışmada ön eleme jürisini kaldırdınız mı?
B.E: Yönetmelikte bizim seçici kurulu belirtmek gibi bir yükümlülüğümüz yok. Ön seçici kurul yerine "danışma kurulu" dedik yönetmelikte, adını değiştirdik sadece. Biz seçmiyoruz filmleri. Danışma kurulu seçiyor. Mehmet Açar, Sevin Okyay ve Muammer Brav var kurulda.
A.B: "Seçici kurul kaldırıldı, festival kendi kafasına göre bir şey yapıyor" dediler. İnsan biraz bekler. Ne olacağını anlamaya çalışır. Sonra beni arayıp seçici kurulda görev yapan kişileri neden açıklamadığımızı sordular. Burası Türkiye. Seçici kurulu açıklarsak her gün yüz kişi arar, taciz başlar.
B.E: Bizim bir danışma kurulumuz var. Bu kurulda görev yapan kişilerin isimlerini yarışma filmleriyle aynı anda açıklıyoruz ki daha öncesinde bir polemik olmasın. Seçici kurulumuz var ve isimleri de açıkladık.
- Bir diğer eleştiri de "en iyi film" ödülünün yapımcı ve yönetmen arasında paylaştırılması meselesi… Yönetmeni korurken yapımcıya zarar veren bir karar değil mi bu?
A.B: Üç konuda eleştiri aldık. Birincisi seçici kurul ile ilgiliydi. İkincisi, yönetmelikte "yapımcısı ya da yönetmeni Türk olan filmi Türkiye filmi kabul ediyoruz" yazılmasıydı. Bu şöyle anlaşıldı: "yabancı filmleri sokacaklar ulusal yarışmanın içine, ulusal sinemamızı öldürecekler, yabancı filmleri niye uluslararası yarışmada yarıştırmıyorlar."
Bunun nedeni şu: Birçok yönetmenimiz yurtdışında yaşıyor. Orada uğraşıyorlar, didiniyorlar, para buluyorlar, filmlerini çekiyorlar. Puanlama sistemine göre yapımcısı, görüntü yönetmeni, oyuncuları yabancı olan film hiçbir zaman "Türkiye filmi" kategorisine giremiyor. Bu yönetmenlerin, yani yurtdışında dişiyle tırnağıyla uğraşıp bir şeyler yapan genç arkadaşların önünü açmak istedik; bu belgesellerde daha çok görülüyor.
Bu yıl seçkide de örnekleri var. Bu nedenle "Yapımcısı ya da yönetmeni Türk olan film Türk filmidir" maddesini yönetmeliğe ekledik. Ortalık birbirine girdi. Ama yarışma seçkisi açıklanınca ve filmler görülünce herkes sustu, tartışma bitti.
Üçüncü eleştiri de, "ödül niye yapımcı ile yönetmen arasında paylaştırılıyor? Ödül yapımcıya verilmeli." Biz ödülü yapımcı ile yönetmen arasında paylaştıralım dediğimizde şunu düşündük. Yapımcı tabii ki parayı buluyor, önemli bir şey. Ama filmin yükünü yönetmen de taşıyor.
Dün bir yapımcı ile konuştum, "Yönetmen, yönetmenlik ve senaryo parasını alır ama parayı yapımcı almalıdır" dedi bana. Ben de şöyle bir örnek verdim. Sinemamızda çok ciddi bir finans sorunu var. Dolar ve euro karşısında Türk lirası çok değer kaybetti. Bir fabrikatörün çıkıp parayı bastırdığını ve filmi finanse ettiğini, ancak film ile başka hiçbir ilgisi olmadığını düşünün. Böyle bir filmin aldığı ödülü yapımcı mı daha çok hak eder, yönetmen mi?
- Ulusal ve uluslararası film jürisinde kadınların ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda sinema sektöründe toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen 5050×2020 Taahhüdü'nün etkilerini festivalde görmeye başladık diyebilir miyiz?
B.E: Antalya Altın Portakal Film Festivali, sinema sektöründe toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen 5050x2020 taahhüdünü Türkiye'de ilk imzalayan festivallerden biriydi.
Ekibimizin yüzde 80'i kadınlardan oluşuyor. Bu yıl uluslararası yarışma filmlerimizden beşinin yönetmeni kadın. Yalnız çalışanları arasında değil, seçilen filmlerden, jüri oluşumuna her alanda cinsiyet eşitliğine önem veriyoruz.
Bu yıl filmleri Cannes ve Berlin gibi önemli festivallerde ödüller alan, güçlü kadın karakterlere hayat veren Polonyalı yönetmen Dorota Kędzierzawska'nın teklifimizi kabul etmesi bizi çok mutlu etti.
Festival afişindeki "umut"
A.B: Bildiğiniz gibi geçen yaz Antalya, Cumhuriyet tarihinin en büyük orman yangınlarıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Diğer kentlerden farklı olarak yangınların yerleşim yerlerine sıçraması, can kaybı olması ve insanların evlerinin yanması büyük üzüntüye yol açtı.
Festival afişinde Altın Portakal heykelinin arkasında bir ağacın yer alması ve "Gelecek umutla yeşerecek" sloganı Büyükşehir Belediye Başkanımız Muhittin Böcek'in fikriydi. Festival sırasında da "Altın Portakal Hatıra Ormanı"nın ilk fidanlarını küçük bir törenle dikeceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish