Yardımların, bağışların çok masum olduğu düşünülür çoğu zaman. Oysa yardımların bağımlılık yaratma gibi bir özelliği var ki, yardım alanın dünyasını karartır.
Ülkeler bazında bunu düşündüğümüzde durum çok daha vahim. Sel, deprem, yangın gibi acil felaketler dışında başka amaçlar güden yardımların siyasi olduğunu unutmamamız gerek.
Ekonomik olarak bir ülkeyi yoksullaştırmanın en önemli yollarından biri de o ülkeye devamlı yardım ve bağış yapmaktır.
Yardım etmek her zaman olumlu sonuçlar vermeyebilir, hatta yardımların sürekliliği devlet mekanizmasının yapısını da etkiler.
Sahraaltı Afrika ülkelerine yapılan yardımlar dudak uçuklatsa da, on yıllardır kıta ülkelerinin ekonomisine katkıdan ziyade kıtanın kalkınmasını dondurmuştur.
Bu bir gerçektir. Gerekçesi ne olursa olsun, yardımlar siyasidir, dini ya da ideolojik olması bu durumu değiştirmez.
İşte Dambisa Moyo'nun 2009 yılında çıkan Dead Aid adlı kitabı da yardımların siyasi gücünü istatistiklerle gösterir.
Afrika'nın son yıllardaki önemli entelektüel simalarından Dambisa Moyo, yardımların yoksulluğu nasıl tetiklediğini, ekonomiyi nasıl geride bıraktığını, dahası halkı nasıl daha da perişan ettiğini Afrika'ya son 50 yılda yapılan yardımlardan yola çıkarak analiz eder.
Moyo'nun Dead Aid [Ölü Yardım] çalışması yayımlandığında büyük yankı uyandırmıştı.
Niall Ferguson kitaba yazdığı önsözde, söz konusu yardımlarla ilgili şunları dile getirir:
Serbest girişimi engellerken, yolsuzluğu ve çatışmayı körükleyen bir çeşit lanet.
Ferguson'un yardım ve bağışları bir "lanet" olarak okuması boşuna değildir, söz konusu Afrika olunca, yardımların sömürgeciliğin vesayetini sürdürme boyutunu düşünmeden edemeyiz.
Pek çok Afrikalı düşünür, bağımsızlık sonrasını "yeni sömürgecilik," "sözde bağımsızlık", "sömürgeci buyruk" gibi ifadelerle anlamlandırmaya çalışır.
Horman Chitonge, geçtiğimiz yıllarda yayımlanan Industrialising Africa-Unlocking the Economic Potential of the Continent [Afrika'nın Sanayileşmesi-Kıtanın Ekonomik Potansiyeli Çözmek] adlı çalışmasında yardımların hem ekonomiyi hem de Afrika idealizmini nasıl etkilediğini şöyle açıklar:
Postkolonyal Afrika ekonomileri önceki sömürgeci efendilerden gelen yardımlara bağımlı olmayı sürdürürken, 1960'lar, pek çok ülkede neo-kolonyalizme karşı güçlü çıkışların yaygınlaştığı ve sömürgeci ekonomilere meydan okumanın tohumlarının ekildiği yıllardı.
Bağımsızlık sonrasında pek çok Afrikalı lider tarafından dillendirilen güçlü yeni-sömürgeci karşıtlığı eski sömürge efendilerden alınan yardımların devamlılığıyla çelişiyor görünse de, Batı ülkelerinden yardım alma işi, sömürgecilerin Afrika'dan zamanında çok şey aldığı için paylaşmak zorunda olduğu gerekçesiyle meşrulaştırıldı.
Ancak, yardımların özellikle endüstriyel kalkınma bölgelerinde Afrikalı liderlerin, Afrikalının çıkarlarını zedeleyen kurnazca ilişkilerin devamını görmelerini zorlaştırdığı için eski sömürgecilerden yardım alma, yeni-sömürgecilik karşıtı ilkesini riske atmış oldu.
Chitonge, "Sırf bu nedenle, özgürlük mücadelesi yıllarında ekilen meydan okuma tohumlarının asla yeşermemesinin şaşırtıcı gelmediğini" söyler ve "özellikle de ekonomik ve bilgi üretim alanlarında neden sömürgesizleştirme sürecinin tamamlanmamış bir proje" olmasının nedenlerinden birinin de tam bu olduğunu iddia eder.
Yardımlara dönersek; Afrika'ya yardımların en yoğun olduğu 1970-1998 yılları arasında yoksulluk oranı yüzde 10'dan yüzde 66'ya çıkabilmektedir. Bu istatistik bize resmin en çarpıcı tarafını göstermektedir.
Moyo, yardımlara en çok bağımlı olan ülkelerin otuz yıl boyunca kalkınmasının yüzde eksi 0.2'lerde olduğu söyler.
Moyo, farklılıklarına rağmen bugün Sahraaltı Afrika ülkelerinin dünyadaki ortak niteliklerinin yoksulluk, yolsuzluk, hastalık, iç savaş ve şiddete olan tarihsel yönelim olarak sıralar.
Bugün Afro-pesimizmin en tipik özellikleridir bunlar.
Bunun üstüne bir de yardımları eklediğinizde akla gelebilecek sorulardan biri şudur:
Yardımların işlevi devleti kalkındırmak mıdır, halkın refahını sağlamak mıdır yoksa bağışlar stratejik bir planın parçası mıdır?
Profesyonel ve akademik yaşamında kalkınma meselesi üzerine kafa yorduğunu belirten Moyo, diğer gelişmekte olan ülkelerin ekonomik refaha ulaşırken, neden Afrika'nın başarısız olduğunu düşünürken bu kitabın ortaya çıktığını söyler.
Daha kitabın başında, "Bizler bir yardım kültürü içinde yaşıyoruz" der Moyo.
Yardımların yoksulluğu azaltabileceği ve bunu başardığı düşüncesi bir efsaneden ibarettir. Afrika'da bugün milyonlarca insan yardımlardan dolayı daha fakir durumda.
Sefalet ve yoksulluk bitmediği gibi daha da arttı. Gelişmekte olan dünyanın büyük kısmı için yardımlar daha önce olduğu gibi şimdi de tamamen siyasi, ekonomik ve insani felaket olmaya devam ediyor.
Moyo'nun önerisi yardımın/bağışın kabul edilmediği bir kalkınma modelidir. Çünkü ona göre, yardımlar fakiri daha fakir kıldığı gibi, kalkınmayı da yavaşlatır.
1981 ile 2002 yılları arasında kıtada yoksulluk içinde yaşayan insanlar neredeyse iki katına çıktı ve ortalama bir Afrikalı bugün yirmi yıl öncesine göre daha yoksul.
2007'deki Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu, Sahraaltı Afrika'nın 1990'daki dünyadaki yoksulluk oranı beşte birken, 2015 yılında dünyadaki yoksulluğun neredeyse üçte birini oluşturacağı öngörüsünde bulunur.
Moyo, zengin ülkelerden Afrika hükümetlerine yapılan büyük sistematik nakit transferlerinin imtiyazlı krediler ya da karşılıksız hibeler olduğunu belirtir.
Afrika'ya yardım fikrinin 1950'lerin sonlarında Marshall Planıyla başladığına dikkat çeken Moyo şunları vurgular:
Kıta, büyük ölçüde eğitimsiz nüfus, düşük maaşlı istihdam, neredeyse var olmayan bir vergi tabanı, küresel pazarlara zayıf erişim ve sahipsiz altyapıyla tanımlanıyordu.
Bu planla beraber, daha zengin ülkelerin Afrika'yı yardım hedefi olarak seçtiklerini de ifade eder Moyo.
Bu tarihin kıta ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmaya başlamasıyla denkleşmesi tesadüfi olmasa gerek.
Kâğıt üzerinde bağımsızlık olabilirler, ancak eski sömürgeci efendilerinin finansal ihsanına bağımlı bir bağımsızlık olduğu gerçekti.
Batı için yardım, jeopolitik stratejik nüfuzlarını sürdürürken, İngiltere ve Fransa'nın büyük bir kişisel çıkar yığınıyla yeni keşfedilen fedakarlığı birleştiren araç haline geldi. ABD içinse yardım başka bir siyasi çekişmenin, Soğuk Savaş, aracı oldu.
Moyo meselenin bir diğer boyutunun da yönetişim olduğunu ileri sürer. Yardımları yönetebilme kapasitesinin doğru kullanılmadığından da yakınır ayrıca.
Kötü yönetişimle beraber Batı'nın gelişmekte olan ülkeler için büyüyen demokrasi takıntısının ortaya çıktığını, "demokrasiyi kurmanın" yardım stratejisinin de son sığınağı olduğunu söyler Moyo.
Moyo yardım-merkezli kalkınma modellerinin Batıyı otuz yıl içinde sadece günü kurtarmakla baş başa bıraktığını söyler.
Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, 1970'ten beri Afrika kıtasına gelen 300 milyar dolardan fazla paranın ekonomik büyüme ve insani gelişim bağlamında çok az katkısının olduğunu söyler.
Moyo, 1940'tan bu yana zengin ülkelerden Afrika'ya yaklaşık bir trilyon dolar aktarıldığını söyler ve şunu sorar:
Yardımlar işe yaradı mı?
Yardımların yolsuzluğun yolunu da açtığından dem vuran Moyo, proje ne kadar büyükse fırsatların o kadar çoğaldığını, rüşvet ve yolsuzluğun fonları bağladığını, kamu parasına konduğunu, sonucun da olamayacağını iddia eder.
Para yolsuzluğa gidiyorsa eğer, neden Batı ülkeleri durmadan para akıtmaya devam ediyor, diye sorar Moyo.
Yardımların gelişiyle yurt içi tasarrufların azaldığına dikkat çeken Moyo, yatırımların da önünün kesildiğini, bankaların teşvik kredilerini veremez hale geldiğini belirterek, yardımların ve bağışların verdiği zararın çok daha temelli olduğunu kanıtlar.
Dambisa Moyo'nun Dead Aid çalışması, yardım ve bağış kültünün siyasi amaçlar uğruna bir yoksullaştırma ve bağımlı kılma stratejisi olduğunu örnekleriyle kanıtlar.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish