Yoksulluk kokan kentlerin, kasaba ve köylerin tren istasyonları nedense bende hüzne sebep olur. Uzak kentlerin, tenha istasyonlarında, ürpertici loş ve cılız ışıklar altında yalnızlık duygularım depreşir, içimde tarifi zor bir sancı belirir.
Neden böyle bir ruh halini yaşadığımı bilemem. Bana televizyon ekranlarında izlediğim, belgeselde gördüğüm ve okuduğum savaş yıllarını ve bütün ayrılıkların yaşandığı zamanları çağrıştırır.
Fabrikalardan sonra, sanayi devriminin en büyük simgesi olan demiryolları, Osmanlı Devleti 'ne, birçok yeniliğe göre daha erken girmiştir. 1830'larda demiryollarının yapımı projelendirilmiş, yapım çalışmaları ise yüzyıl ortalarında başlatılmıştır.
1850 yıllarına gelindiğinde İzmir Aydın arasında döşenen tren rayları zamanla Anadolu'nun uzak kentlerine uzandı.1914'e varıldığında, imparatorluğun Avrupa, Anadolu ve Mısır dahil Arap topraklarında döşenmiş ve işletmeye sokulmuş olan demiryollarının uzunluğu 12 bin km'yi bulmuştur.
Bu demiryolları, Osmanlı Devleti'ni, Avrupa'nın ağır bastığı dünya ekonomisine daha sıkı bağlamanın yanı sıra, bir zamanlar uzak ve huzursuz olan vilâyetler üzerinde Osmanlı Devleti'nin İdarî ve askerî denetimini de güçlendirmiştir. *
Daha çok askeri amaçla kurulan demir yollarına yapılan yatırım yabancı şirketlerin eliyle yapılırken, işletmeleri de batılı şirketlere aitti.
Ticaret ağlarını geliştirmek isteyen devletler tarım ürünlerini daha hızlı ve ucuz taşımak amacını güden şirketler tren raylarını genişletirken, Osmanlı Yönetimi ise olaya askeri amaçlı bakıyor, sınır ve uzak bölgelere asker sevkiyatı gerçekleştiriyordu.
Bu nedenle Kara Tren İstasyonları yıllarca asker sevkiyatına sahne oldu, uzak memleketlere gurbete giden insanların sessiz çığlıklarına tanıklık etti ve sayısız insanı taşıdı. Kalabalıklar bu istasyonlarda hüzünlendi, insanlar sevdiklerini içleri acıyarak yolculadı.
Sevinçler bile hüzünle yaşandı, yürek sancısı ağır bastı hep, hüzün demir rayların soğukluğu gibi insanların içine işledi, yakıcı bir hal aldı.
Benim doğduğum kentte bir tren istasyonu yoktu.
En yakın tren istasyonu 90 kilometre uzaklıktaki Diyarbakır merkezde bulunuyordu. Arada bir yolumuz düştüğünde, raylar üzerinden büyük bir gürültü ile yol alan Kara Treni görür, geçmesini beklerdik.
Art arda dizilen demir vagonların birbirini itmesi, kovalaması hep ilginç gelirdi bana. Onca vagonun ne taşıdığını merak eder, demirden raylar üzerinde kayan kara trenin yolculuklarını özlerdim...
Kompartımanlardan sarkan insanların kim olduklarını, nereye yolculuk yaptıklarını merak eder, bir gün onlar gibi yolculuk yapmayı düşlerdim.
Kara Tren demir raylar üzerinden gürültü ile kaymaya devam ederken, radyoda zaman zaman çalan Kara Tren ile ilgili halk türküsü aklıma gelirdi.
Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla.
Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez. **
Tren yolculuğu hayalim uzun süre gerçekleşmedi. Bir türlü bir fırsat yaratamadım. Merakımı istasyonlarda ki hayatı fotoğraflamakla geçiştirmeye çalıştım.
O yıllarda bazı trenlerin halen kömürle çalıştığını ve trenlerden dökülen kömürün yoksul kadın, erkek ve çocuklar tarafından toplandığını hayretler içerisinde gözlemledim.
Üniversite yılları bittiğinde Kara Treni unutmadım, öğretmen olarak atandığım Sivas'tan dönerken merakımı ve hayalimi gerçekleştirmek için en ucuz sınıftan bilet alarak ilk tren maceramı yaşadım.
Sivas Garı'ndan bindiğim Kara Tren önce cufcuflayarak demir rayların üzerinden yol aldığında akşam olmak üzereydi. O yaşıma kadar trene binmemiş, hiç tren yolculuğu yapmamıştım.
Merakımı yenmek için de Sivas'tan Diyarbakır'a üçüncü sınıf bir kompartımanda yer ayırmıştım.
Heyecanlıydım, trenin demir raylar üzerinden kayarak ve gürültü çıkararak ilerlemesini izlerken tuhaf bir duygu içimi kaplamıştı.
Müthiş bir sessizlik içinde, karanlığı parçalayarak ve demiri sıyıran bir gürültü ile ilerlemesi hem yalnızlık duygumu harlıyor, hem de karanlık içinde yol almamız korkularımı büyütüyordu.
Karmakarışık duygular içindeydim. Elimdeki çantama sımsıkı sarılmış, duygularımı belli etmemeye çalışsam da, tedirgin halim dışa yansıyordu. Doğrusu benim için farklı bir deneyimdi.
Hem yolcuların sosyal durumları, hem de kompartımanlar arasındaki farklılığı görmek bana ilginç gelmişti. Her şey paranın gücüne göre değişiyordu.
Yoksullar daha kalabalık kompartımanlarda yolculuk yaparken, durumu daha iyi insanların kaldığı kompartımanlar da göze çarpıyordu. Yataklı vagonları görmedim ama trende böyle bir bölümün varlığını biliyordum.
Yolcuların çoğu yoksul mevsimlik işçilerdi. Karadeniz ve çevre illerde, Ankara dolaylarında tarımsal faaliyetlerde düşük ücretlerle çalışan bu insanlar aylardır evlerinden uzak kalarak, hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardı.
Yorgunlukları yüzlerine vurmuş, erkeklerin saçları uzamış, avurtları çökmüştü. Kadınlar ise tam anlamıyla perişandılar. Hem çocukların yükleri, hem de günlük çalışma temposu en çok kadınları yormuş, bitap düşmelerine neden olmuştu.
Ama buna rağmen evlerine geri dönmenin rahatlığı ve umudu gözlerinden okunuyor, ışıltısı yüzlerine yansıyordu.
Benim kaldığım kompartımanda beş kişilik bir aile vardı. Şeker Pancarı hasadında, fındık toplamada, saman taşımada çalışmış oldukları için hepsinin bedenleri adeta erimişti.
Bahar mevsiminin ilk günlerinde başlayan yolculukları sonbaharın ilk günlerinde sonlanıyordu. Çocuklar ürkek, kadınlar utangaç, erkekler tedirgindi...
Kendilerine göre değerli eşyalarını yanlarına alarak hırsızların hışmından korunmaya çalışıyorlardı. Arada bir haylazlık yapmaya çalışan çocukları anneleri oturmaları için uyarıyor, yolculuğun yorucu etkisinde sersemleşiyorlardı.
Ben birkaç kez vagonlar arasında dolaşmak istesem de görevliler izin vermeyince kendi kompartımanımda kalmak zorunda kaldım.
Gece boyunca karanlığı parçalayarak ilerleyen tren, bazı istasyonlarda durduğunda, ortamın ağır havasından kurtulmak ve nefeslenmek için fırsatı kullanarak, trenden iniyordum.
Ara istasyonlar çok tenhaydı. Bazen bir ya da bir kaç insan sessizce trene biniyorken, istasyonlar karanlık içinde yalnızlığı yaşıyordu.
Karanlık içinde cılız bir ışık içinde tenha istasyonlarda yolcularını alan ya da indiren Kara Tren Malatya'ya, oradan da Elazığ'a vardığında artık güneşin yakıcı sıcaklığı kendini hissettiriyordu.
Öğlene doğru Hazar Gölüne paralel ilerlediğimizde, mevsimlik işçilerin gençleri camdan sarkarak dışarıyı izliyor, geri dönüşün sevincini yaşıyorlardı.
Tam da o an elimdeki analog makinanın deklanşörüne bastığımda Hazar Gölü'nden yükselen serinliği benliğimde hissediyordum. Yolculuk akşama doğru Diyarbakır'da sonlandığında hepimiz yorgun, argın ve kömür kokuyorduk...
Kaynak:
* OSMANLI DÖNEMİ DEMİRYOLLARININ TARİHÎ GELİŞİMİ İÇERİSİNDE SİYASÎ VE İKTİSADÎ SOSYAL ETKİLERİ SOYALP TAMÇELİK
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/686847
**Söz ve Müzik: Özhan Eren
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish