Her devletin dış ilişkilerinde aracı rol oynayan belki en önemli unsuru yetişmiş diplomatlarıdır. Șüphe yokki tarihten günümüze Türkiye Cumhuriyeti’nin de yetiştirdiği ve hatta iki ülke arasında sembol isim olacak kadar takdir gören çok kıymetli diplomatları bulunmaktadır.
Bununla birlikte zaman zaman Türk diplomasisinin işlemeyen taraflarını irdeleyenler, genelde kabahati monşer zihniyetli diplomatlarda bulurlar. Başka bir ifadeyle tarihi mirasına sahip çıkan, halkın derdiyle uğraşan sefir tipinin aksine elinde kadehle davetlerden davete boy gösteren Batı tipi diplomatlar, dış ilişkilerde görevinin hakkını vermiyor diye tenkit edilirler.
Bunun temel sebebi onların seküler yaşam tarzlarından ziyade Türk kültür, tarih ve geleneğinden uzak bir anlayışla son İslam imparatorluğunun küllerinden doğmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmelerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla burada Fransızca’daki “monchere” kelimesinden anlaşılan davranışlarında Batı özentisi olan karakter kastedilmektedir.
Peki bu monşer tipi diplomat kimdir? Ne zaman türemiştir, Osmanlı Devleti’nin Afrika diplomasisinde yeri nedir evvela onu ele almakta fayda var.
Osmanlı Diplomasisinde Monşerler
Büyük devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa “tarih bilmeyen diplomat pusuladan anlamayan kaptana benzer, ikisinin de karaya oturma tehlikesi vardır” sözüyle daha o zaman Batı tipi özenti diplomatın devlet siyasetindeki zaafiyetine işaret etmiştir. Dolayısıyla Batı özentisi monşer tipi diplomatın Tanzimat’tan sonra Osmanlı diplomasisinde yer ettiğini söylemek mümkündür. Ahmet Cevdet Paşa’nın işaret ettiği tarih bilgisi ise uluslararası ilişkilerdeki tarihsel bilginin önemini vurgulamaktadır. Hakikaten Batı diplomasisinde sıkça kullanılan bilgi güçtür manasındaki ” Knowledge is Power” darbı meselinde de diplomatik ilişkilerde bu hususa herdaim dikkat çekilmiştir.
Ebubekir Efendi’nin monşerlerle imtihanı
Güney Afrika’ya Türk-İslam mührünü vuran Osmanlı alimi Ebubekir Efendi 1863 yılında Ümit Burnu’nda başladığı maarif faaliyetlerine 1880 yılında vefatıyla son verdi. Resmi yazışmalara bakıldığında bu zaman zarfında onun yüzleşmiş olduğu bazı sorunların Osmanlı hariciyesinde çalışan diplomatlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Öyleki, anlaşmazlıkların geneline bakıldığında bunun en önemli sebebinin Ebubekir Efendi’nin misyonunu anlamaktan uzak diplomatların o dönemdeki muhalefetinden ileri geldiği görülmektedir.[i]
Resmi yazışmalara göre Ebubekir Efendi’nin ilk olarak sorun yaşadığı kişi Cape Town’daki Osmanlı Fahri Konsolosu Petrus Emanuel de Roubaix’di. Fahri konsolos De Roubaix, Güney Afrika’nın Hint Okyanusu sahilinde bulunan Port Elizabeth şehrinde Müslümanların inşaasını tamamlayamadığı camiye Osmanlı Devleti tarafından gönderilen bağışın bir kısmını şahsi işleri için harcamıştı. Caminin inşaası için gönderilen bu bağışın yerine ulaştırılmasında paranın eksik olduğu anlaşılınca, Roubaix, Osmanlı alimi Ebubekir Efendi tarafından İstanbul Hükümetine şikayet edilmişti. Şikayet üzerine görevden alınan Roubaix, Ebubekir Efendi’nin devlet ve halk nezdinde itibar kaybetmesi için Londra’daki Osmanlı Sefirine şikayet etmiş fakat bu gayretleri hiçbir işe yaramamıştı. Roubaix İstanbul'dan dönüşte Londra'daki Türkiye Büyükelçisi Musurus Paşa'nın kendisine yakın ilgi gösterdiğini söylemişti.[ii]
Roubaix’den sonra fahri konsolos olarak atanan Mösyö Goldman selefi Roubaix’den aldığı bilgilerden ötürü Ebubekir Efendi’ye mesafeli durmuştu. Bu yıllarda Ümit Burnu’nda Ebubekir Efendi’yi çekemeyen bazı imamların onu karalamak için bir suni Hanefi - Şafi çatışması ortaya attıkları bilinir. Bu dönemde ortaya atılan iftiraları Mosyö Goldman’ın bir gerçekmiş gibi Londra sefareti aracılığıyla İstanbul Hükümetine aktarması onun da Ebubekir Efendi’yi sevmemesinden ileri geliyordu. Ebubekir Efendi tam 93 Harbi’ne denk gelen bu dönemde Güney Afrika Müslümanlarından bağış toplatıp Osmanlı ordusuna yardım göndermişti. Arşiv belgelerinde 93 Harbi’nde Ümit Burnu Müslümanlarının yaralı Osmanlı askerlerine para yardımı şeklinde geçen kayıtta Ebubekir Efendi’nin ve öğrencilerinin rolü anlaşılmaktadır.[iii]
Yine aynı tarihte Ümitburnu'da bulunan Müslümanların Meke-Medine ve İstanbul'u ziyaretleri için bazı imtiyazlar tanınması ricasına dair Seyyid Ebubekir Efendi'nin mektubu, onun Afrika’da ilmi çalışmaları yanında bir diplomasi mücadelesi verdiğini ortaya koyar.[iv]
Musurus Paşa Efendilere Karşı
1880 yılında Müderris Ebubekir Efendi 17 yıl hizmet verdiği Ümit Burnu'nda vefat eder. Vefatı Güney Afrika Müslüman camiasını derinden etkiler. Bu haberi Cape Town Osmanlı konsolosu Londra sefaretine iletir. Londra'daki Osmanlı büyükelçisi Musurus Paşa ise bunu İstanbul'a rapor eder. Musurus Paşa Ebubekir Efendi'nin ölümünü İstanbul'a bildirdiği mektubunun sonunda son derece soğuk ve şikayetvar bir dil kullanmıştır. İngilizce mektubun özeti şöyledir:
Osmanlı tebaasından Ebubekir Efendi Güney Afrika’da vefat etmiş. Osmanlı Devleti'nin cömertlik gösterip Ümit Burnu'na gönderdiği Ebubekir Efendi aslında pek başarı gösteremedi, zaten o kadar uzak İngiliz sömürgesine hoca yollamak da çok gereksiz ve masraflıdır. Arz ederim.[v]
Bu mektuptan da anlaşıldğı gibi Musurus Paşa’nın mektubu bir malumat vermekten öte başka şeyler ifade etmektedir. Öte yandan Ümit Burnu gazetelerinde yer alan haberlere göre yerli Müslümanlar Ebubekir Efendi’yi arkasından şiirler yazarak son yolculuğuna uğurlamışlardı.[vi]
Bir başka belgede Ebubekir Efendi’nin Cape Town'daki Osmanlı Mektebinden iki öğrencisini kovduğu için öğrencilerin ebeveynlerinin bunu Londra sefaretine şikayet ettikleri anlaşılmaktadır. Öğrenci velileri disiplin adamı Ebubekir Efendi'yi ikna edemeyince Londra'daki sefir Musurus Paşa'ya çocukların okula geri alınması için rica etmişti. Musurus Paşa’nın konuyu İstanbul Hükümetine arzı ise yine bir şikayet şeklinde olmuştu. Bu esasında onun Ebubekir Efendi’nin misyonunu anlamamış olduğuna delalet etmektedir.
Hakikaten Musurus Paşa sanki Efendi ailesine kafayı takmış gibi 1890 yılında İstanbul'a gönderdiği bir başka mektubunda Ebubekir Efendi'nin oğlu için: "Ahmet Ataullah Efendi hakkında dikkatli davranılması lazım gelir. Zira bende olan neşriyata göre Ataullah fesat çıkaran bir adamdır" diye bahsetmekteydi. Tüm bu mektupları dikkatle değerlendiren Osmanlı Hariciyesi kimin sözüne ne kadar değer verilmesi gerektiğini bildiği için Musurus Paşa'nın sözlerine itimat etmemişti. Hatta 1897 yılında İstanbul’a gelen Hişam Nimetullah Efendi için o zamanlar emekli olan Ahmet Cevdet Paşa, Sultan Abdülhamid’e şöyle bir haber yollamışdı:
Atufetlu Efendim Hazretleri,
Malum-i samileri olduğu üzere Ümit Burnu'nda hayli zaman tedris'i ulum ile Din'i İslamın neşrine himmet ve gayret göstermiş olan meşhur Ebubekir Efendi'nin vefatında yerine büyük oğlu Ahmet Ataullah Efendi kalmış idi. Bekir Efendi'nin ikinci oğlu Hişam Nimetullah Efendi ise Mekke'de tahsili ulum ile meşgul olduğu halde bu sefer dersaadete gelip pederiyle hukukumuz olduğundan bendeleriyle görüştü. Nimetullah Efendi Arapça, İngilizce, Felemenkçe hatta Türkçe dahi okur yazar. Şimdi Beyazıtta Sepetçiler hanındadır. Mübarek Ramazan geliyor. Bu misillilerin han köşesinde kalması münasip düşmez. Hişam Efendi makamınıza buyrulsa pek münasip olur.
demişti.
Bu mektuptan sonra Hişam Efendi ilerleyen günlerde Sultan Abdülhamid'le görüşmüş ve sarayda ağırlanmıştı. Elbette ancak Ahmet Cevdet Paşa gibi bir devlet adamı bir monşerin mektubunu değil doğru bildiği ve misyonuna inandığı bir Ulema ailenin birbirinden değerli münevverlerine itimat edecekti.
Bugün tarihe dönüp baktığımızda yaşadıkları dönemi aşmış bir Ebubekir Efendi ve Ahmet Ataullah Bey’den bahsetmek mümkündür. Hatta bir Osmanlıca belgede ‘Avrupa'da dini akidelerin zayıflayarak sosyalizm ve komünizm hareketlerinin çoğaldığından, müslümanlığı kabul etmek isteyenlere telkinde bulunmak üzere hoca göndermek kabil olamadığı; çünkü medreselerden kifayetli alim çıkmadığı, hatta Güney Afrika için vaktiyle değerli bir hoca arandığı, zoraki bulunan ve Ümit Burnu'na gönderilen bu hocanın orada mükemmel surette muvaffak olduğu ve böyle hocalara ihtiyaç bulunduğundan’ bahseden arz müsveddesi, Ebubekir Efendi ve oğlunun tarihte oynadıkları rolü ortaya koymaktadır.[vii]
Musurus Paşa bu haksız ithamlarında belki kötü niyetli değildi fakat yazışmalarından anlaşıldığı üzere Afrika diplomasisinden uzak olduğu, orada hizmet eden Ulemanın misyonunu anlamamamış olduğu aşikardır. Günümüzde de tarih bilmeyen benzer diplomatların ‘karaya oturmadan’ bu hakikatleri gözetmesi ve ülkeyi hakkıyla temsil etmesi temenni olunur.
Sonuç
Günümüzde monşer diye ifade edilen bazı diplomatlardaki kafa yapısı ne yazıkki halen farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Mesela Ramazan ayında bir iftar vermekten kaçınan bir büyükelçiliğin sadece bir diplomatın veda yemeğine misliyle para harcaması buna örnek gösterilebilir. Yada iftar yemeğine davetli bir büyükelçinin iftar sofrasında şarapların farkları ve kalitesinden dem vurması yine benzer kafa yapısının ürünüdür. İşte bu tip büyükelçi veya diplomatın Türkiye'yi temsil etmesi hazin olduğu kadar da ülkenin itibarı adına tehlikelidir. Zira diplomatın görevi şarap gurmeliği değil iki ülke arasındaki münasebetleri düzenlemek olmalıdır. Halbuki, bunun aksine dünya siyaset literatüründe büyük bir payı olan İngiltere'nin günümüzdeki Sudan Büyükelçinin Hartum'da Bayram namazı kıldırması bir diplomatik başarı olarak bizdeki monşer tipi diplomatlara ders verir mahiyetteki misallerdendir. Bahsekonu monşerler ise ne yazıkki bunu maharet olarak değilde bir yobazlık, iltica veya Cumhuriyet’in laiklik ilkesine ters düşen davranış sayarak gerçeklerden uzak yaşamaktadırlar. Ne yazıkki sadece rozet Atatürkçüleri olarak boy gösteren bu diplomat tipi, diplomasi dehası Mustafa Kemal Atatürk’ü dahi kamuoyunda yanlış tanıtmaktadırlar. Öte yandan devlet ve milleti Müslüman dahi olmayan İngiltere hariciyesi, Pakistan kökenli bir büyükelçisinin Hartum'daki diplomatik başarısından ötürü mükafatlandırmıştır. Halbuki bir zamanlar Afrika'da, Asya'da İslami ve insani diplomasiyle gönülleri kazanan Osmanlı Hariciye Erkan'ından günümüzde de aynı yaklaşım beklenir. Öyleki bayram namazı kıldıran bir Türk büyükelçisi sadece Türk Milletinin Afrika'daki tarihi geçmişini halka hatırlatmış olmaz aynı zamanda milyonlarca Müslümanın gönlünü kazanmış olur. Artık sosyal medyada yalnızca fotoğraf paylaşarak diplomasi teraneleriyle oyalanmak yerine böyle manidar diplomatik çıkışlarla bölgenin nabzına göre şerbet vererek köklü tarihi ilişkileri hatırlatan etkili bir diplomasi, özellikle Afrika'da ortaya konulması gereken ilm-i siyaset olmalıdır.
Başka bir ifadeyle izah edecek olursak diplomaside protokol bilip tarih-coğrafya bilmemek, tarihi mirası dikkate almadan hareket etmek olsa gerektir. Bu zihniyetteki monşer takımından kurtulduğumuz zaman Türk diplomasisi hakettiği yere gelecek ve Ebubekir Efendiler de yaşadıkları dönemde doğru anlaşılacaktır.
Notlar
- [i] Gençoğlu, Halim. 2017. Ottoman traces in Southern Afrika the impact of eminent Turkish emissaries. Libra, İstanbul
- [ii] HR. MTV. 608/22.
- [iii] BOA, 1234 – 42, M-27-12-1877.
- [iv] BOA, 233 – 32, M-14-06-1876.
- [v] HR. SFR. 3. 379. 19
- [vi] Gençoglu, Halim. 2013, Abu Bakr Effendi: A Report on the Activities and Challenges of an Ottoman Muslim Theologian in the Cape of Good Hope. (Thesis / Dissertation) University of Cape Town
- [vii] BOA, 38 – 92, H-06-04-1327.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish