Belli aralıklarda tekrar ve tekrar anlattığı hikayesinde dolaşmak istediğim Beni Adınla Çağır (Call Me by Your Name) adlı bu eser hem sayfada hem de ekranda son derece tatmin edici bir baş yapıt, ancak genelde uyarlamalarda tam tersi bir durum olsa da öyle tahmin ediyorum ki Adınla Çağır Beni adlı kitabı okumadan önce filmini izlemeniz gerekliliği nadir bir durum olabilir.
Büyüme hikayesiyle ilgili pek çok yapımın olduğu sinema dünyasında ilk bakışta çok da orijinal görünmeyen bir ergenlik hikayesi intibası uyandıran bu filmin kurduğu dünya o kadar etkileyici ki bu konuyu bu kadar zarafet ve insanlıkla ele alan çok az film vardır ve seyircinin de böylesi bir deneyimle karakterler kadar dönüşüme uğraması oldukça muhtemeldir.
Filmi izledikten sonra daha çok neyi özlediğimden emin değilim: Elio ve Oliver'ın paylaştığı türden baş döndürücü bir romantizmi mi yoksa İtalyan kırsalındaki eski püskü şık bir yazlık evdeki o büyüleyici atmosferi mi?..
Bilmiyorum ama kesinlikle hem kitabı hem de filmi ilk fırsatta deneyimlemelisiniz.
Bir yaz romantizmi; Beni Adınla Çağır
Yönetmen: Luca Guadagnino / Oyuncular: Armie Hammer, Timothée Chalamet, Michael Stuhlbarg, Amira Casar, Esther Garrel, Victoire Du Bois, Vanda Capriolo, Antonio Rimoldi, Elena Bucci, Marco Sgrosso, André Aciman, Peter Spears, Maria Caggianelli Villani / Süre: 132 dakika
James Ivory'nin André Aciman'ın aynı adlı romanından uyarladığı, yönetmenliğini Luca Guadagnino'nun üstlendiği Call Me by Your Name; 80'lerin ilk yarısında, Kuzey İtalya'da hayatları kesişen genç Elio ile babasının asistanı Oliver'ın hikayesini anlatıyor.
1983 yazında, İtalya'nın kuzeyinde, Lombardiya bölgesinde, on yedi yaşındaki Amerikalı Elio Perlman günlerini, ailesinin on yedinci yüzyıldan kalma villasında geçirmekte, miskince notaların kopyasını çıkarıp, arkadaşı Marzia ile flörtleşmektedir.
Elio saf bir çocuk değil, en azından aşk dışındaki konularda; O bir piyano dâhisi, doymak bilmez bir okuyucu ve gerçekten çok şey bilen, bir tür her şeyi bilen biri.
Elio'nun yaşından büyük olgunluğu ve entelektüel birikimi, onu tam teşekküllü bir yetişkin gibi gösteriyor olsa da kalbini yakan duygusal konularda onun hakkında hala masum ve biçimlenmemiş olan çok şey vardır.
Günlerden bir gün, doktora tezi üzerinde çalışan yirmi dört yaşındaki Oliver, Greko-Romen kültür alanında çalışan profesöre yani Elio'nun babasına, heykelleri belgeleme işlerinde yardım etmek için yanlarına gelir.
Kendisine cömertçe açılmış bu ailenin evine adım attığı ilk andan itibaren güneşin ışıltılarının arasında Elio ve Oliver hayatlarını sonsuza dek değiştirecek bir yaz boyunca yeşermekte olan arzunun güzelliğini birlikte keşfedeceklerdir…
Çiçek açan duygular
Sadece sessiz ol, hiçbir şey söyleme ve 'evet' diyemiyorsan, 'hayır' da deme, 'sonra' de…
Bu duygusal büyüme hikayesinde; ailenin tek çocuğu olan, kitapların ve sanat sohbetlerinin eksik olmadığı bir ev ortamında çoğunlukla yalnız bir yaşam süren Elio, her yaz odasını boşaltmak zorunda kalışına içerlese de arkeolog babasının yanında akademik kariyeri için staj yapan doktora öğrencisi Oliver geldiğinde, artık her yıl bir aile geleneğine dönen bu ziyaretlerde odasında birkaç ay bir yabancının kalmasına alışmıştır.
Ama hayata dair her şeyi bildiğini sanan Oliver'in flörtöz mü yoksa arkadaş canlısı mı olduğunu anlayamadığı kışkırtan samimiyeti bu defa utangaç bir genç olan Elio'nun aklını da tamamen karıştırır.
Elio'nun kendinden biraz daha yaşlı olan bu genç adamdan etkilendiği aşikardır; özellikle de tercüman annesi Annella ile bu kadar kolay arkadaş olmasının yanı sıra, karşılaştığı her kadını herhangi bir çaba harcamadan nasıl baştan çıkardığını izlemek Elio'da daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemeyen bazı duyguları açığa çıkarır.
Elio ve Oliver arasındaki sıcaklık ilk başta oldukça soğuktur, ancak aslında Elio 'evet' demek istediği her şeyi 'belki' diye geçiştirirken içinden geçenleri söyleyene dek Oliver'ın kendisine aynı şeyi tekrar tekrar sormasını istiyor oluşunu Oliver'ın anlaması biraz zaman alacaktır.
Böylesi çiçek açmak için tomurcuklanmaya başlayan bir duygu sarmalında, ilerleyen süreçte Oliver'ın varlığı, tutkulu bir şekilde arzuları tetiklenen Elio'nun cinsel uyanışını başlatıyor.
Konuşmak mı yoksa ölmek mi daha iyi?
Elio'ya annesi tarafından okunan bir Fransız peri masalında sorulan bu soru sayesinde Elio, örtülü tüm sessiz arayışlarına bir parça cevap buluyor ve nihayetinde dolaptan çıkma cesaretini gösteriyor.
Elio'nun yaşam boyu gelişiminde çok önemli izler bırakan bu yoğun ilk aşk hikayesi de okunması ve seyredilmesi doyumsuz bir yapıta dönüşüyor.
Kelimeler yetse
Gençliğin saf ve gerçek bir tasvirini deneyimleme fırsatını bulduğum André Aciman'ın romanı Elio'nun gözünden, özlemle dolu bir anı gibi anlatılıyor, ayrıntılar o kadar net aktarılıyor ki, bu anların neden Elio için bu kadar önemli olduğunu okuruna hissettiriyor.
Elio'nun anlatımıyla zihinsel büyümenin, cinselliğin sorgulanmasının ve kararsızlığın getirdiği acıların ele alındığı romanda, Elio'nun iç sesi hikâyenin kendisi kadar önemlidir, çünkü onun tüm iç sorgulamaları yaşananlara muazzam bir derinlik katıyor.
Dolayısıyla kitaptaki uzun pasajlar, Elio'nun Oliver ile yakınlığını hayal ederek kendi başına geçirdiği zamanları okuruna, tüm bu anları analiz etmesini sağlayacak duygu karmaşalarıyla birlikte aktarıyor.
İnsan arzusu ve ilişkilerinin yetenekli bir gözlemcisi olduğunu kanıtlayan Guadagnino ise Aciman'ın metnini filme uyarlamak konusunda ustaca bir iş çıkarmış.
Öncelikle romanda olduğu gibi Elio'nun bakış açısına odaklanarak eserin aslına sadık kalan filmin güzelliği ise bizim bu duygusal çıkmazları analiz etmek yerine Elio'nun o anları nasıl ve ne şekilde deneyimlediğini izlememize olanak sağlıyor.
Film daha çok olgunlaşmakla ilgiliyken kitap, hayatımızın geri kalanında bizi tanımlayan zor seçimler yapmak ve yarıda kalmış aşk hakkında çok daha fazla şey söylüyor.
Gençliğinin olaylarını ve Oliver ile sonraki etkileşimlerini hatırlamak için karşılaştırmalı bir zaman çizelgesi kullanan romanda yaşananlar çok daha yaşlı bir Elio tarafından anlatılıyor.
Romanın ruhunu koruyan ama kelimelerin anlatmaya yetmediği yerlerde olay örgüsünü daha melankolik bir şekilde ele alan film ise hikâyenin başladığı andan itibaren düz bir zaman çizelgesini takip ederek olayları izleyiciye aktarıyor.
Hikâyenin anlatım şekli açısından kitap ve film birbirinden farklılaşsa da her şeye rağmen roman da film de Elio ve Oliver arasında belli belirsiz başlayan elektriklenmeyi büyüleyici bir özgünlükle ele alıyor.
Hem film hem de kitap, toplumsal beklentilerin ve normların kişinin kendi düşünce sürecine derinden nasıl nüfuz ettiğini oldukça etkili bir şekilde hatırlatıyor; Elio ve Oliver içinde yaşadıkları toplumda, ilişkilerinin açıkça kabul edilmeyeceğini bildiklerinden bu baskı zaman zaman onları utanç ve pişmanlık duygularıyla yüzleştiriyor ve ikisi de aralarındaki sevginin gerçek olduğunu kabul edene kadar kendilerini "utanılacak bir şey yapmadıkları" konusunda ikna etmeleri gerekiyor.
Aşkın ve cinselliğin tasviri
Hem filmde hem de kitapta sevdiğim en önemli şey ise cinsellik ve ilişkilerin tasvir edilme şekliydi.
Okurları ya da izleyiciyi rahatsız edebilecek ünlü müstehcen şeftali sahnesi, ekranda biraz daha bastırılmış olsa da Guadagnino'nun bu önemli sahneyi filme eklemekten çekinmemesi alkışı kesinlikle hak ediyor.
Çoğu zaman Hollywood'un önümüze koyduğu, ana akım aşk hikayelerinin boğucu, göz alıcı, seksi romantizmlerini izlemeye alışkın olanlar için bu film farklı bir dünya sunuyor olsa da iki karakter arasındaki kimya tartışılmasız bir şekilde aynı derecede beceriksizlik, utanç, hayal kırıklığı ve kırılganlıkla birleşiyor ve ortaya unutulmaz bir aşk hikayesi çıkıyor.
Esere adını veren; birbirlerine kendi isimleriyle hitap etme kavramı ise ilişkilerinin içinde son derece derin ve samimi bir kodlamaya dönüşüyor ve aşıklara sadece kendilerine ait olması gereken bir mahremiyet veriyor: Bu sadece fiziksel olarak birlikte olmak istemenin bir ifadesi değil, aynı zamanda birbirinin yerine geçebilecek kadar iç içe geçmiş bir duygu biçimini ifade ediyor.
Özlem ve ıstırap
Filmin başarılı olduğu kitabın bir diğer önemli yönü de iki ana karakter arasındaki ıstıraplı gidişat.
Keşif, kabullenme, özlem ve ıstırap içinde geçen bu süre içinde ikilinin bir araya gelerek serbest kalma deneyimini yaşama şansını kaçırmamaları nihayetinde şahsen beni sevindirse de Oliver ve Elio'nun zaman zaman pes ederek, zaman zaman cephe alarak, birbirlerini görmezden gelerek, harekete geçerek, tekrar görmezden gelerek harcadıkları zamanlar ikilinin baş düşmanı oluyor.
Özellikle iki saatten fazla süren film, her dakikasında, Elio ve Oliver'ın bağlantı kurma zamanının kısaldığını izleyicisine içtenlikle hissettiriyor.
Büyüleyen bir sinematografi
Bu film, yalnızca hikâyenin geçtiği İtalyan kırsalının sakin manzaraları için değil, aynı zamanda daha derin, daha sanatsal bir neden için de şüphesiz güzel bir film.
Ama romana sadık kalınarak uyarlanan bu filmde; ıssız kasaba meydanlarında veya parıldayan nehrin yanında geçen bu sahnelerin filmin kesinlikle büyüleyen sinematografisine harika bir fon olduğunu söylemek gerekiyor.
Taştan bir yüzme havuzuna da sahip olan görkemli malikanenin etrafı meyve ağaçlarıyla çevrilidir.
Film bu meyve bahçelerindeki sıcaklığı ya da villanın sessiz odalarının serinliğini kusursuz bir şekilde hissettiriyor, havuz başında güneşlenerek ve kitap okuyarak geçirilen tembel günlerin ve yoğun tutkuların sancıları içinde geçirilen gecelerin cazibesini en gerçekçi haliyle aktarıyor.
Böylesi bir ortamın güzelliği ve sunduğu yalnızlık, Elio ve Oliver'ın romantizmlerini hem tutkuyla hem de şefkatle beslemelerine izin veriyor.
Haliyle dokunuşlarda, bakışlarda, kokularda gördüğümüz her şey oldukça inandırıcı bir samimiyet kazanıyor.
Elbette burada kamera çalışması da bu aktarımın başarısında hayati önem taşıyor: Guadagnino yakın çekimlere geçene kadar sahne izleyicinin o aşk acısını hissetmesini sağlayacak kadar uzak kalmayı başarıyor, o tutkunun her anını özümseyerek içine çekebilmemiz için sinematik gerilimi ustalıkla kullanıyor.
Bilgelik dolu bir son
Kitap ve film arzuyu derin ayrıntılarla keşfediyor, onu direnilemeyecek bir güç olarak sunuyor, ancak sonrasındaki soruyu tamamen askıda bırakıyor.
Oliver ve Elio'nun birlikte olamayacağını bilmek zalimce görünse de hikâye, aşkın en gerçek haliyle bizi nasıl etkileyebileceğinin gerçekten dokunaklı bir temsili oluyor.
Oliver zamanı dolup kendi hayatına geri döndüğünde Elio için hayat bir cehenneme dönüyor.
Bu ayrılıktan sonra Elio'nun babası oğluyla duygusal ve şaşırtıcı derecede nazik bir konuşma yapıyor; oğlunun yanına oturuyor ve ona şu an neler hissettiğini bildiğini söylüyor.
Gerçekten de bir yetişkinin çocuklarının karmaşık aşk hayaları ya da duygusal hezeyanları konusuna nasıl yaklaşması gerektiğine dair eşsiz bir örnek olabilecek bu konuşma, herhangi bir suçlamadan uzak, son derece olgun bir sohbet havasında gerçekleşiyor.
Derin bir empati ve bilgelik duygusuyla, üzüntünün de neşe kadar hayatın bir parçası olduğu, asla uyuşturulmaması veya boğulmaması gerektiğinin kabulüyle yazıldığı belli olan Elio'nun babasının oğluna yaptığı konuşmada film zirveye ulaşıyor; o sözler o kadar empati ve öyle bilgelik dolu ki insan o konuşmayı tekrar tekrar dinlemek istiyor.
Armie Hammer, dünyanın kendisine ait olduğuna inanan, böyle bir tutumun başkalarına yol açabileceği sıradan gaddarlığın farkında olmayan zeki, yakışıklı bir genç adamın özgüvenini mükemmel bir şekilde yakalıyor.
Michael Stuhlbarg ayrıca olağanüstü, özellikle de Elio'yla aralarında geçen, özel ilişkilerin tadına varılması gerektiğini anladığını gösteren dikkat çekici, empati dolu konuşmasında yürekleri fethediyor.
En güçlü anlarını final anlarına saklayan Beni Adınla Çağır adlı bu şaheserde Timothée Chalamet adeta parlıyor, güven ve kafa karışıklığı, sevgi ve öfke, neşe ve kalp kırıklığı ile dolu nefes kesen performansında hem yaşına göre yaşlı (sevimli, deneyimli bir bilgi birikimine sahip) hem de yürek burkacak kadar genç bir karakter olan Elio'yu yaşından beklenmeyecek bir uzmanlıkla oynuyor; kimi zaman dizginlenemez enerjisiyle, kimi zaman derin bir üzüntüyle ilk aşkın karmaşasını dokunaklı bir doğrulukla aktarıyor, bir aktör olarak vücudunu çok iyi kullanıyor.
Filmin sonlarına doğru Elio, kaybının büyüklüğünü fark ettiğinde, etrafındaki hayat devam ediyor; bu, anlar seyirciye şefkatle, ustaca ve içgüdüsel bir şekilde aktarılıyor.
İnsanın hayatında kalıcı bir iz bırakacak türden bir ilişkinin üzüntülü anlarında Chalamet'in gözlerinde sürekli olarak dökülmeye hazır bir gözyaşı kuyusu görmek mümkün.
Elio nihayetinde kaybettiklerinin yasını tutarken, şöminede çatırdayan alevlerin ışığında parlayan gözyaşları filmin bitiş jeneriğiyle birlikte öylece yüreklere akıp gidiyor.
Kitabın son yirmi sayfasında yer alan bu sahnenin tamamı, Oliver'ın ilişkiyi Elio kadar sevdiğini ortaya koyuyor, hatta Elio'yu tekrar "komadan uyanmaya" benzetiyor ve şimdi "paralel bir hayat" yaşadığını ima ediyor.
Tüm acılarına rağmen aşk her zaman buna değer, diyor film ve bizi buna inandırıyor.
Filmin bitme şeklinde belli bir trajedi olsa da en azından kitaptan çok daha yoruma açık bir şekilde hikâye sonlanıyor ve insana keşke gerçek hayat da bu kadar zarif olsa diye düşündürtüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish