Afrika çalışmaları ve antropoloji

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Bugün Afrika üzerine yapılan akademik çalışmaların "pratik ve çıkar amaçlı" yönüyle dikkat çekmesi, şüphesiz kıtanın modern zihinlerde işgal etiği konumla alakalıdır.

Bir disiplin olarak Afrika çalışmaları, Avrupa-merkezci epistemolojilerin geçerli olmadığı bir dünyayı açıklamak amacıyla ortaya çıkmıştır. Tarih, sosyoloji, antropoloji, psikoloji ve siyaset bilimi gibi disiplinler kurulduğunda Afrika diye kıta yoktu zaten.

Dolayısıyla Afrika çalışmaları antropolojinin bir alt disiplini olarak görüldü.  

Antropoloji uzun yıllar siyah kıtayı bir denek olarak algılayıp, primitif olarak gördüğü siyahlar üzerinde araştırmalara yön verdi.

Siyahları medenileştirme projesinin yanı sıra modernitenin antropoloji üzerinden ürettiği söylem, yani Afrika söylemi, neredeyse her şeyi belirlediği gibi, kıta üzerine konuşulabilecekleri bile hapsetmiştir. 

Afrika halklarının dini olarak kabul edilen animizm, İslam ve Hristiyanlık tarafından "putperest" ilan edilerek, toplumsal yaşayışları da primitif bir dünya, ya da insan aklının embriyo dönemi olarak adlandırılmıştı.

Aydınlanma düşüncesinin has çocuğu olan antropoloji kıtanın dondurulması için epistemik argümanlarını güçlendirerek, V. Y. Mudimbe'nin tabiriyle "sömürge kütüphanesi" kurmuştu. 

Afrika maneviyatını, dini pratiklerini "bilinçsiz bir alkış" ya da "insandışı bir coşkuya" indirgeyen sosyolojik ve antropolojik bakışın temellerini antropoloji disiplininin babası olarak bilinen Sir Edward Burnett Tylor atmıştı.

Tylor'a göre, primitif olan canlı ile cansızın ayrımını yapamaz.

Durkheim ise primitif kişinin bir çocuk gibi düşündüğünü, etrafındaki şeyler arasında ancak bir bağ kurabildiğini iddia eder.

Bu aynı zamanda Aydınlanma düşünürleri Hegel, Kant ve David Hume'un da hemfikir olduğu ortak bir kanıdır.

Antropolojinin ürettiği afro-pesimizm ve afro-romantizm biçiminde okunabilecek söylemin dışında konuşma imkanının olmaması hâlâ devam etmektedir. 
 


Dönemin önemli antropologlarından Sir Edward Evan Evans-Pritchard, 1951 yılında meşhur Sosyal Antropoloji kitabına yazdığı girişte, sosyal antropoloğun görevinin doğrudan primitif toplumları çalışmak ve onların arasında aylarca, senelerce yaşayıp aile, akrabalık ilişkileri, din, örflerini, teknolojilerini, sanat ve kültür yaşamlarını bir toplumsal sistem olarak araştırmak olduğunu söyler.
 


Zira sosyolojik araştırma anket, belgeler ve istatistiklerle uğraştığı için Afrika halkları bu disiplinin gereklerine cevap vermede yetersiz görülüyordu. 
Talal Asad'ın Türkçeye Antropoloji ve Sömürgecilik olarak çevrilen Antropology & The Colonial Encounter derlemesi, sömürgeciliğin himayesi atındaki Afrika çalışmalarının nasıl antropoloji disiplinin kurbanı olduğunu açıkça gösterir. 
 


Şunu unutmayalım, bir modern Batı disiplini olarak antropoloji her zaman için modernitenin değerlerini öteki toplumlara dayatır.

Asad'a göre, antropoloji disiplini tamamen sömürgeci yüzleşmenin ürünü olup sömürgeciliğin sonlarına doğru yaygın bir akademik disiplin haline gelmiştir.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu durum biraz değişse de, Avrupa-merkezciliğin ürettiği Afrika söylemi farklı biçimlerde tezahür etmeye başladı. 

Asad, antropoloji disiplinin, "öteki toplumları nesneleştirerek" kıtanın bilgisini şekillendirmede araçsal bir rol oynadığını belirtir.

Asad, ötekiyle yakınlığı görmezden gelme eğiliminde olan tek taraflı ve indirgemeci yaklaşımlara dikkat çekerek şunları söyler:

Sömürgeci iktidar yapısı, antropolojik çalışmanın amacını erişilebilir ve güvenli hale getirdi - çünkü gözlemleyen Avrupalı ile Avrupalı olmayan öteki arasındaki fiziksel yakınlığın sürdürülmesi pratik bir olasılık haline geldi. Antropoloji, saha çalışmasının dayandığı insani yakınlığı mümkün kıldı, ancak yakınlığın tek taraflı ve geçici olmasını sağladı.


Asad'ın işaret ettiği gibi, antropoloji disiplini Batı ile Üçüncü Dünya arasındaki eşitsiz güç karşılaşmasına dayanır. Bu da Batı epistemolojisi ve evrensellik fikri içinde yapılandırılır.

Aslına bakılırsa, antropologlar, Wendy James'in ifadesiyle, "gönülsüz bir emperyalistler" idi.

Şu örnek bile james'in yargısını tek başına doğrular. Martinikli siyah şair René Maran'ın Fransızca yazdığı ve 1921 yılında yayımladığı Batouala romanı, Fransa'da yayımlandığı sırada antropologların hışmına uğramıştı.
 


Çünkü Afrika gelenek ve göreneklerini bir Afrikalıdan daha iyi bildiklerini düşünen antropologlar Maran'ın kendi deneyimlerinden devşirdiği romanında anlatılanların otantik Afrika'yı yansıtmadığını, yalanlar olduğunu iddia etmişlerdi. 

Aynı bakış açısı bugün postkolonyal edebiyata yaklaşımda da karşımıza çıkar.

Chinua Achebe'yi, Amos Tutuola'yı, Camara Laye'yi ve daha nicelerini antropolojinin nesnesi kılan Avrupa-merkezci yaklaşımı unutmayalım.

Çünkü Afrika'nın epistemolojik bir dayanağı olamaz zira. Primitif kültürlerin moderniteye eklemlenmesi elbette düşünülemez.

Modern olmayan toplumların özne olması, yazınsal güce sahip olması modernite söyleminin izin vermeyeceği bir gerçekti. 

Güney Afrikalı antropolog Archie Mafeje, antropolojik evrenselliği, "Avrupa" uygarlık misyonu düşüncesinin gelişmesi için verimli bir zemin yaratan Aydınlanma mantığına atfeder. 

V.Y. Mudimbe'nin "sömürge kütüphanesi" kavramı bu bağlamda çok şey ifade eder.

Sömürge kütüphanesinin, "içeriği ve önemi açısından kavramsal bir kuralı, tarihsel bir paradigmayı ve siyasi bir projeyi genelleştirdiğini" söyler Mudimbe. 

Bugün Afrika Çalışmalarını yeniden Afrika-merkezli bir disiplin haline getirmenin imkânı var mıdır? 

Afrika Çalışmaları disiplininin bugüne kadar inşa ettiği paradigmatik düşünce sisteminin dışında bu ne kadar mümkün olabilir? 

Bugün Afrika çalışmalarının müfredatına baktığımızda kıtanın kültürel bir değer olarak üretildiğini göremiyoruz.

Bölge çalışmaları ya da uluslararası ilişkilerin kıtayı uzaktan gören pragmatik bakışlarında "Afrika" ne kadar vardır. 

Jeffrey D. Howison'ın, Ankara Üniversitesi bünyesinde yayımlanan Türkiye'nin ilk uluslararası Afrika çalışmaları dergisinde çıkan "Walter Rodney, African Studies, and the Study of Africa" adlı yazısı pek çok açıdan önemli tespitler içerir. 

Howison, Walter Rodney'in Afrika düşüncesindeki önemine değindiği yazısında Avrupa ve Amerika'daki Afrika çalışmalarının 1945 sonrasındaki dönüşümüne değinir. Afrika Çalışmalarının kurumsallaşmasıyla birlikte C.L.R. James and W.E.B. DuBois gibi Afrikanist düşünürler bu programların dışında tutulur.

Howison, Afrika çalışmaları bölümlerinin başındakilerin de beyaz olduğunu belirtir. Beyazların siyahlara bakışını gösteren bu yaklaşım, Batı'daki Afrika çalışmalarının beyaz güdümlü olduğunu gösterir.

Bugün neredeyse tüm Afrika çalışmaları birimlerinde üst yöneticiler beyazdır, ve müfredatta da Afrika söylemine karşı kıtayı yeniden üreten aydınlara, entelektüellere yer verilmez. 

Rodney, Afrika'nın gerilemesinin Avrupa'nın ilerlemesiyle gerçekleştiğini savunur. Bunda üç yüzyıllık köleliğin azımsanmayacak rolü vardır.

Howison, Rodney'den Batı Afrika'nın İslamlaşmasıyla ilgili çarpıcı bir not da ekler.

Köle tacirlerin Müslüman olması hasebiyle Müslümanları köle olarak satmadığını söyleyen Rodney, halkın kölelikten kaçışında İslam'ın Batı Afrika'da böylesi bir çetrefilli bir rolünün olduğunu söyler.

Çünkü köle savaşlarının cihat olarak nitelendirildiğini savunur Rodney. 

Afrika'yı mevcut disiplinlerden kurtarmaya çalışan Afrikalı entelektüellerin çabaları, meydan okumaları devam etmektedir. 

Afrika ülkelerinin bağımsızlık sonrasında gelişen sömürgecilikten çıkış süreci hâlâ tamamlanmamıştır. 

Bugün Afrika hakkında yazılan yazılar, kitaplar tanımlayıcı oldukları kadar kıtanın içinden gelen seslere sağırdır. 

Afrika çalışmaları ve Afrika tarihi profesörü Toyin Falola, Afrika'nın günümüzde hâlâ yoksunluk söyleminden kurtulamadığını, bugün Afrika üzerine çalışanların çoğunun, kıtayı kalkınma, insan hakları, ekonomik gelişme konularında "yoksunluk" üzerinden değerlendirdiğinden yakınır. 

Afrika çalışmaları eğer Afrika merkezli bir disiplin olarak var olacaksa, bu ancak V. Y. Mudimbe, Achille Mbembe, Wole Soyinka, Frantz Fanon, Walter Rodney, C. L. R. James, W.E.B DuBois, Archie Mafeje, Abiola İrele, Simon Gikandi, Ngũgĩ wa Thiong'o, Mahmood Mamdani, Harry Garuba ve Ato Quayson gibi kıtanın entelektüellerin eserleriyle mümkün olabilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU