Pek de hevesli olmayan bir İngiliz arkadaşını Niagara Şelalelerini görmeye götüren heyecanlı bir Amerikalı’yı konu alan bir hikâye vardır.
“Muhteşem değil mi?” diye haykırır Amerikalı. “Şu devasa uçurumdan dökülen muazzam su kütlesine bak!”
“Peki ama onu ne durduracak?” diye sorar İngiliz.
Babam Claud Cockburn, bu fıkrayı 24 Ekim 1929’da Wall Street Çöküşü’nün ilk gününde New York’ta muhabirlik yapmanın nasıl bir şey olduğunu tasvir etmek için anlatırdı. Bunu gerçekleşmekte olan büyük ve önlenemez bir felaketi izlemek gibiydi, diye tanımlardı.
Babamın o gün New York’ta hissettikleri için ifade ettiklerini, Theresa May başbakanlığı bırakacağını açıkladığında hatırladım, Brexit sürecindeki İngiltere siyasetinde yaşanan patlamada yeni – ama bir o kadar da önemli – bir kilometre taşı. Ayakları yere basan herkes önlenemez bir felaketin yaklaştığını hissetmiş olsa da nasıl atlatılacağına dair kimsenin bir fikri yoktu; en azından, ceplerinde AB’ye meydan okumak ve ulusun birliğini sağlamak için sahte reçetelere sarılan, May’in olası haleflerinin...
Tüm suçu politikacılara yüklemek hata olur. Son 6 ayımı Britanya’yı dolaşarak, Dover’dan Belfast’a, parlamentonun yalnızca Britanya toplumunun gerçek kırılma noktalarını yansıttığı aşikar olan yerleri ziyaret ettim. Brexit bu ayrılıkları kızıştırmış, genişletmiş olabilir ancak ortaya çıkmalarına sebep olduğunu söyleyemeyiz, üstelik görüşleri arasında radikal farklılıklar bulunan on milyonlarca kişi, bir avuç istidatsız, habis elite indirgenemez.
Yine de May, Brexit kriziyle başa çıkmak için özellikle yanlış bir politik karakterdi; kendisi aptal olmamakla birlikte, yaklaşımındaki dar görüşlü ve safiyane determinizm aptallığa göz kırpıyordu. İstifasını açıkladığı veda konuşmasında konsensus oluşturmaya dizdiği övgüler, kapıya dayanan yenilgiyle yüzleşene kadar üç yıl boyunca uzlaşmayı reddetmesinin ardından biraz gülünç duruyordu.
Sadece karşılarındaki tüm engellerden daha güçlü olanların işine gelenleri bir yana bırakıp ileri saracak olursak, Westminster ve Brüksel’de durum kesinlikle böyle değildi. Yalnızca elinde bütün kozları bulunduranlar, masadaki diğer oyuncuları görmezden gelebilir. Bu, Britanyalı seçmenlerin ikiye bölündüğünü gösteren referandumdan sonra May’in Downing Sokağı’na taşındığı günden beri apaçık ortada olmalıydı, ki 2017’de parlamentodaki çoğunluğu kaybettiğinde daha da görünür hale geldi. Ancak, bugün uzlaşmanın tüm erdemlerine yaptığı onca övgü için, çoğunluğu Brexit’e hayır diyerek AB’de kalmak üzere oy veren Kuzey İrlanda’daki sekter Protestan DUP (Demokratik Birlik Partisi) milletvekillerine güvendi.
May’in AB ile pazarlıklarındaki yanlış hesaplamaları da aynı derecede mide bulandırıcıydı. Britanya’nın Avrupa’yla ilişkisinden istediklerini rahatça sepetine atabileceği inancı, diğer 27 AB ülkesi arasında bölünmeler ortaya çıkmadıkça tam olarak olmayacak duaya amin demekti. Her topluluk, kendisini terk eden mensuplarının ayrıldıktan sonra süründüğünü, pişman olduğunu görmek ister.
Boris Johnson ve Dominic Raab sanki tek eksik Brexit’e bir çeşit dini inanç gibi bağlanmamak ya da yeterli iradeye sahip olmamakmış gibi yapsa da güç dengesi Britanya’ya aleyhineydi ve bu değişecek gibi de durmuyor. Bu tehlikeli yanılgılar, tıpkı 1918’den sonraki Alman sağ kanat siyasetçiler gibi, Nigel Farage’a “ihanet” ve “sırtından vurulma” fikrini satma imkanını veriyor.
Öz-yeterlik mitlerine çokça bulanmış, II. Dünya Savaşı’ndaki İngiliz kahramanlığına dair hamasi film ve kitaplarla pohpohlanmış olan Britanya’da, ihanet suçlamaları kolay kabul görebilir. Britanya’nın Irak ve Afganistan’daki tarihsel olarak daha yeni başarısızlıklar ne ulusal haber gündeminde kendine yer bulabildi, ne de kadim tarihin alakasız detayları olarak görüldü. Chilcot’un Iran Savaşı’nda Britanya üzerine yazdığı raporsa yayımlanması 2016’daki referandum sürecine denk geldiğinden yeterince ilgi görmedi.
Britanya’yı küresel arenaya yükselttiklerini iddia eden Brexitçiler, dış dünyaya bakış açılarında fazlasıyla dar kafalı duruyor. Brexit-sonrası bir dünyada Britanya’nın tek gerçekçi pozisyonu, her zamanki gibi ancak Trump Amerikası’nın biraz daha mütevazı bir yancısından ibaret olacaktır. Bu bağlamda, Trump’ın resmi ziyaretinin May’in istifası ve Trump’ın en sevdiği Britanyalı politikacılar Johnson ve Farage’ın başarılı çıkışlarına denk gelmesi anlamlıdır.
Peki, Brexitçiler’in mevcut başarısı ne kadar belirleyici olacak? Muhalifleri, gayretli bir şekilde daha çok refah için tutamayacakları sözler verdikleri için ayrılığa mecbur olduklarını söylüyor. Ancak, dünyanın vaatlerini yerine getirmeyi başaramasa bile, Hindistan’daki gibi yabancı tehditleri kışkırtarak ya da Türkiye’deki gibi eleştirenleri hapse atarak, iktidarı ellerinde tutmak için başka bir takım kokuşmuş hamleler bulan politikacılarla dolu olduğunu düşündüğümüzde, böylesi rahatlatıcı bir senaryoya inanmak saflığın doruklarında gezmek olacaktır.
Britanya, 17. Yüzyıldan beri görülmemiş bir daimi kriz dönemine girmekte. Brexit, bölünmelerin sebebi olduğu kadar, göstergesidir de. Zenginle fakir, ev sahibiyle kiracı, eğitimliyle eğitimsiz, yaşlıyla genç arasındaki mesafe günden güne büyüdü. Brexit, Brüksel’in köpürttükleriyle hiç alakası olmayana şikayetlerin yönlendirilebileceği bir kanal oldu. Sanayisizleşmenin, özelleştirme ve küreselleşmenin tüm günahları AB’ye yüklendi; bunları yaratan değilse bile AB, bunların yıktıklarını telafi etmek için elinden geleni yapmamıştı.
Ayrılık destekçileri son üç yılda hiçbir şey öğrenmiş gibi görünmüyor ancak buna mecbur da değiller, nitekim Brexit’in ödüllerinin aydınlık bir gelecekte beklediğini söyleyebiliyorlar. AB’de kalmak isteyenler ise, AB üyeliğinin bereketli kazanımları olduğunu ve bunlara zaten sahip olduğumuzu iddia ederek daha da beter halde olduklarını gösterdiler. “Abidesini görmek istiyorsan etrafına bir bak” diyor gibi gözüküyorlar. Bu, tehlikeli bir tartışma: Welch Vadisi’ndeki eski madencilerden, Birmingham’daki oto sanayii işçilerine, ya da Dover limanlarında çalışmış işçilere, birileri Britanya’nın AB üyesiyken ne yaşadıklarını neden teyit etmek zorunda olsun ki? GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) hayatlarında kendilerine dokunmamışken, GSYİH’nin yükselmesi ya da düşmesi neden umurlarında olsun?
May, son sulu göz performansıyla sempati topladı ama hak edilmemiş bir destek. Son gününe kadar daima, sözleri ve fiiliyatı arasında korkunç bir uçurum oldu. En belirgin çelişkisi, “hayat, uzlaşmaya dayanır” ifadesine inandığını deklare etmesiydi. “Ruh sağlığı için yeterli bütçe” vaadi May’in uzun vadeli Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) planının merkezinde olduğu halde, hastanelerin ruh sağlığı birimlerinin birer birer kapatılıp, psikotik hastalar ülkenin öbür ucuna gönderildiği de ortaya çıktı.
1929’daki Wall Street Çöküşü, Amerika’nın çoğu şeyin nasıl da kırılgan ve çürümüş olduğunu ortaya koydu. Brexit de Britanya’da aynı sonucu doğurabilir. 90 yıl önce New York’da babam, durumun ne denli kötü olduğunu ancak patronu kısık bir sesle ona “Bu haberi yazarken ‘panik’ sözcüğü kullanılmayacak bunu unutma” dediğinde fark etmişti.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren Sena Çenkoğlu
© The Independent