Türkiye'de özellikle iktidarın işine gelmeyen hemen her şeyin arkasında bir "büyük oyun" olduğu söyleniyor. Son örneğini Milli Piyango paraları konusunda yaşadık.
Toplumun çok farklı kesimlerinden tanınmış-tanınmamış binlerce kişi, sosyal medya hesaplarından, Varlık Fonu'na devredilen Milli Piyango parasının SMA hastası çocukların tedavi ve ilaç masrafları için kullanılmasını talep etti.
Hızla yayılan bu talebe neredeyse bütün muhalefet de uydu; siyasi partiler, parti liderleri sosyal medya hesaplarından aynı talebi dile getirdi: Çocuklara ilaç ve tedavi...
Bu toplu "sosyal medya nümayişi"nin ardından iktidara mensup pek çok isim hiyerarşik biçimde yanıt vermeye başladı: Onlara göre, ortada "tek merkezden kontrol edilen çirkin bir kara propaganda" vardı...
Peki öyle mi?
Kumarda kazananlar
Milli Piyango ve bağlı talih oyunları hakkında uzun süredir var olan, özellikle kurum özelleştirildikten sonra yoğunlaşan "şaibe" iddialarını şimdilik bir kenara bırakalım...
Milli Piyango'nun şans oyunlarında toplanan paranın yüzde kaçının "talihli"lere ikramiye olarak dağıtıldığına dair şeffaf bir bilgi bulunmuyor.
Ne var ki, geçmiş dönemlerden yapılacak bir karşılaştırmayla, tüm oynanan bilet tutarı toplamının en fazla yüzde 35'inin vatandaşa ikramiye olarak dağıtıldığı sonucuna ulaşıyoruz.
Toplanan paranın büyük çoğunluğu ise devlete vergi, işletme kârı ve bayi payı olmak üzere büyükten küçüğe sıralanıyor.
Yani, devlet zaten toplanan paranın büyüğüne el koyuyor.
Mesela dünyanın en büyük kumar merkezi Las Vegas'ta oran tam tersinedir. Makineler, oynanan tüm miktarın yüzde 65'ini oynayanlara geri verecek şekilde ayarlanır ve bu sıkı biçimde denetlenir.
Geri kalan yüzde 35in içinde vergiler ile "casino" olarak bilinen dev kumarhanelerin masraf ve kârı vardır.
Türkiye'de ise, toplam oynanan kumarın yarısından çoğuna zaten vergi olarak el koyan devlet, bir de "torba yasa" sürprizi yapıp çıkan ikramiyenin yüzde 20'sine Veraset ve İntikal Vergisi olarak el koyuyor ve artık aleni olarak görüyoruz ki satılmayan biletlere isabet eden ikramiyeleri de Varlık Fonu'na devrediyor.
Yani... Genel kaidedir, tüm kumarhanelerde "kasa kazanır" ama tüm dünyadaki en insafsız "kumarhane kasası"nı da yanılmıyorsam bizim hükümetimiz icat etmiş olsa gerektir!
Peki, bu paralar nereye gidiyor?
Alternatifleri sıralayabiliriz: Borç faizlerine; yol, köprü, havalimanı, şehir hastanesi yolcu ve hasta garantilerine; dünyanın en kalabalık makam aracı giderlerine; temsil harcamaları ve harcırahlara; saray ziyafetlerine, saray masraflarına ve tabii yeni saray inşaatlarına; ikinci, üçüncü, dördüncü yönetim kurulu üyeliği maaşlarına; internet sitesi iki senedir yapım aşamasında olan "Uzay Ajansı" gibi "ultra-galaktik" kuruluşlara; yağmur duası organizasyonlarına; çeşitli "cemaat"lerin vakıflarına...
Ya da -umuyoruz- bir türlü getirilemeyen, yer yer, "Getirildi ama 14 günlük test süresi var" denen, bizim göremediğimiz Kovid-19 aşılarına...
Liste uzatılabilir...
Bir kez daha: Para nerede?
Bakın, bu milletin sırtındaki vergi yükü AKP iktidarı altında her geçen yıl daha da ağırlaştı. Deprem vergileri, özel tüketim vergileri, İşsizlik Fonu kesintileri... Birbiri üstüne bindi de bindi...
Üstüne üstlük kamuya ait bütün kuruluşlar, varlıklar satıldı. Yetmedi, madenler, dereler, dağlar, ormanlar, ovalar satıldı. İdari ve adli para cezaları her sene ikiye katlandı...
Lakin, gelen para gitti. Üstüne dış borç kat kat arttı...
Peki bu yüz milyarlarca dolar nasıl buharlaştı?
Yolsa, yolları 25 sene garantili ödüyoruz. Köprüyse, keza öyle. Havaalanı, hastane, hep bildiğiniz gibi... Elektrik, doğalgaz, su katlanarak pahalandı...
O halde, tekrar soralım: Yüz milyarlarca dolar nerede?
"Buharlaşan" yüz milyarlarca dolar para var ama bu ülkede geçen yıldan bu yana eğitim falan yok. Milyonlarca çocuğun internete, haliyle eğitime erişimi yok.
İnsanlar, hasta yakınları için çare dileniyor.
Her geçen gün daha da yoksullaşan ve çöken ekonominin altında kalan yüz binler çöplerden artık yiyecekleri, pazarlardan çürük sebze-meyveleri toplamaya çalışıyor.
Haluk Levent, Cem Yılmaz gibi figürler gözümüzün önünde birer sosyal güvenlik müessesesine dönüştü. Devletten ya da Boğaz'da binlerce dolarlık konakta ikamet eden Kızılay'dan umudunu kesenler onlara umut bağlıyor.
Görmüyor musunuz? Sosyal medyada bile boş buzdolaplarının, perişan evlerinin, hasta çocuklarının resimlerini paylaşıp çaresizce her önlerine gelene mesaj yollayan ve yardım isteyen binlerce insan var.
İşleri yok, aşları yok, ilaçları yok, geleceğe dair umut kırıntıları yok...
Devletin bütün gelirlerinin kaynağı olan ama her geçen gün daha büyük bir yoksulluk ve yoksunlukla yüzleşen halk, kendi parasının kendisine dönmesini istiyor.
Çocukları için düzgün bir eğitim, aileleri için sağlık ve insanca yaşayacak bir ücret istiyorlar.
Oysa yumurtaya bir yıl içinde yüzde 90'ın üzerinde zam yapılan bir ülkede, TÜİK denen kuruluş çıkıp yüzde 14,6 senelik enflasyon açıklıyor ve hemen ardından memur-emekli maaşlarında yüzde 7,36 artışa gidileceği ilan ediliyor!..
Başa dönelim...
Ortada komplo teorilerinin işaret ettiği büyük oyunlar falan yok. Halkı her geçen gün daha da sefalete sürükleyen ve kabak gibi ortada olan küçük ayak oyunları var.
Bir de sesimizi çıkardığımız zaman tepemizde sallanan "devlet sopası"...
Bu gidişatın sonu hayırlı değil...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish