Geçtiğimiz günlerde Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunun en önemli temsilcilerinden biri olan Şeyh Abdurrahman Taği'nin torunu Şeyh Nureddin Mutlu da bu dünyadaki yükünü bırakarak ebedi aleme irtihal etti.
Bu vesileyle Norşin merkezli entelektüel irfan geleneğini analiz etmekte fayda var.
Norşin, tasavvuf kültürünün süslediği İslam coğrafyasının en müstesna mekanlarından biri olmakla beraber, bir ekol olarak maziyi istikbale bağlayan önemli bir köprüdür de.
Hem ilim, kitabet, medrese geleneğimiz açısından hem de irfan ve hikmet mirasımız açısından Norşin önemli bir merkez olarak günümüze kadar aktif bir şekilde devam etmiştir.
Öte yandan bu özellikleri sayesinde Norşin artık Bitlis'in küçük bir kasabası olan Güroymak değil; bir yerleşim yerini, bir mekanı ve coğrafyayı aşan başka bir boyuttur.
19'ncu yüzyılın ilk çeyreğinde tüm dünyada ve haliyle Osmanlı hinterlandında meydana gelen değişimlerle birlikte bölgemiz de Mevlana Halid Şehrezorî'nin (ö. 1827) başlattığı yeni bir tasavvufi akım üzerinden sosyal, kültürel ve entelektüel değişimlere sahne olmuştur.
Nitekim önceleri çoğu Kadiri olan bölgenin önemli aileleri ve ilim abideleri bir bir Nakşibendi tarikatına geçmiştir (bunun siyasi boyutlarının da olduğu muhakkaktır ama bu yazının konusu bu değil, ilmi ve kültürel değişimi anlatmaktır.)
Bu ailelerden biri de Şemdinli civarında bir köyde mukim olan Seyid Taha Nehri'nin (ö. 1853) ailesidir.
Seyid Taha'nın bu dönüşümü kısa bir zaman diliminde adeta bir dizi halinde tüm bölgenin bu yeni ve dinamik sürece katılımını sağlamıştır.
Bölgemizde Seyid Taha'nın başlattığı bu yeni dalgaya katılan Küfrevi (Ş. Muhammed Küfrevi) ve Barzani (S. Abdusselam Barzani) gibi önemli ailelerin yanısıra Arvasiler de ön plana çıkmıştır.
Molla Abdurrahman Melekendi, Şeyh Halid Cezeri ve Şeyh Salih Sıpki gibi önemli isimlerin yanında yetişen ve Gavs-ı Hizani olarak bilinen Seyid Sıbgatullah Arvasi (ö. 1870)'nin yetiştirdiği talebeler yukarıda ifade ettiğim değişim hareketinin önemli mihenk taşları olmuşlardır.
Ve işte Norşin'in bir ilim ve entelektüel merkezi haline gelmeye başlaması da bundan sonra olmuştur.
Rivayettir (filhakika doğrudur) anlatılır: Gavs-ı Hizani yetiştirdiği talebelerinin arasından üçüne ayrı bir ehemmiyet vermiştir.
Bunlar Şeyh Halid Oreki (1877), Şeyh Abdurrahman Botî ve Şeyh Abdurrahman Taği'dir (ö. 1886).
Üstad bir gün bu talebelerini huzura davet etmiş ve onlara bu dünyadan ne murat ettiklerini sormuş.
Oreki "Ben şehit olmak istiyorum", Boti "Ben cezbe halini istiyorum" ve Taği "Ben de ilim istiyorum" deyince Gavs "Muradınız gerçekleşecektir" deyip onlara dua etmiştir.
Şeyh Halid Oreki, Osmanlı-Rus savaşında cihada gitmiş ve şehit düşmüştür. Şeyh Abdurrahman Boti hayatının geri kalan kısmında meczub lakabını almış ve anlatıldığına göre sürekli cezbe halinde kalmıştır.
Şeyh Abdurrahman Taği ise, bütün bir coğrafyamızı derinden etkileyen ve etkileri hala devam eden bir medrese ve ilim insanı olarak tarihe adını yazdırmıştır.
Taği'nin bu yöndeki çalışmalarını anlatmadan önce, bu anekdotun bir "hikaye" olmaktan daha çok Norşin irfan mektebinin hikayesini anlattığını söylemeliyim.
Esasında yeni gelişen ilmi ve kültürel değişimin önemli parametrelerini de ortaya koyan önemli bir "olay"dır bu hikaye.
Bir olgu değil, bir olaydır. Çünkü halen yaşamakta ve yaşamayan şeye yaşam vermektedir bu hikaye.
Bu hikayede şehadet, cezbe ve ilim var. Başka deyişle sadakat/inanç, aşk ve kitap var. Yahut cami, dergah ve medrese de diyebiliriz buna.
Hatta gelin buna kalp, gönül ve akıl diyelim. Bu üç kavramsallaştırma Norşin irfan mektebinin kimliğidir aynı zamanda.
Hatta İslam da bu üç parametre üzerine inşa edilmiştir: Şeriat, tarikat ve hakikat. Şeriat akıldır, tarikat gönüldür ve hakikat kalptir.
Akıl Musa'nın aklıdır. Gördüğünü bilmek bildiğini görmek ister. Kalp İbrahim'in kalbidir. Teslimiyet ve rıza ister. Onun inancının temeli budur. Gönül İsa'nın gönlüdür. Aşk ister.
Ölülere nefestir o. Diriliş ve muştudur. Bu üç parametrenin bir araya geldiği cem' makamının adı da Muhammed'dir (s.a.v).
Muhammed beşeriyettir. Kemaldir. Buraya kadar anlattığım tüm hususları mündemiç ve havidir.
İşte Norşin'in entelektüel tarihi bu temeller üzerine kurulmuştur. Taği şeriattır, Boti tarikattır ve Oreki ise hakikattir. Bu üçü insaniyettir, özdür.
Başka bir ifadeyle Musa'nın aklı, İsa'nın gönlü ve İbrahim'in imanı Norşin'de yeniden tecelli etmiş ve insan-ı kamile dönüşmüştür.
Norşin, Taği ile bütünleştiğinden en çok onun medrese ve ilim geleneği üzerinde durmamız gerekir.
İlim ile temayüz ettiği için Taği, üstad-ı a'zam ve seyda olarak bilinir. Bu, aynı zamanda dergah ve tekkeye ilim müktesebatının kavramsal kişiliği olarak seyda'nın dahil olduğu anlamına da gelir.
Artık şeriatsız tasavvuf, dergahsız medrese, gönülsüz akıl olmayacağı demektir.
Taği'nin yetiştirdiği talebelerin her biri bir ekol olmuş, ilim mirasını kurumsallaştırarak devam ettirmişlerdir.
Talebe ve halifeleri olan Şeyh Fethullah Verkanisi (ö. 1899) Ohin medresesini, Erzurum Karaçoban'dan Şeyh İbrahim (ö. 1881) ve kardeşi Şeyh Halil Çokreşi (ö. 1897) Çokreş medresesini, Erzurum Tekmen'den Şeyh Ahmed Taşkeseni (ö. 1909) Taşkesen medresesini, Şeyh Sami Erzincani (ö. 1912) Kırtıloğlu medresesini, Şeyh Abdulkahhar Zokaydi (ö. 1906) Zokayd medresesini ve Şeyh Abdulkadir Hezani (ö. 1908) Hezan medresesini açarak Taği'nin Norşin'de yaktığı meşaleyi bütün bölgelere yaymışlardır.
Bu medrese ve aynı zamanda dergahlarda ilim, cezbe ve şehadetin canlı örneklerini sergilemişlerdir.
Yeri gelmişken bu ekollerde klasik Arap, Fars ve özellikle Kürt edebiyatlarının çok önemli örneklerinin kaleme alındığını da ifade etmek gerekir.
Birçok divan, mesnevi ve mensur eserlerin yazıldığı bu ekollerin estetik zevk bakımından da İslam ilim mirasını zenginleştirdiğini belirtmek gerekir.
Taği'den sonra halifesi Şeyh Fethullah Verkanisi hem ilmen hem de manen Taği'nin oğlu Şeyh Ziyauddin Norşini'nin (ö. 1924) hocalığını yapmıştır.
Hazret lakabıyla bilinen Şeyh Ziyauddin Rus ve Ermenilere karşı savaşmış, Sultan Reşad'dan iki berat almış ve Kurtuluş Savaşı esnasında Atatürk'le mektuplaşmış çok yönlü bir şahsiyettir.
Hazret'in ilmi ve sosyal karizması bugün de ailenin "Mala Hazret/Hazret ailesi" olarak bilinmesinin sebebidir.
Hazret'ten sonra Şeyh Ahmed Haznevi (ö. 1950) ve ondan bugünlerde hayatını kaybeden Şeyh Nureddin'in babası Şeyh Masum'a (1971) geçen bu ilmi miras bugün de Norşin'deki medreselerde devam etmektedir.
Norşin ile birlikte Tillo, Menzil, Ohin ve Zokayd gibi medrese ve ekollerde devam eden Taği'nin ilmi mirası insanları aydınlatmaya devam etmektedir.
Taği'nin açtığı bu yeni dinamik süreçte İslam ilim mirasının en önemli eserleri mütalaa edilmiş ve aynı zamanda bir çok ilmi ve edebi eserler telif edilmiştir.
Bu pınardan beslenen nice alim ve şair şahsiyet İslam dünyasının entelektüel damarını beslemiştir.
Taği ve Norşin ekolünden beslenen Bediüzzaman Said Nursi, Sadreddin Yüksel, Halil Gönenç, Zahir Tendüreki, Saydayê Lîcî, Seyid Abdulkadir Hezani, Melayê Hasî, Fethullah Hazroyi bu şahsiyetlerden sadece bir kaçıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish