Güneş tepedeydi: Kısa süre önce okyanusta insansız bir toprak parçası için savaşmış iki ülke, iki gladyatör "Aztek Kolezyumu"nda karşı karşıya geliyordu.
Bir yanda üzerinde Britanya İmparatorluğu diğer yanda Falkland'da yenilgiye uğrayan Arjantin vardı.
Ve Arjantin henüz sırtından dünyanın en acımasız askeri diktatörlüklerinden birini atmıştı. Şimdi en çok o zafere açtı.
Muhteşem Aztek Stadı'nın atmosferinde herkesin nefesini tuttuğu bir anda Victor Hugo Morales'in, kelimeler ağzından değil adeta yüreğinden kopup bize geliyordu.
Tarihler 22 Haziran 1986'yı gösterirken Arjantin, İngiltere'yi çeyrek finalde yenilgiye uğratıyordu. Maradona topu orta sahanın gerisinden alıp kaleci dahil, sekiz İngiliz'i çalımlayıp ikinci golü attığında Morales mikrofonu patlatırcasına bağırıyor, ağlıyor ve Tanrı'ya şükrediyordu.
Arjantinli spiker bir an için kendini toparladı ve ağzından şu sözler döküldü:
Barrilete cósmico… Hangi gezegenden geldin bu kadar İngiliz'i (çalımlayıp) yolda bırakmak için.
İspanyollar dahil tüm batılı gazeteciler Morales'in kullandığı deyime anlam vermekte zorlandı.
"Barrilete"yi İspanyolcadaki "barril" yani "fıçı" ile karıştırdılar. Öyle ya Maradona kısa ve tıknaz fiziğiyle tuhaf bir fıçıyı andırıyordu.
Fakat yanılıyorlardı.
"Barrilete", Arjantin dilinde "uçurtma" anlamına geliyordu.
As dergisi direktörü Alfredo Relaño, "Dünya Kupasından 365 Hikaye" (365 historias del Fútbol Mundial) adlı kitabında Maradona'ya neden böyle söylendiğini anlatıyor:
Bu ufak tefek kara çocuk, adeta bir uçurtma gibi hiçbir kritere bağlı olmaksızın hareket ediyordu. Geriye giderken tuhaf bir şekilde ilerliyor, sağa dönerken sol yapıyordu. Ona yukarıdan bakanlar yeşil bir gökyüzünde siyah bir uçurtmayı izliyor hissine kapılıyorlardı. Rüzgar nasıl durdurulamazsa onu da durdurmanın yolu yoktu.
Bir çocuğa takılabilecek en güzel isimdi "uçurtma": Özgür ve ne zaman ne yapacağı tahmin edilemeyen.
Fiziksel özellikleri, hareket tarzı ile insanların kafasını karıştıran bir çocuktu Maradona. Herkes onu farklı bir gözle seyredebildiği için "uçurtma" ona takılan tek isim değildi.
"El Pelusa", "El 10", "D10S", "Diegol", "Pibe de Oro", "Mano de Dios"…
İlk antrenörü Francisco Gervacio Cornejo, Maradona'ya "El Enano" yani "cüce" derdi.
"Argentinos Juniors" kulübünün çocuk takımı "Los Cebollitas"ın kurucu antrenörü Cornejo, Maradona'yı keşfeden ilk teknik adamdı.
Arjantinli gazeteci Daniel Cecchini, Cornejo ile görüşmelerinden derlediği ve İtalyanca basılan "Ho Scoperto Maradona" (Maradona'yı Ben Buldum) adlı kitabında teknik adamla Maradona'nın yağmurlu bir günde tanışmalarını anlatır.
Bu cücenin yaptığı şey olamaz. Rüya görüyorum.
Kimsenin duymasını istemediği bu sözcükler, antrenörün dişlerinin arasından düşünmeksizin dökülüyordu. Antrenör daha önce hiç görmediği ve hayal bile etmediği bir şeyi izliyordu.
Kısa, sıska, kara… Fiorito gecekondusundaki diğer tüm çocuklar gibi eskimiş mavi bir krampondaki kara delik kadar esmer bir çocuk.
İmkansızın mavisi ve umudun yeşili kadar insanda heyecan uyandıran bir çocuktu Maradona.
Ona bakmak; topu hiç yere düşürmeyen, habire kafasının üzerinden atıp öteki tarafta yeniden yakalayan bir sirk cücesini izlemek kadar eğlenceliydi.
Takıma girmek için on yaşına gelmesi gerekiyordu. Dokuz olduğunu söylüyordu; ama yalandı. Fakat sekiz yaşında hiç kimse topla böyle hareketler yapamazdı.
Koca adamların yapamadığı çalımlar, şaşırtıcı vuruşlar... Sadece yetenek değil, kafasıydı farklı olan.
"Bazı çocuklar on numara çalım atar, ama kafası dörttür" diyor Cornejo.
Bazıları da tam tersi. Ama Diego, her iki yönden de on numaraydı. Fakat tek farklılığı bundan ibaret değildi.
Bak Pelé de hem akıl hem ayak yönüyle on numara oyuncuydu; ama bir Diego olamadı. Neden biliyor musun? Çünkü Diego bu yeteneklerinin üzerine bir de takımı sırtında taşıyor ve sahada yönetiyordu. Daima ileri gidiyordu ve asla hiçbir şeyden korkmuyordu.
Maradona'yı Maradona yapan şey de işte bu korkusuzluğuydu. Hiçbir güç karşısında geri adım atmıyordu. Onun hayatı bir meydan okumaydı.
Diego, Buenos Aires başkent sınırlarının hemen dışında "Villa Fiorito"da doğmuştu. Bu mahalle "Riachuelo" denilen ve endüstriyel atıklarla kirlenmiş kara bir nehrin kıyısındadır.
Buenos Aires kenti Fiorito'nun karşı kıyısından başlar. Bugün bile yoksul gecekondu kimliğinden bir şey kaybetmemiştir.
Villa Fiorito'nun kanunu güneşte toz ve yağmurda çamurdur. Orada mücadele etmeyi öğrendi Maradona.
"El Pelusa" ona bebekken takılan lakap buydu.
Arjantin'de insanların kimliklerinde yazan ismin bir önemi yoktur. Size yalnızca arkadaşlarınız ya da ailenizin taktığı lakapla seslenirler.
Bazen zayıfa şişman, beyaza esmer, gence de yaşlı derler. Fakat Maradona'ya takılan isim tam da onu resmediyordu.
30 Ekim 1960'da Lanus'taki "Evita Kliniği"nde her yeri tüylü bir bebek olarak dünyaya geldiğinden ona "Pelusa" lakabını takmışlardı.
Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Maradona'nın kişiliğini ve düşüncelerini şekillendiren doğduğu yerdi.
Uzun cunta döneminde, sürgündeki Peron'u destekleyen bir mahallede ve Evita hastanesinde dünyaya gözlerini açmıştı.
Yani o doğuştan halkçıydı.
Çinkodan bir çatı ve birkaç tuğla üzerinde ayakta duran bir evde büyüdü. Yağmur yağdığında damlalar içeriye düşerdi.
Suyun ve gazın olmadığı bu gecekondunun mutfak dışında sadece iki odası vardı. Odanın birinde anne-babası, diğerinde sekiz kardeş yatardı.
"İki metre kareydi daha fazla değil" diye tarif ediyor "Ben halkın Diego'suyum" (Yo soy El Diego de la gente) isimli otobiyografisinde;
Doğduğum ve büyüdüğüm mahalle Fiorito'yu tek kelimeyle tanımlamam gerekirse, mücadele derim. Fiorito'da yemek varsa yerdiniz, yoksa hayır.
Babası on boğazı doyurmak için gece dörtte kalkıp çalışmaya giderdi. Diego'ya aldığı krampon hemen yırtılır, çünkü bütün gün top oynardı.
Babası "Don Diego" o kadar çok çalışırdı ki El Pelusa'ya kızacak kadar bile vakit ayıramazdı.
Maradona spora futbol sahalarından önce 20 litrelik makine yağı tenekelerinde eve su taşıyarak başladı.
Üç yaşındayken kuzeni Beto, ona bir top hediye ettiğinde büyülenmişti. Bütün gece ona sarılıp uyudu.
O top uzun süre dayandı. Ama bir kere bu sihirli küreyle her şeyi yapabileceğini anlamıştı. Artık yuvarlak herhangi bir şey bir portakal, bir yumak bez, kağıt da aynı işi görüyordu.
Evin yakınlarındaki toprak sahaları keşfetmesi uzun sürmedi.
Yedi ayrı sahaya bölünmüş devasa bir "futbol kompleksi"ydi.
Koşmaya başladığımızda o kadar toz kalkıyordu ki sanki sis çökmüş Wembley stadında oynuyor hissine kapılıyorduk.
1969 yılı ortasında henüz dokuz yaşında bile değilken Argentina Juniors'un seçmelerine giderken ilk kez karşı kıyıya geçti.
Annesinden zar zor izin alıp, arkadaşı "Goyo" ile yola çıktı.
"Kozmik uçurtma" isminin mucidi Arjantinli ünlü spiker Victor Hugo Morales'in dediği gibi, sanki başka bir gezegenden bu dünyaya inmişti.
Evin çok uzağında sayılmayacak "Puente Alsina" onun için "Manhatten Köprüsü" kadar yabancıydı.
"Los Cebollitas"ın efsane antrenörü Francisco Carrizo, onun topla oynayışını gördüğü an, bir dahiyle karşılaştığını anlamıştı.
Ama daha alacak çok yolu vardı. Diego'nun on numaraya kavuşması için bir yıl oynaması gerekti.
1973'te Evita Şampiyonası'nda yenilmez "Los Cebollitas" çeyrek finalde elendiğinde, Maradona hüngür hüngür ağlıyordu.
Elle attığı gol sayılmamıştı. Kaleci, bir daha bu hileyi yapmamasını öğütlemişti.
Maradona anılarında İngiltere'ye attığı ve kendisine "Tanrı'nın Eli" namını kazandıran o golden sonra, yıllar önce kendisine öğüt veren kaleci için "ne düşündü acaba" diye soruyor.
Hayat böyledir: Çoğu zaman ezilenler haklarını almak için hileye başvurmak zorunda kalır.
Maradona öyle hızlı parladı ki 16 yaşına geldiğinde artık birinci ligde oynuyordu. İlk on bire girdiğini maçtan bir gün önce öğrendiğinde sevinçten hemen anne babasını aradı.
Onlar da tüm mahalleye haber verdiler. Ertesi gün tarihler 26 Temmuz 1976'yı gösterirken Fiorito'da evlerin hepsinde halk kulaklarını radyoya dayamış maçı bekliyordu.
Aynı gün kulübü, başkent sınırları içinde bir ev tuttu Maradona ve ailesi için. Argerich Sokak 2746 numaradaki mütevazi bir evdi bu.
Maradona liseye gidiyordu. Birinci ligde oynuyordu; ama parası ancak yetiyordu. Babası halen bir fabrikada çalışmak zorundaydı.
Fakat kısa sürede her şey değişti. 1977 başında kırmızı bir Fiat 125 olan ilk arabasını aldı. Ve aynı yıl milli takıma çağrıldı.
Gözleri ışıl ışıl parlayan kara bir çocuğun önünde dünyanın kapıları açılmıştı. O kapıdan girdikten kısa süre sonra tüm dünya onu tanıdı.
Bir daha asla çıkmamacasına hepimizin hayatına giren Maradona, hep bizim mahallenin çocuğu olarak kaldı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish