Baştan belirtmeliyim ki, ciddi bir tarihi olaya destansı bir heyecan katabilsin:
1973 Arap-İsrail Savaşı öncesinde ilkokul mezunu sıradan bir asker olan Mısırlı bir köylünün zekice bulduğu şifreli muhabere (iletişim/haberleşme) sistemi sayesinde Mısır ordusu, Süveyş Kanalı'nı geçerek ilk elde yenilmezlik unvanıyla övünen İsrail ordusunu yenmeyi başardı.
Ayrıntıları vermeden önce, o tarihteki siyasi ortamın genel tasvirini yapmaeyı gerekli görüyorum. Ortadoğu'ya ilgi duyanlar bilir; 6 Ekim 1973'te Mısır Ordusu, Süveyş Kanalı'nı aşarak İsrail birliklerini ilk aşamada mağlup etmişti.
Bu yüzden dönemin iki süper devleti olan ABD ile Sovyetler Birliği adeta ayağa kalkmış, her biri kendi müttefikine havadan ağır silah yetiştirmeye çabalamıştı.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere petrol üreten Arap ülkelerinin yöneticileri, "İsrail 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe, petrol satışı yapmayacaklarını" açıklamışlardı.
Kral Faysal, "Kudüs Filistinlilere verilmedikçe ve ben de ikinci kıblemiz sayılan Mescid-ül Aksa'da namaz kılmadıkça, petrol ambargosuna uygulamayı sürdüreceğim" demiş; ancak mesele çözülmeden önce kraliyet ailesinden bir prens tarafından katledilmişti.
Olayın esrar perdesi, bugüne kadar kaldırılamadı. Suikastın arkasında Amerikan ve İsrail istihbaratı var mıydı?
Bu da gün yüzüne çıkmadı. Aynı tarihte, hava sahasından silah taşıyan Sovyet askeri nakliye uçaklarının geçişini yasaklayan dönemin başbakanı Süleyman Demirel, bu kez, Arap ülkeleriyle yakınlaşmak amacıyla hava sahasını onlara açmıştı.
Petrol ambargosunun olumsuz yansımaları hala sürerken, 1980 Eurovision yarışmasına katılan ses sanatçısı Ajda Pekkan, "Aman petrol, canım petrol!" şarkısıyla, kendince Avrupalıların hassas noktasına dokunup oy toplamaya çalışmış; ancak şarkı, dereceye bile girememişti.
Bu yıl, Ekim Savaşı'nın 47'nci yıldönümü. Her sene benzer anma törenleri düzenleyen Mısır ile İsrail yöneticileri, bu kez alışılmışın dışına çıkan bir üslup kullanarak kendilerini aşırı biçime övdüler; karşı tarafı küçümsediler.
Adeta aralarında bir söz düellosu yaşandı.
Mesela İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin verdiği demecinde, "İsrail ordusunun kesin zaferinden" dem vurdu.
Başbakan Binyamin Netanyahu ise şu ifadelerle böbürleniyordu:
Yom Kippur (Yahudi inancına göre Büyük Bağışlanma Günü: İsrail'de herkes, günahlarının bağışlanması gün boyunca Tanrıya yakarma ayinine katılır) sırasında boş bulunmuştuk. Düşmanlarımız (Mısır ile Suriye) iki koldan, Sina ve Golan Tepeleri'ni ele geçirdiler. Dolayısıyla savaşın ilk günlerindeki zayıf tavrımıza rağmen Mısır ve Suriye saldırılarına göğüs gerip onları durdurmayı başardık. O kadar ki karşı saldırı hamleleri yaparak Kahire ve Şam önlerine kadar ulaştı kahraman birliklerimiz.
"Düşman" tanımı bir hayli kızdırmış olacak ki; Araplar, sosyal medya üzerinden İsrail böbürlenmeleriyle alay eden on binlerce mesaj gönderdiler.
Mısır yönetiminin yanıtı Enformasyon Banaklığı tarafından duyuruldu:
İsrail, zaferden bahsediyor. Oysa savaşlar, alınan neticelerle ölçülür. Biz işgal altındaki Sina'yı geri aldık ve mağlup edilemez efsanesiyle avunan İsrail ordusunu ilk defa yenerek şaşkına çevirdik. Kibirli İsrail'e dersini verdik. Merhum Devlet Başkanımız Enver Sedat, 1967'de topraklarımızı işgal edip üstüne yatacağını sanan İsrail'in hesaplarını bozarak, buzdolabına konmuş çözümsüz statükoya son verdi; Mısır silahlı kuvvetlerinin sınırlı askeri imkânlarını akıllıca kullanarak İsrail'i barış masasına oturmaya mecbur bıraktı.
1967 yılının başlarından itibaren İsrail, Arap dünyasındaki işbirlikçilerinin (ki bunların arasında bir Arap kralı da vardı) ulaştırdıkları ve kendi istihbaratçılarının farklı kaynaklardan (başta ABD olmak üzere bazı batılı ülkelerin ünlü istihbarat teşkilatlarının da yardımıyla) edindiği bilgiler sayesinde, özellikle Mısır ve Suriye'nin, 1948'de işgal edilen Filistin topraklarını kurtarmak üzere ciddi hazırlıklar yaptığını öğrenmişti.
İsrail yönetimi, günümüzde "önleyici vuruş-önleyici savaş" şeklinde tarif edilen beklenmedik baskın yöntemine başvurmak suretiyle geliyorum diyen bu savaşın önüne geçebilirdi.
Nitekim planlanan oldu: 5 Haziran 1967 sabahında İsrail savaş uçakları, ani bir baskınla Mısır'ın hava üslerine saldırdı; Mısır uçaklarının birçoğunu tahrip etti.
Hava üstünlüğünü kaybeden Mısır ile Suriye, karadan karşı saldırıya geçtiler. Fakat tank, top ve askerleri savunacak uçaklarla füzeler olmayınca, bozguna uğradılar.
Böylece Suriye'ye ait stratejik önemi olan Golan Tepeleri Suriye'nin elinden çıktı; İsrail askerlerince ilhak edildi.
Ürdün'e bağlı görünen Batı Şeria ile Doğu Kudüs gibi Filistin toprakları da kaybedildi. Filistin toprağı sayılan Mısır'ın denetimindeki Gazze ile Mısır toprağı olan devasa Sina Yarımadası, İsrail'in askeri kontrolüne girmiş oldu.
Savaş ve işgal toplam altı günde sonuçlandığı için, askeri literatürde "Altı Gün" savaşı olarak ünlendi.
Mısır ile Arap dünyasındaki milli kurtuluşçu çevrelerin efsane simgesi haline gelmiş Cemal Abdünnasır, yenilgi üzerine istifa edeceğini açıkladı. Lakin başta Mısır olmak üzere birçok Arap ülkesinde yaşayan toplamda yüz binlerce insan sokaklara taşarak, istifaya karşı çıktılar.
Yönetimde kalmayı kabul eden Mısır lideri, 1967-1970 yılları arasında "yıpratma savaşı" yoluyla İsrail'i taciz etmeyi sürdürdü.
Onun esas fikri, Mısır ordusunu yeniden derleyip toparlamak ve Sovyetler Birliği'nden daha modern silahlar alarak, yeni bir savaşa hazırlanmaktı.
Sovyet yönetimi (aslında Doğu Bloğu'nun tümü) askeri, siyasi ve diplomatik desteğini Mısır'dan esirgemeyeceğini açıkladı.
Bunun üzerine Abdünnasır, bozgundan altı gün sonra yani 11 Haziran'da üç generaliyle görüşerek ordunun yeniden yapılanması konusunda görevlendirme yaptı.
Moskova, çok sayıda Sovyet askeri uzman ile son model ağır silahları Kahire'ye göndererek Mısır ordusunun acil donatımına ve eğitimine yardımcı oldu.
Gelgelelim Cemal Abdünnasır, projesini tamamlayamadı; 28 Eylül 1970 tarihinde vefat etti. İktidar kavgaları, pazarlıkları ve tasfiyeleri derken Muhammed Enver Sedat, devlet başkanı oluverdi.
Sedat, sağ görüşlü muhafazakâr biriydi. Nasır'ın gölgesinde "Evetçi Albay!" şeklinde tanımlanıp küçümseniyordu. İki yıl geçmeden Nasırcı çizgiyi reddedeceğinin mesajlarını vermeye başladı.
Sedat, iktidarı devralmasını izleyen haftalarda hem parti içindeki hem de ordu yönetimindeki muhaliflerini tasfiye etti.
Kendisine yönelik bir suikast planlandığı iddiasıyla Sovyetler Birliği'ne sempatiyle bakan Nasırcı sol radikal kesimi, iktidar çevresinden uzaklaştırdı. Böylece iktidar partisi ve ülke idaresinde "tek adam" oluverdi.
Ülke yönetimine hükmeden Sedat, aynı zamanda Nasır zamanından kalma çözümü imkânsız bir ekonomik ve diplomatik sorunlar yumağı devralmıştı.
Mısır'ın yeni "tek adamı", gayet pragmatist ve "eyyamcı" bir çizgi izledi. Ona göre; Mısır, ne çektiyse Arap sosyalizmi ve Nasırcılık denen ulusalcı ideolojilerden çekmişti.
Bu yüzden de ülkenin menfaatleri, ideolojilerden önce gelmeliydi. Asıl mesele, ekonomik sorunları çözmek ve yabancı sermayeyi ülkeye çekmenin yollarını aramaktı.
Bunun önündeki engel ise, Mısır-İsrail çatışması ve ülkesinin Sovyetler Birliği'yle olan sıkı ilişkisiydi. Be engeller ortadan kaldırılmalıydı.
Sedat devletçi ve toplumcu, sosyal devlete ait politikalardan vazgeçerek hızlı bir liberal politika izlemeye başladı. Piyasa ekonomisi, aynı zamanda Mısır'ı, ABD'ye yaklaştırmanın ekonomik yolu sayılırdı.
Mısır'ın o günkü hedefleri, şöyle özetlenebilir: 1967'den sonra İsrail tarafından işgal edilen toprakları (Sina'yı) geri almak; maliyeti ve bedeli ağır olan savaşa bir şekilde son vererek İsrail ile uzlaşmak.
İsrail'i etkileyecek biricik güç olan Amerikan yönetimi, aynı zamanda barışın anahtarını da elinde tutmaktaydı. Dolayısıyla ABD ile ilişkileri normalleştirip geliştirmek gerekiyordu.
Sedat'ın amacı; modern batı teknolojisi ve sermayesini Mısır'a getirmek ve bağlı olarak o zamana kadar izlenen küresel ve bölgesel politikaları değiştirmekti.
Sedat'ın savaş planının perde arkasındaki detaylarını, gazeteci-yazar Samir Ammara, "El Qahira-Mosko: Vesaikun ve Esrarun" (Kahire-Moskova: Belgeler ve Sırlar, 2019'da yayınlanmış) isimli kitabında açıklıyor.
1952 ile 1986 yılları arasında iki ülkenin ilişkilerinin serüvenini anlatıyor. Kendisi, ülkenin amiral gemisi sayılan yarı resmi El Ehram gazetesinde çalışıyordu ve gazetenin Moskova bürosunun şefi olmuştu.
Devrin Mısır ve Sovyet şahsiyetleriyle konuşarak derlediği kitabı, 1973 Savaşı'nın canlı tanıklarına dayandırılmış; devlet adamı, politikacı, diplomat, komutan, Sovyet askeri uzmanları ve gazetecilerin anlatımlarıyla yazdıkları sözlü veya yazılı anılarından derlenmiş.
O kadar ki, Sovyet-Mısır görüşmelerine katılıp anında çeviri yapan birinci derecedeki resmi tercümanlarla bile konuşulmuş.
Yetmemiş; Sovyet, Amerikan ve Mısır resmi (görüşme tutanakları ve sözleşme protokolleri dâhil) arşivlerinden bolca alıntılar yapılmış.
Ben, bahsedilen kitaptan özetleyerek savaşın esrar perdesini kaldırmaya gayret edeceğim.
Mısır Ordusu, Devlet Başkanı Sedat'ın ekonomik ve siyasi kararlarına fazla aldırmadan eski başkan Abdnlnasır'ın yolunda giderek, İsrail ile savaşın rövanşını almak üzere hazırlıklarına son hızla devam ediyordu.
Bu hazırlığın kavramsal adı "5 Haziran'daki Saldırının İzlerini Silmek" idi. Slogan, Sedat'ın da işine geliyordu. Çünkü savaşı, içeride ve dışarıda gerçekleştirmeyi planladığı köklü dönüşümün bir vesilesi yapacaktı.
Savaşı kazanırsa, bu durumu ortaya attığı liberal politikalara destek amacıyla kullanacaktı.
Sedat, savaş planını kabul etmekle birlikte tekrar sürpriz yaptı. "Savaş kararı alırken, Sovyet askeri uzmanları da zaten Mısır topraklarındaydı demesinler; kazanacağımız zafere bu uzmanları ortak etmek istemiyorum!" diyerek Sovyet askeri uzmanlarını ülkeden çıkarma kararı aldı. Bu gerekçe hiç de ikna edici değildi.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, "Kriz" isimli anı kitabında şöyle diyordu:
Mısır Başkanı Sedat, bir Arap şahsiyetini nabız yoklama ve ağız arama amacıyla ABD'ye göndermişti. Arabuluculuk rolüne soyunan bu zat, Mısır'ın mevcut savaş, siyaset ve ekonomik krizden çıkabilmesi için İsrail ile barış arayışına girmesi halinde Amerikan siyasi çevreleriyle karar odaklarının tepkisini ölçmek istiyordu. O arabulucuya dedim ki: 'Sovyet askeri uzmanları Mısır'da bulunduğu müddetçe, bu iş çok zor!' Bu mesajı alan Sedat, o andan itibaren uzmanları yurtdışı etmeye niyetlendi ve Temmuz 1972'de kesin kararını uyguladı.
Mısır yönetiminin Sovyet uzmanlarını ülkeden çıkarma kararının gerekçesi, kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir algı operasyonuydu.
Yönetime inanılırsa:
Bu uzmanlar, yaklaşık 80 kg. Mısır altınını kaçak yollardan ülkelerine götürmeye yeltenmişler. Gümrükçüler de onları yakalayıp üzerlerini aramış; adeta rehin alarak sorgulamışlardı!
Hâlbuki dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Saad el Şazli, "1973 Ekim Savaşı Anıları" isimli kitabında, bu iddianın doğru olmadığını, şu ifadelerle vurguluyordu:
Gerçekler karartılmıştır. Aslında gümrükçüler, uzmanların yanında bulunan toplam altın miktarını 1 kg. olarak tespit etmişler; az oranda altın kaplamalı hediyeleri de sayarsak, 71 Sovyet uzmanından her birine düşen altın miktarı 17 gramdan fazla değildi.
Başkan Sedat'ın bu yönlendirmedeki ana amacı, Kissinger'in yazdıklarıyla çakışıyor. Sedat, idaresindeki Mısır, Sovyet yönetiminden uzaklaşıp Amerika'ya yakınlaşmaya çalışıyordu.
O devrin Ortadoğu Masasında görevli Sovyet istihbarat subayı Vadim Vladimir Kirişenko, anılarında şöyle diyordu:
Mısır idaresinin ABD Başkanı Richard Nikson ile erken temaslarına ilişkin duyumlar aldık. Sovyet uzmanlarını provakatif tarzda yurtdışı etmeleri bunun ilk adımı oldu.
Doğrusu Sedat, uzmanları çıkarma emri vermekle birlikte; bahsi geçen uzmanların böylesine aşağılandığını duyunca küplere binmişti.
Çünkü Sovyetler Birliği ile köprüleri tamamen atmak niyetinde değildi. Mısır liderinin, muhtemel bir savaşta, Sovyet yönetiminin askeri ve siyasi desteğine ihtiyacı vardı.
Fransız Le Monde gazetesinin Ortadoğu muhabiri Eric Rouleau da, H. Kissinger'in ağzından, "Bu tür kışkırtıcı adımların fahiş birer hata olduğunu; Mısır-ABD ilişkisine ek külfet getirdiğini" yazmıştı.
Bu arada Enver Sedat ile Mısır generalleri, savaş hazırlıklarını gayet gizli yürütüyor; aileleri dâhil kimseye belli etmeden toplanıp askeri ve teknik kararlar alıyorlardı.
Hemen her şey tamamlanmış sayılırdı. Karargâhtan dışarıya bilgi sızmasını önlemek için ne tür şifreler kullanılacağı bile tartışılıyordu.
Zira iyi eğitim almış İsrail istihbarat elemanları, savaş muhabere (haberleşme ve iletişim) sistemini çözüp anlamak üzere yetiştirilmişlerdi. Üstelik de Mısır dâhil birçok Arap ülkesinin son derece gizli şifrelerini çözmekte ustalaşmışlardı.
Bu noktada Mısır'ın Luksor vilayeti çevresinde yaşayan Firavun döneminden kalma Nubiler denilen etnik topluluğa mensup sıradan bir asker imdada yetişti.
Adı, Ahmed İdris idi. Yoksul bir köylü çocuğuydu. Eğitim almak üzere başkent Kahire'ye gitmiş; 1952'de El Ezher kurumuna bağlı ilkokulu bitirebilmişti.
Günümüzde 83 yaşında olan İdris, Independent Arabia gazetesine olayın arka planını şöyle anlatıyordu:
1948'de İsrail ile savaş sırasında komutanlar, yine çözülmesi imkânsız şifre meselesini tartışmışlardı. O zamandan aklımda kalmıştı; Nubilerin konuştukları bir anlaşma biçimi vardı. Kullandıkları kelimeler önemli oranda Arapçaydı fakat manaları tamamen farklıydı. Askerlik yaptığım birlik komutanına bu özel dildeki kelimelerin şifre olarak kullanılmasını önerdim. Muhtemelen o komutan, bu fikrimi Başkan Sedat'a iletmişti ama benim haberim yoktu. Ekim 1973'te nasıl olduysa istihbaratçılar beni kelepçeleyip Başkanlık Sarayı'na götürdüler.
Eyvah yandım, dedim. Beni casus sanmış olmalılar, diye düşündüm. Zira savaş öncesinde İsmailiye çevresinde yaşıyorduk. Hemen her gün şu veya bunun casus olarak yakalandığını duyuyorduk.
Uzun bir bekleyişten sonra nihayet Başkan Sedat toplantıdan çıktı; beni gösterdiler. Sapsarı olmuşum, ayaklarım titriyor. Başkan beni görünce, 'Korkma evladım; az sonra konuşacağız' dedi. Beni alıp makamına götürdü. Gülme histerisine yakalanmış gibiydi. 'E, anlat bakalım şu şifre meselesini' diye buyurdu. Bunun üzerine Nubilerin anlamlandırdıkları kelimelerle savaşta şifreli haberleşme yöntemini anlattım. Nubi dilini bilmeyen İsrail'in, kısa sürede bunu çözemeyeceğini de vurguladım.
Fikrim kabul görünce birkaç gün içinde Nubi özel dilini çok iyi bilen 344 kişiyi kasaba ve köylerinden toplayıp getirdiler. Onlara telsiz ve benzeri aletlerle haberleşme tekniği konusunda ciddi eğitim verildi. Böylece şifre meselesi sonuca bağlanmış oldu.
Yüzyıllar boyunca oluşmuş; özel anlamlar kazanmış ve son derece karmaşık olan bu özgün dili çözmek imkânsızdı: Bu dili çözebilecek sözlük veya açıklamalı hiçbir yazı belge de yoktu. Askerler, erler, komutanlar… tanklar, zırhlı araçlar Nubice şifrelendiler. Örneğin Olum/Ulum kelimesi 'timsah' demekti; aslanği ise 'yılan' manasına geliyordu. İlki tank, ikincisi de zırhlı araç şifresiydi. Auşurya, 'vurun' emri, Sa Uway ise 'saat ikide' talimatıydı.
Şifre eğitimi almış bu askerler yarısı kesilip içi oyulmuş büyük karpuzları başlarına takarak Süveyş Kanalı'nı yüzerek geçebildiler. İsrail savunma hattındaki tesisleri, mevzileri, su kuleleri, depo, cephanelik ve tankları hakkında istihbarat topladılar. Savaştan az önce de aşılmaz denilen Barlev Hattı'nı (Kanal yamacındaki İsrail savunma tahkimatı) tazyikli sularla erittiler.
Böylece, Mısırlı sıradan bir köylünün anlattığı şifre, savaşın kazanılmasında çorbada tuz misalinden daha fazla makbule geçmiş oluyordu.
Biz, tekrar Sovyet-Mısır ilişkilerine dönelim.
Sovyet yönetimi, Sedat'ın Amerikan yönetimiyle el altından flört ettiğinin ve giderek Moskova'dan uzaklaşmaya doğru yavaş adımlar attığının farkındaydı.
Arap dünyasında Sovyetler Birliği'ne sıcak bakan çevrelerle komünist partileri, Sedat aleyhinde yoğun propaganda yapmayı hiç ihmal etmediler.
Doğu blokunun resmi veya yörüngesindeki radyoları haber-yorumlarında bu konuyu alabildiğine işlediler.
Yine de Kremlin sabırlı davranarak Mısır ile ilişkisini koparmadı. İstihbaratçı ve diplomatları aracılığıyla Mısır'ın muhtemel bir savaşa gireceğinin kokusunu almıştı.
Dolayısıyla, Mısır'ın Kremlin'in kapısını çalarak askeri ve siyasi destek isteyeceğini öngörebiliyordu.
Mısırlı eski Genelkurmay Başkanı el Şazli, "Kesin kopuş yaşanmadı; iki taraf da incelmiş ipi koparmamaya özen gösterdi" diye yazmış anılarında.
Mısır'daki Sovyet Büyükelçisi Vladimir Vinogradov, nabız yoklamak amacıyla Sedat ile görüşmeye gitti. Hatıralarında, niyetinin ne olduğunu açıkça yazmıştı:
Başkan Enver Sedat ile 22 Eylül 1973'te (savaştan 14 gün önce) görüştüm. Aniden krize giren ilişkilerimizin sebebini öğrenmek istedim. O da, 'Durum ne olursa olsun Sovyet dostlarımızla istişare ve yardımlaşmayı asla ihmal etmeyeceğiz!' dedi. Bu arada Mısır sokaklarındaki askerlerin sayısının giderek artmasından, savaş yakındır izlenimi edinmiştik.
Büyükelçilik binamız, Nil kıyısında ve Mısır başkanının konağına yakındı. Sıkça buluşuyorduk. Sedat, İsrail'in yaptıklarının tahammül sınırlarını aştığını ve Mısırlıların sabrının taşma noktasını geldiğini ifade etti ancak savaş kelimesini kullanmadı. Fırsatı yakalayıp 'savaş ihtimali olup olmadığını' sorunca da 'Münasip bir zamanda durumu sana bildiririm' sözüyle yetindi.
Meseleyi kavramıştım. Ertesi gün, Sedat'a telefon ettim. Mısır'daki uzmanlar, diplomatlar ve diğer görevli vatandaşların aileleriyle birlikte Moskova'ya taşınacaklarını bildirdim. Kısa zamanda 2700 kişiyi tahliye ettik.
Savaş bildirimi konusuna gelince...
6 Ekim 1973 sabahı, yani savaşın fiilen başladığı gün Başkan Sedat beni sarayına çağırdı. Savaş demedi ama gidişatın çatışmaya doğru seyrettiğini vurguladı. İsrail kışkırtmalarına karşı vaziyet saatler içinde belli olacaktı. Bunun üzerine büyükelçiliğe gider gitmez, fırsat bulamam hesabıyla kahvaltıya oturdum. Kahvaltıyı bitirmeden Sedat aradı: 'Sayın Büyükelçi, İsrail savunma hattını yardık ve savaş başladı!' dedi.
Sedat ile hemen her gün, bazen aynı günde birden fazla haberleşmemiz oluyordu. Savaş boyunca, Sedat beni her görüşünde; 'Sovyet dostlarımızın yardımı sayesinde bu savaşı kazanıyoruz. Bunu asla unutmayacağım!' diyordu.
Meğer bu arada Sedat, el altından Amerikan yönetimiyle, özellikle Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile mektup diplomasisi yürütüyormuş.
7 Ekim ile 5 Kasım arasında toplam 90 adet mektup gidip gelmiş. Bunu gözlemleyen Sovyet yönetimi, yine de savaş süresince vermeyi vaat ettiği modern Sovyet savaş uçaklarıyla tanklarını, havadan ve denizden Mısır'a göndermeyi sürdürdü.
Fakat Amerika ile flört edip kendisinin olası bir barışta devre dışı kalacağına dair istihbarat aldıkça kuşkuları arttı.
Bunun üzerine Kremlin'deki karar vericiler, Mısır'a ağır silah gönderme işini ağırdan almaya başladılar. Buna karşılık İsrail, savaşta kaybettiği ağır silahlarının yerine Amerikan nakliye uçaklarının sürekli getirip boşalttığı yepyeni silahları koyarak hem Mısır hem de Suriye'yi geriletti.
Golan Tepeleri'ni tekrar ele geçirerek Şam önüne vardı; Sina çölünü ve Süveyş kanalını geçerek o bölgedeki şehirlerin bir kısmını işgal etti.
Daha sonra Sedat'ın isteği üzerine Mısır ile İsrail arasında ateşkes yapıldı. Mısır, Kissinger'in mekik diplomasisi sonucu İsrail'den Sina yarımadasını kısmen ve yıllar geçtikçe aşamalı biçimde tamamına yakınını geri aldı.
Buna karşılık Arap dünyasından koptu; Filistin meselesinden askeri desteğini tümüyle çekti. Siyasi ve diplomasi desteğini de yarım yamalak vermeyi sürdürüyor.
Sonuçta Mısır, ABD ile neredeyse cicim aylarına girerek Sovyetler Birliği ile arasını iyice soğutmuş oldu.
Kaynakça:
1.سجال مصري إسرائيلي حول هوية "المنتصر" في حرب أكتوبر -اندبندنت عربية-أحمد عبد الحكيم-10 Ekim 2020.
2. النوبية" لغة الخداع المصرية في حرب أكتوبر- أمينة خيري-independent Arabia, 11 Ekim 2020.
3. Veysel Ayhan ve Nazlı Ayhan, Mısır Devriminin Ayak Sesleri, Ortadoğu Analiz-ORSAM, Rapor No: 27, 2 Şubat 2011.
4. Dr. Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Bursa: MKM Yayıncılık.
5. Dr. Hilal Görgün, Bir İktidar Mücadelesinin Anatomisi: Enver Sedat ve Muhalifleri, İslam Araştırmaları Dergisi, sayı 6, yıl 2001.
6. William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi. İstanbul: Agora kitaplığı, 2008
7. Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği: Zaferden Umutsuzluğa, Literatür yayınevi, 2004.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish