Ma Şıni Serê Tendur yahut ortası delikli tandır ekmeği

İsmail Söylemez Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Küçüktüm. Kafam kanıyordu. Çok kötü sızlıyordu. Çocukça refleksle kafamı tutmuş ağlaya ağlaya tandıra doğru koşuyordum.

Annem zorla elimi kaldırdığında ise burnumun ucundan aşağıya doğru süzülen kıpkırmızı kanı gördüm, avucumun içi de kıpkırmızı ve sıcacıktı. 

Solhan'daki evimizin önünde geniş bir bahçemiz ve bahçenin üst köşesinde de tandır vardı. Altlı üstlü oturduğumuz dedemlerle bizim ekmeğimiz o tandırda pişerdi.

Tandırın hemen karşısında evin alt kısmında ise arı kovanlarımız vardı. Balımız da oradan sağılırdı. Mevzumuz tandır ekmeğimiz madem bal sağım macerasına girmeyeceğim, kovanların alt tarafındaki samanlığın alt katındaki ağıl sakini ineklerimiz, oradan gelen tereyağı ve kaymağımızdan da şimdilik bahsetmeyeceğim. 

Evimizin önünde yaşlı söğüt ağaçları vardı. Fitık yani düdük yapmak için yukarıdaki güzel dallardan birini gözüme kestirmiştim, mutlaka ona ulaşmam gerekiyordu, boy yetmeyince oracıktan bulduğum bir kürek ile bu eksikliği gidermeye çalışmıştım; ancak lanet olasıca kürek zor bela yetiştirdiğim ağacın dalında asılı kalmıştı.

Bütün çabama rağmen indiremeyince o daldan da vazgeçerek bırakıp gittim. 

Gittim ama tam gitmek üzereyken sanırım kürek inadından vazgeçip aşağı doğru süzülmüş olacak ki tepemde sımsıcak ve korkunç bir ağrıyla birlikte çığlığı basmıştım.

Çığlığımın hedefi bahçenin diğer ucundaki tandır başı ahalisiydi. 

Bizim tandır ekmeğimiz taze taze tüketilir. Günaşırı hamur yoğrulur, tandır yakılır, ekmek yapılırdı. Bingöl tandırı ayakta ekmek yapılır cinsten değil, tandır boyunca etrafı kapatılmış ve kenarlarda oturma alanı oluşan, tandırı orta derinlikte bırakan tiptedir.

Bu yüzden de özellikle ateşe düşmüş ekmeği alırken dengesini kaybedip tepe üstü tandıra düşme vakaları da hep anlatılagelirdi.

Bizim tandırlarımız etrafı ve üstü kapalı, mahremiyeti sağlanmış bir tür kamelya konforu sağladığından tandır başı muhabbetlerine de doyum olmazdı. 

Annem hamuru yoğurur, koca bir teştte ekşimeye bırakırdı. Tandıra çırpı taşıma işi de çoğunlukla bize kalırdı. Çırpılar taşınır, tandırı doldurmak ve tutuşturmak işini de nenem veya annem görürdü.

Sonrasında annem ekşimiş ve taşmaya başlamış hamur leğeniyle birlikte tandır başına varırdı, nenem de karşısına geçerdi, bazen de halalarım çevrelerdi tandır başını ve gudlar yapılır, repetık ile inceltilir, çok fazla kabarmasın diye de işaret parmağıyla ortasından delinir ve kızgın tandır duvarına yapıştırılırdı. 

Annemin tandır macerası çok erken yaşlarda başlamıştı. Aşinasıydı bu tandır muhabbetlerinin. Köyde tandır tek iken sıra için beklenirken koymuş kafasına, başlamış kendi tandırını yapmaya.

Tandır çamuru özeldir, öyle her topraktan olmaz. Bir kere kırmızı toprak olacak, iki eşek yükü, iki gale toprak taşıdığımı hatırlarım sonra iki toprak bir kum karılacak, arasına da keçi kılı ve saman katılacak ve bir güzel yoğrulacak.

İşte ben o yoğurma kısmında hep vardım. Paçaları sıvar, dalardık çamurun içine. Çamur kıvamını bulunca, yaklaşık bir metrelik uzunlukta ve iki el kavramı genişliğinde parçalar alınır, daire şeklinde üst üste dizilirdi.

Aşağıdan yukarı doğru çıkıldıkça da daralması gerekiyordu, örme işi bitince de pürüzsüz yuvarlak bir taşla dövülme işlemi başlıyordu. En alt sıradan kül boşaltmak, ateşi tutuşmak için bir göz açılır ve kurumaya bırakılırdı.

Ardından etrafına duvar örme, doldurmaya gelirdi sıra. Sonrası da on numara bir muhabbet mekânı işte. 

Bizim maceramız da tam da burada başlardı. Tandır iyice kızışmış, sıcak ekmek kokuları her yanı sarmışken karşı konulamaz bir istek ve iştahla eve doğru koşturur ve doğrudan mutfağa yönelirdik.

Taze tereyağı ve çökelek ziyafeti vaktiydi artık. Hele hele tandır başı ahalisini ikna edebildiysek ve bol yağlı bir de kata pişirtebildiysek ne mutlu bize. 

Okul dönüşünde çantayı dış kapının önüne fırlatıp açım diye çığlığı bastığım günlerde de işte bu tandır ekmeği yetişirdi imdadıma.

Nenemin ne yapacağını çok iyi biliyordum. Tandır ekmeğini açar, ortasına iki kaşık tuzsuz taze tereyağı sürer, üstüne de süzme bal ilave eder, ekmeği o haliyle dürer elime verirdi. O dürüm de her yerde yenmezdi.

Tandırın hemen yanı başındaki akasya ağacının gölgesine geçerdim. Bazen duvar dibine diz çökerdim bazen de Kude Avrehman'nın yaptığı merdivenin üstüne çıkar, ayaklarımı aşağı doğru sarkıtır, sallaya sallaya afiyetle hakkından gelirdim o muhteşem tadın. 

"İnsan çocukluğunun özetidir" denir ya, ondan olsa gerek o tatlar beni hiç bırakmadı. Şu şehirde ne ekmeğin tadını alabildim ne de balın tadını.

Çökelek ise hele hele hepten yoktu. Ama çok şükür biz şehre geldiğimizde tandırımız da geldi, annemin ekmek muhabbetleri hep devam etti, ta ki rahatsızlanıp bırakıncaya kadar.

O zaman da artık tandır ekmeği nostaljisi başlamış, özel fırınlar açılmış, seri üretimle başlamıştı. Biz de alışkanlığı değiştirerek de olsa devam ettirmek için Bingöl'e, Solhan'a ekmek siparişi vermeye başladık, anamın yaptığı ekmeğin tadı olmasa da neticede o da tandır ekmeğiydi üstelik ortası da delikliydi ve nefsimizi susturabiliyordu. 

Çocuktum. Bingöl-Muş çevreyolunu bahçemizden ayıran geniş ve yüksek taş duvarın üstüne süzülen akasya gölgesine oturmuş nenemin elime tutuşturduğu dürümle meşguldüm.

Dalmışım. Sırtımda feci bir acı bırakan sarsıcı bir darbeyle kendime geldiğimde ero laji malayi çığlığı da kulaklarımı doldurmuştu.

Güneşte pırıl pırıl parlayan dehreyi gördüm önce bir taraftan kaçarken bir taraftan da geriye doğru olayı anlamaya çalışmak için bakarken.

Hec Evlaymış meğer, peşimde koşturan. Külahsız gezmeyeceksin ünlemesiyle suçumu da öğrenmiş oluyordum. Kafama dehreyi yemediğim için o gün bugündür şükrediyorum.

Hec Evla çarşı pazarda çöp tenekesini ters çevirip üstüne çıkar, millete modernizm karşıtı nutuklar atardı, gün aşırı emniyetteydi bu yüzden.

Yeni bir ev yapıyordu ama ustaların az beton kullandığına sinirlenerek inşaat teliyle kendini astı dediler sonra. Çöktüm. Hakkım helal.

Tandır ekmeğimiz benim de rüşvetimdi. Kaç öğretmenime tandır ekmeği götürdüm hatırlamıyorum.

Götürdüm ama hep teşekkürde kaldım, hiç takdir alamadım. Ağız tadı meselesi demek ki. Yoksa değil takdir, iftiharname getirmeliydi bence. 

En son geçen hafta geldi Bingöl'den. Buğusu üstünde, kahvaltı kahramanı, sofraların şah sultanı. Tek başına değil tabii ki.

Çuval dolusu bir hafıza yığınıyla beraber, bir hatıra sürüsüyle birlikte. Özcesi tandır muhabbeti ve tandır ekmeği hikayemiz kimlik inşasına da bir karşı cevabımızdır bizim. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU