Dört ülkenin sınırları içinde yaşıyorlar. Hem yaşadıkları ülkelerin resmi dillerini biliyorlar hem de kendi anadillerini.
Kürtlerden bahsettiğimi siz de anlamışsınızdır. Ortadoğu’da böyle bir özelliği olan başka bir halk yok.
Vakıa her milletin içinde anadillerinden başka diller bilen insanlar vardır; ancak Kürtlerin neredeyse tamamı en az iki dil biliyor.
Öte yandan müthiş bir edebiyat müktesebatları var. Romeo ve Juliet ayarında Mem û Zîn gibi billur misali akan bir aşk destanını yaratmışlar.
Melayê Cizîrî çapında bir irfan dehasını yetiştirmişler. Feqiyê Teyran adında bir dervişleri var ki kelimenin tam anlamıyla bir “sehl-i mümteni” zirvesi.
Yüzlerce şair, belki binlerce alim, şeyh, mutasavvıf armağan etmişler edebiyat, ilim, irfan dünyasına.
Medlerden tutun, Şeddadilere, Mervanilere, Eyyubilere kadar onlarca devlet kurmuşlar. Başka Müslüman milletlerin kurdukları devletlerin tarihlerinin her karesinde de yer almışlar.
Neredeyse her çağa bir kahraman armağan etmişler. Kürt olan Selahaddin Eyyubi bütün Müslümanların medarı iftiharı.
Bir dilleri ve her biri dünyanın birçok müstakil dilinden daha zengin en az dört lehçeleri var. Sözlü destanları, efsaneleri, çîrokları, folklorları, stranları buraya sığdırmak mümkün değil.
Göz kamaştırıcı bir müktesebata sahipler kısacası. Öyle ki, yaşadıkları coğrafyanın hangi taşını kaldırırsanız medeniyet fışkırıyor adeta.
Sofralarını komşu milletlerle paylaştıkları gibi sözünü ettiğim bu zengin müktesebatı da bu halkların istifadesine sunmuşlar. Onlar da bazen izinli bazen izinsiz yararlanıyorlar.
Kuşkusuz Kürtler de komşularının sadece dillerini öğrenmemişler, edebiyat ve medeniyet müktesebatlarını da öğrenmişler, birçoğunu içselleştirmişler.
Tek kelimeyle muazzam bir potansiyel.
Böyle bir potansiyele sahip bir milletin temayüz ettiği husus nedir sizce?..
Şiddet… Evet, korkunç bir şiddet sarmalında yaşıyorlar.
Bir Kürt köyünde bir yılını geçirirsen şiddetin nasıl hayatlarının temel refleksi olduğunu anlarsın.
Kış gelir, kar küreme yüzünden en az beş on yaralamalı kavga olur. Bahar gelir, mera kavgaları başlar, hem de ölümcül türünden.
Yaz demek biçilen ekilenlerle birlikte bazı hayatların da biçilmesi demektir. Güz hasadın pay edildiği zamandır. Ama yazdan bahardan kalma hesapların da görüldüğü zaman.
Dört mevsim şiddet devşirirler Kürtler.
İnsan hayret ediyor, bu denli yüksek düzeyli bir medeniyet potansiyeline sahip bir millet nasıl oluyor da akıllara durgunluk veren bu şiddeti alametifarikası haline getirebiliyor? Yıllardır düşünür dururum.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçenlerde Independent Türkçe’de Faik Bulut’un bir yazısını okudum. Geliyê Zîlan katliamından bahsediyordu “Ağrı isyanında kadın ve çocuklara ne oldu?” başlıklı yazısında.
Yazıyı dikkatle okudum. Faik Bulut çeşitli kaynaklardan yaptığı alıntılardan bizim bir köylümüzden de bahsediyor, onun hikayesini anlatıyordu.
Mihemedê Nado. Yazıyı okuduktan sonra Mihemed amcanın yazıda anlatılmayan; ama benim bildiğim hikayesinin geri kalanını düşününce taşlar yerine oturdu.
Kürtlerin şiddete meyillerinin sebebini çözdüm galiba, dedim. Hiçbir sosyal olay tek bir sebeple izah edilemez; ama hikayeyi dinlerseniz, siz de bana hak vereceksiniz.
Mihemed amca komşumuzdu. Benim yaşımda bir oğlu vardı; Yılmaz.
İlkokulda beş sene aynı sırada oturduk. Yazları beraber kuzu otlatırdık. Köyde kaldığım sürece en samimi arkadaşımdı.
Babası yani Mihemed amca, adam öldürmüş vaktiyle. Oğlu da babasının kahramanlığını övünerek anlatmayı pek severdi.
Babasının adam öldürme hikayesini belki onlarca defa dinledim ondan. Mihemed amcanın kendisinden de dinlemiştim.
Zaten bir mecliste oturduğunda mutlaka sözü adam öldürmesine ve yıllarca hapiste kalışına getirirdi.
Başka bir köyden biri Mihemed amcanın ağabeyini öldürür. O da bir gün bir tenhada ağabeyini öldürenin kardeşine rastlar ve adamı öldürür.
Öldürür öldürmesine, ama henüz yirmili yaşlarda bir genç olduğu için ondan sonra ne yapacağını bilemez. Alır cenazeyi sırtlar gece aşiretin ağasının evinin kapısına dayanır.
Vakit gecedir. Ağa kovar tabi. O da değirmenin yanına gömer; ancak gece karanlığında adamın ayakları açıkta kalır.
Ertesi gün jandarmalar cenazeyi bulur ve Mihemed amcayı yakalarlar. On yıldan fazla hapiste yatar. Hapisten çıktıktan sonra aşiret arasında bir kahraman gibi karşılanır.
Çok güzel bir kızla evlenir. Arkadaşımın annesi olduğu için çok sık görürdüm tabi. Ancak Zerife teyzenin iki gözü de görmüyordu.
Mihemed amcanın bir eşi daha vardı. Mihemed amca Zerife ile evlenince yeşil gözlü Zerife’yi fena halde kıskanır.
Başkaları bakmasın diye kadıncağızın gözlerini çıkarır. Sonra gidip başka bir kadınla evlenir. O görmeyen gözlerine rağmen tandırda pişirdiği taze ekmeklerini çok yemişliğim var Zerife teyzenin.
Sonra ben köyden ayrıldım. Okul, askerlik, İstanbul derken arkadaşımın izini kaybettim. Sadece ailece bir batı iline taşındıklarını, Zerife teyzenin köyde, Mihemed amcanın da taşındıkları yerde vefat ettiklerini duydum.
Seksenli yıllarda bölgemiz adeta boşaldı. Herkes İstanbul’a, İzmir’e, Adana’ya ve başka illere taşındı. Amcalarım da Aydın’a taşındılar.
Bir ara amcamı ziyarete gittim. Amcamın oğlu, Mihemedê Nado’nun oğlu da burada dedi. "Birkaç oğlu vardı. Hangisi?" dedim. "Yılmaz" dedi.
Yılların özlemiyle hadi görmeye gidelim dedim. Gidip gördük. Tabi yaşlanmış. Köydeki Yılmaz’dan iz yok. Hoş beşten, köydeki bazı anılardan sonra başladı hikayesini anlatmaya.
"Hapisten yeni çıktım" dedi. Hemen babası aklıma geldi. "Hayırdır, adam mı öldürdün?" diye sordum. Yok dedi, bizim karının gözünü çıkardım… Dondum kaldım.
Kaderin, benzerliğin bu kadarı olamaz dedim. Uzun süre kendime gelemedim. Sonra sorabildim. "Nasıl oldu? Sen de baban gibi kadıncağızı kıskandın mı?" diye sormaktan kendimi alamadım.
"Eve geç geldiğim için kapıyı açmadı" dedi, "Ben de tabancayı çektim kapıya sıktım. Kapıyı delen kurşun karının gözüne saplanmış…Biliyor musun eşimin gözünü o halde görünce annemin gözleri gözlerimin önüne gelmişti" diye ekledi. Gözlerinden süzülen iki damla yaşla birlikte.
Kahramanına yani babasına bu kadar benzemeyi istemiyormuş gibi bir halı vardı. Günlerce etkisinden kurtulamamıştım bu hikayenin. Sonu aynı biten bu hikayenin başı nasıldı kim bilir?..
Faik Bulut, sözünü ettiğim yazısında Zilan katliamında henüz 12 yaşında olan Mihemedê Nado’nun şöyle dediğini aktarıyor:
Ağır makineli silahlar üzerimize kurşun yağdırdılar. Bazılarının kafaları uçtu. Bağrışmalar, ağıtlar, korkudan altına işeyen çocuklar…
Dayımın kızı Dilber’le cesetler arasından çıkıp kaçarken, Dilber arkasına bakınca mitralyöz kafasını uçurdu ve başsız gövdesi üzerime düştü…
Zerife teyzeye yaptıklarından dolayı içten içe kızdığım Mihemed amcaya ve onun şahsında olağanüstü müktesebatına rağmen bu korkunç şiddet sarmalında heder olup giden Kürtlere acıdım.
Yılmaz da tevarüs eden şiddet karakterli kaderine yansın, ne diyelim.
Araplar doğru söylemişler:
el-Badi ezlem…
İlk başlatan daha zalimdir…
O çocuk o başsız gövdenin altında kalmayacaktı…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish