El yordamıyla, karanlıkta yürümek…

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe

Salgın ya da küresel ismiyle pandemi süreci başladığı tarihten bu yana koronavirüs haritasını izlemeye, yorumlamaya, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum.

Mart ayının başında görülen ilk vakalardan sonra, gün be gün vaka sayısını takip eden birisi olarak, ilk kez en yakınımdaki kişilerde yoğun olarak koronavirüs görülmeye, bulaşmaya, yayılmaya başladı.

Öyle ki her gün çok sayıda arkadaşım, dosttum, akrabam değişik illerde koronavirüsü kapıyor, hastalanıyor, hastaneye yatıyor, evinde karantinaya alınıyor. 

Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre vaka sayısı kabul edilir düzeyde ve kontrol altında, zaman zaman artış olsa da, virüs kontrol altında...  

Oysa bizzat yaşadıklarım, duyduklarım ve deneyimlerim sürecin bir başka şekilde ilerlediğini, giderek ağırlaştığını işaret ediyor.

Tamamıyla günlük yaşamda karşılaştığım olaylar, vakalar, virüsün ilk göründüğü günlerden farklı olarak toplumun geneline yayıldığına tanık oluyorum.

Arkadaşlarım, dostlarım ve akrabalarımdan çok sayıda kişi koronavirüs kapıyor, hastalanıyor. Bu nedenle her gün yeni haberlerle sarsıldığımızı da belirtmek gerekiyor.

Yakınımızda insanların kimisi süreci hafif atlatıyor, kimisi zor bela yakayı kurtarıyor ve bazıları ise maalesef hayatını kaybediyor.

Yani korona artık çok yakınımızda, belki de bedenimizde. Şimdilik bir belirti yok; ama koronavirüs kapanların korkunç bir süreçten geçtiğini duyuyor, tanık oluyoruz. 

Bu süreç ta başından beri zaten sıkıntılı yaşanıyordu. Çoğu insan virüsün varlığını kabul etmiyor, meseleyi Çin’in, ABD’nin bir oyunu olarak yorumluyordu ilk günlerde.

Ama artık o süreç geride kaldı. Virüsün varlığına inanmayan kişiler bile artık işin ciddiyetinin farkında. Ama kemikleşmiş alışkanlıkların virüs için uygun ortamlar yaratığı gerçekliği söz konusu...

Toplumsal alışkanlıklar, kişisel hijyen kuralları ve toplumun genel geçim standartı virüsün yayılma hızını etkileyen faktörler arasında. 
 

şeyhmus çakırtaş (5).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe


Öte yandan koronavirüs hakkında yapılan açıklamalar, yürütülen tahminler, güya bilimsel çalışmaların çoğunun pek bir işe yaramadığı, virüsün her gün biraz daha insanları şaşırtmaya devam ettiği, el yordamıyla, karanlıkta yürüdüğü anlaşılıyordu.

Bilim çevrelerince yapılan açıklamalar, tahminler virüs hakkında çok şey bilinmediği ve çoğu bilginin sağlıklı temellere dayanmadığı da ortaya çıkıyordu.

Örneğin salgının görülmeye başladığı ilk günlerde, sıcakların başlamasıyla virüsün hız keseceği ifade ediliyordu. Sanırım en ilginç olanı da virüsün güneş altında çözüleceği, sıcaklıkta etkisini kaybedeceği teziydi.

Buna göre güneş ışığının bol ve etkili olduğu bölgelerde virüs tümden olmasa bile, belli bir düzeye kadar yok olacağı düşünülüyordu; ama bu tez de doğru çıkmadı…

Yapılan açıklamaların bilimsel olup, olmadığı; bilimsel olsa bile yaz mevsiminde koronavirüsün en fazla görüldüğü iller sıcaklığın en yüksek olduğu iller oldu.

Yapılan açıklamalara tezat bir şekilde sıcaklığın 40 derece düzeyinde ve daha yüksek seyrettiği illerde vaka sayısının olağanüstü bir şekilde artması ilginç bir dipnot olarak zihinlere kazındı.

Koronavirüsün ülkemizde ilk ortaya çıktığı, daha doğrusu Dünya Sağlık Örgütü'nün virüsü pandemi ilan etmesinden sonra varlığı resmiyet kazanması sonrası peş peşe gelen önlem ve kısıtlama kararlarına paralel olarak süreç zaman zaman yönetilir oldu, bazen virüsün bulaşma hızı insanları paniğe sürükledi, ülke eve kapandı, kapatıldı.  
 

şeyhmus çakırtaş (2).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe


İnsanların bu durumda ilk tepkileri duygu yüklü ve edebi, felsefi alanda oldu. İnsanların eve kapanması koronavirüs yazılarını, sosyal medya paylaşımlarını ve geleceğe dair siyasi analizlerini öne çıkardı, değişik düşünceler ifade edildi.

Çok seslilik oluştu; ama kafalar da iyice karıştı. Aşı çalışmaları ise hep var oldu, ama bilindiği gibi aşının kendisi hala ortada yok. 

Koronaya dair şiirler, türküler, stranlar söylendi, insanlığın geleceği masaya yatırıldı. Kimisi dünyanın bir kırılma yaşadığı, kimisi yeni bir süreç başladığını ifade etti.

Bir yandan da küresel kısıtlamalar, sokağa çıkma yasakları, maske ve sosyal mesafe çağrıları hayatımızın bir parçası haline geldi.

Ama dünyanın birçok bölgesinde virüs yayılmasını sürdürdü, ulaşmadığı ülke kalmadı. Okullar tatil edildi, birçok havayolları uçuşları durdurmak zorunda kaldı, seyahat kısıtlamaları getirildi, ibadet yerleri bile kapatıldı.

Her ülke vatandaşı bu kısıtlamalardan farklı farklı etkilense de, sonuçta virüs insanları küresel bir eve kapanma süreci yaşattı ve oldukça ciddi boyutta üretim kaybına, işsizliğe ve en önemlisi can kaybına neden oldu, oluyor.

Bugün bazı kısıtlamalar büyük ölçüde kaldırıldı; ama virüsün yayılma süreci sürüyor. Aşı çalışmalarında zaman zaman umut verici açıklamalar gelse de, süreç insanlığı korkutmaya, ekonomik alanda ciddi bir durgunluğa neden olduğu açık.

Ekonomik çarkın pandemi sürecinden kötü etkilendiği bilinen bir gerçeklik. Bu nedenle belki de dünya genelinde yaşanan resesyon kısıtlamaların kademeli olarak kaldırılması organize edildi ve turizm mevsiminde ekonominin canlanması için bazı adımlar atıldı.

Hiçbir şey artık pandemi öncesi gibi değil. Ekonomideki resesyon durumunun daha kötüye gitmemesi için uygulanan kısıtlamaların kaldırılması, yaz mevsiminden kaynaklı olarak özellikle kuzey yarım kürede hayata geçirildiği kuvvetle muhtemel.

Küresel sermaye koronavirüse rağmen, ekonomideki döngünün dönmesini sağlamak için bir çaba içinde olduğu görülüyor. Çünkü küresel ekonomik göstergeler oldukça kaygı verici bir noktada.
 

şeyhmus çakırtaş (4).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe


İşsizlik, koronavirüs nedeniyle üretim sahalarının daralması ve var olan yoksulluğun giderek hayatımızın en yakıcı tarafını oluşturuyor artık. 

2019 rakamlarına göre dünya nüfusunun yüzde 23’ü yani 1,3 milyar kişi yoksulluk sınırında yaşıyor. Bu kitlenin içinde bazılarının günlük kazancı 1 dolardan bile az.

Bu insanların çoğu, çoklu yoksulluk yaşıyor ve sağlıklı bir hayat yürütemiyor. Kimisi temiz içme suyuna ulaşamıyor, kimisi yeterimce beslenemiyor.

İlaca ulaşamayan, eğitim olanaklarından yararlanamayanlar da var… Yani yoksulluk sadece bir alanda değil, birçok alanda yaşanıyor.
 

şeyhmus çakırtaş (6).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe


Ve üstelik bu veriler pandemi öncesi ait. Büyük bir ihtimalle pandemi sürecinde, üretimin durduğu sektörler göz önüne alındığında artan işsizlikle birlikte yoksulların sayısının 1,5 milyara ulaştığını söylemek mümkün.  

Bu süreçten kaynaklı olarak yaşanan küresel durgunluk/resesyon, ülkeler ve toplumlar arasında bazı siyasal krizleri de derinleştirecek ve belki de çatışma tehlikesini beraberinde getirecektir.

Türkiye’de de durum bundan farklı değil aslında. 18 milyon kişi yoksulluk sırında, 16 milyon insan da yoksul olarak yaşıyordu pandemi öncesi.
 

şeyhmus çakırtaş (3).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe


Bugün durum 2019 yılından daha iyi değil. Çünkü birçok insan işini, gücünü kaybetti ve hala işsiz olarak yaşamaya çalışıyor. Kesin rakamlara ulaşmak belki yılsonunda mümkün olacak. Ama pandemi süreci yoksulluk sınırlarını genişlediği kesin.

Ana konuya dönersek, mart ayında görülen ve giderek artan vaka sayıları mayıs sonunda kontrol altına alındığı açıklanarak, kısıtlamalar kademeli olarak kaldırılmaya başlandı ve normal hayata geçilme süreci start aldı.

Haziran sonunda sosyal hayatta yaşanan kısıtlamaların kaldırılması, herkeste bir nefes alma, rahatlama durumu yarattı. Günlük yaşam eski hareketliliğine kavuşmasa da, yeterince hareketlilik oluşmaya, kapanan iş yerleri tekrar açılmaya, durdurulan uçak seferleri yapılmaya başlandı.

Cami ve dini merkezlerinin ibadete açılması, restoran ve kafelerin faaliyetlerine başlaması hayatı büyük oranda normalleştirdi ve turizm mevsimi start alarak, kıyı kentleri canlanmaya, iller arasındaki seyahatler artmaya başladı…

Tarım alanlarında, gıda üretimi yapan sektörlerde ve fabrikalarda pandemiye rağmen üretim devam ediyordu, işçiler iş başındaydı.

Bu alanda kısıtlamalar daha çok merdiven altı denilen küçük atölyelerde yaşandı. Büyük firmalar üretime devam ederken, küçük firmalar kapılarına kilit vurmak zorunda kaldı.

Yani insanlar evlerine kapanırken, fabrika işçileri, tarım alanında üretim yapan çiftçiler, mevsimsiz işçiler, emekçiler ve sağlıkçılar işlerinin başındaydı.

Her ne kadar taziye, düğün ve toplu olarak bir araya gelme yasak olsa da, hayatın normalleştiği inancı insanlarda bir rehavet duygusu yarattı.

Gizli taziyeler kuruldu, düğün ve mevlitler açık alanlara taşındı Bu nedenle her taziye ve toplu etkinlikler sonrası toplu vakalar tespit edildi, düğün ve mevlitlerde koronavirüs yayılma hızı üçe beşe katlandı.

İnsanlar arasında, her şey yolundaymış gibi bir algı oluştu ya da oluşturuldu. Bu algının oluşmasında uzun süren kısıtlamaların etkisi olduğu ve kısıtlamaların insanlarda bıkkınlık yarattığı, ne olacaksa olsun düşüncesinin belirdiğini söylemek de mümkün. 

Yine mart başında virüsün en yaygın görüldüğü İstanbul’da kısıtlamalar nedeniyle birçok iş yeri kapandı, iç ve dış turizm durdu.

Bavul ticareti adı altında faaliyet yürüten Laleli kepenk indirdi ve binlerce insan bundan dolayı işinden oldu ve memleketlerine dönme süreci yaşanmaya başlandı.  

Yüzlerce seyyar satıcı, binlerce atölye işçisi, seyahat şirketinde çalışan personel işsiz kaldı. Uzak illerden para kazanmak için gelen ve işsiz kalanlar çaresiz bir şekilde doğdukları yerlere dönmeleri işin seyrini değiştirdi.

İşsizler kitlesi köyüne, kasabasına döndü ve virüsü de kendisiyle birlikte taşıdı. Bu alanda kaç kişinin yer değiştirdiği verileri elimde yok; ama sayı küçümsenecek bir düzeyde değil. Bir hayli kişi yer değiştirdi diyebiliriz.

Özellikle İstanbul’a yoğun göç veren Urfa, Antep, Adıyaman, Diyarbakır, Van gibi kentlere yoğun bir geri dönüş yaşandığı görüldü.

"İstanbul Anadolu’ya taşındı" demek abartı gelebilir; ama gerçek o ki işsiz kalan binlerce kişi evlerine, geçici de olsa memleketlerine geri döndü.

Köyler, küçük kasabalar koronadan uzak bir hayat sürerken, özellikle İstanbul ve ülke dışında yaşayanların evlerine, akrabalarının yanına dönmesiyle virüs sessizce varlığını geliştirmeye başladı.

Sağlık Bakanlığı vaka sayısının azaldığını açıkladığı dönemde virüs rotasını açıklamaların tersine, nüfus hareketlerinin en yaygın olduğu illere çevirmiş, ek mesaiye başlamıştı bile.

Özellikle Antep, Urfa, Diyarbakır, Van ve çevre illerinden gelen vaka artış haberleri tehlikenin büyüdüğünü gösteriyordu.

Kısıtlamalar da kalktığı için ülke genelinde çarşı pazar kalabalıklaşıyor, seyahatler artıyor, insanlar arasındaki etkileşim gelişiyordu.

Artık ne sosyal mesafe, ne de maske önlemleri yeterli olmuyordu. Virüsün yoksul semtleri, fabrika ve sanayi üretim yerlerini sevdiği de ortaya çıkıyordu böylelikle.  

Özellikle doğunun sanayi kenti Antep’te işçiler arasında art arda pozitif vakalar görülmeye başlanırken, Urfa ve Diyarbakır’da aynı hızla pozitif vakalar ortaya çıkmaya başladı.

Kamuoyunda özellikle taziye ve düğün sonrası vaka sayısında bir artış olduğu sık sık dile getirilse de, çalışma alanlarının, toplu yaşam merkezlerinin yeterince hijyen olmaması, lavabo ve wc’lerin hijyen standartların çok çok altında olması, sürecin kötüye doğru evirilmesini sağladı.
 

şeyhmus çakırtaş (1).jpg
Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş / Independent Türkçe


Sağlık örgütleri suya sabuna dokunun, dezenfekte kullanın çağrılarına rağmen fabrikalarda, toplu yaşam alanlarında hijyenden uzak bir üretim döngüsü yaşanıyordu.  

Özellikle wc, mutfak ve lavabolarda, toplu taşıma araçlarında yeterince bir temizlik yapılmadığı, denetimlerin de yeterli olmadığı anlaşılıyor, görünüyor. Susuzluk, elektrik arızaları da işin cabası.

Urfa, Antep, Diyarbakır ve çevre illerde maske takma ve sosyal mesafeye dikkat edilmediği de başka bir açmaz. Yaz mevsiminde virüsün hızında düşüşe neden olacağı tahminleri de tutmadı bu illerde, virüs giderek hızlı bir şekilde insanlar arasında kendine yer açmaya devam etti, etmeye de devam ediyor. Hem de en hızlı bir şekilde.

Antep, Urfa ve Diyarbakır’da pozitif vaka sayılarında çok ciddi artış Sağlık Bakanlığı'nı kaygılandırsa da, kaygıları giderek önlemler alınmış gibi görünmüyor, sağlık kuruluşlarının kapasiteleri geliştirilmesi gerekirken, eski sistemle devam ediliyor.

Mesela Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin pandemi ile mücadelede neden etkili olmadığı sorgulanmadı, bütün hastalar devlet hastanelerine yönlendirildi. Oysa bir üniversite neden salgın gibi ciddi olaylarda sessiz kalır?

Bugüne kadar Harran Üniversitesi'nin konuyla ilgili bir çalışmasını duymadığımı da belirtmek istiyorum. Hiçbir sağlık çalışanını suçlamak, onların emeğini boşa çıkarma gayesinde değilim. Ölümüne çalıştıklarını biliyorum. Mesele süreci yönetme meselesidir. Üniversitelere yaklaşımım da bu temeldedir.

Bakanlık her şeyin kontrol altında olduğunu vurgulasa da, Urfa, Antep ve Diyarbakır’dan gelen haberler ve yaşanılanlara bakılırsa, özellikle Urfa’da sağlık kurumlarında yer kalmadığı, testleri pozitif olan hastaların evlere gönderildiği, yoğun bakım ünitelerinin tümden dolduğu, çok ağır vakalar dışında kimsenin hastanelere alınmadığı gözleniyor, söyleniyor.

Bizzat yaşadığım, tanık olduğun birçok vaka söylenenleri doğrular nitelikte. Bir süre öncesine kadar her gün Urfa ve ilçelerinden gelen karantina haberleri de söylenenleri doğrular nitelikte.

Çalışanların verdiği bilgiler de söylenenlere paralel… Bahsedilen illerin Tabip Odalarının açıklamaları da vaka sayısının hızla artığı ve yeterli önlemlerin hayata geçirilmediğine yönelik.

Bu normal bir süreç mi?

Bilmiyorum, pandemi süreçleri sorunlu ve sıkıntılı süreçler. Ezbere konuşmak istemiyorum. Ortada oldukça ciddi rakamlar var ve vaka sayısı giderek artıyor. Tek bildiğim bu. Bu bilgi de az buz bir şey değil. Vakalar artıyor.

Tanık olduğum, duyduğum ve yaşadığım olaylardan dolayı zihnimde oluşan tablo hiç de iç açıcı değil. Sağlık sistemi özellikle Urfa’da çökmek üzere.

Vaka sayısı arttıkça aksaklıklar gün yüzüne çıkıyor, hastanelerde yatak sayısının nüfusa göre çok yetersiz, personel sayısını az olduğu açık.

Vaka sayısında olağanüstü bir artışa rağmen, halen neden bir sahra hastanesi kurulmadığı açıklanmıyor.

Öte yandan pozitif vakalarının giderek artması insanlarda ciddi bir tedirginlik yaratmış durumda. Her an, her şey olabilir bir hava yaşanıyor. Geniş aile kültürü ve feodal ilişkiler de vaka sayısının artmasına neden olur.

Yani süreç düşünülenden daha vahim bir noktada. Gerekli hijyenik ortam yok ve insanlar çok iç içe. Su ve elektrik kesintileri de Urfa için oldukça can sıkıcı ve sıcaklarda bunaltıcı bir etki yapıyor.

Çünkü Urfa'da sıcaklık yaz boyunca 40 derecenin üzerinde seyreder. Bu koşullarda pandemi ile mücadele etmek olağanüstü bir gayret gerektiriyor.

Vatandaşların pandemi ile mücadele etmesine destek olmak, daha büyük acılara neden olmadan, ek önlemler almanın zamanı geldi, hatta gecikti bile denilebilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU