Günümüz Türk milliyetçiliğinin en tavizsiz tonunun sahibi 24. Dönem MHP Iğdır Milletvekili Dr. Sinan Oğan’la Independent Türkçe için çok verimli bir sohbet yaptık.
Oğan, Kovid-19 salgınının dünya ve Türkiye siyasetine olası etkilerini, parti aygıtlarının 21'nci yüzyıldaki fonksiyonlarını, milliyetçiliğin ekolojiye ve ekonomi-politiğe bakışını, güncel siyasî ittifakları ve 2023 öngörülerini derinlemesine irdeledi.
Yarının dünyasını tasvir ederken ise çok net bir ifade kullandı: “Gelecek milliyetçiliğin ve milliyetçilerindir!”
İyi okumalar dilerim.
- Sinan Bey, siz kendinizi hâlâ Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) kimliğiyle özdeşleştiriyorsunuz; fakat öyle sanıyorum ki en azından şimdilik son ihraç sürecinizle birlikte partiye fiili bir üyeliğiniz bulunmuyor. Dönüp dönemeyeceğinizi hukukî gelişmeler tayin edecektir şüphesiz ancak şu anda bir nevî “partisiz” ve “bağımsız” bir Türk milliyetçisi sayılabilirsiniz sanki. 2020 Türkiye’sinde “partisiz” ve “bağımsız” bir Türk milliyetçisi olmanın avantajları yahut dezavantajları var mı?
Çok doğru tarif ettiniz. Partimden iki defa ihraç edildiğim hâlde kedimi hâlâ MHP kimliğiyle özdeşleştiriyorum. Bugün gönlüm hâlâ partimde. Öte yandan başka hiçbir siyasi parti veya oluşuma gitmedim. Bu anlamda mevcut konumda kendimi “bağımsız bir Türk milliyetçisi” olarak tanımlayabilirim, doğru.
Elbette bir siyasi organizasyon dışında olmanın dezavantajları çok fazla. Siz doğruları söyledikçe herkes sizi bir yerlere yakıştırıyor. Bağımsızken dillendirdiğiniz bir doğru bazen iktidarın doğrusuyla örtüşebiliyor bazen de muhalefetin doğrularıyla.
Hâl böyle olunca özellikle sosyal medya mecralarında fütursuzca yaftalamalara muhatap kalabiliyorsunuz. Oysa ben ne muhalefetin ne de iktidarın hoşuna gitsin diye bir şey diyorum. Ben sadece doğruları, kendi doğrularımı söylüyorum.
Ayrıca dediğim gibi, herhangi bir siyasi partiye katılmayı tercih etmedim. MHP’deki kongre çalışmaları sürecinde birçok TV programında ve bilhassa delegelerimizle görüşmelerimizde bize sordular; “eğer kongrede başarısız olursanız, MHP’den ayrılıp başka bir parti kuracak mısınız?” diye. Genel Başkan Adayları olarak hepimiz “kesinlikle partiden ayrılmayacağız” diye söz verdik. Diğer arkadaşlarımız ayrılıp başka bir parti kurdular. Ben hâlâ o günlerde verdiğim bu sözümün, bu kararımın arkasındayım.
Türkiye’de artık kaybolmaya yüz tutan bir siyasî ilkeyi canlı tutmaya çalışıyorum. Siyasetçilerin gelen teklifleri ilk fırsatta değerlendirmediği, sürekli parti değiştirmediği, bir ahlâkî duruş göstermek istiyorum. Maalesef Türkiye’de partiler ve söylemler arasında o kadar fazla geçirgenlik var ki, dün birbirlerine en ağır eleştiri yapanların bugün aynı partide olduklarını, beraber siyaset yaptıklarını görüyoruz.
Partiler arası geçişlerin bu kadar basitçe yapıldığı bir dönemde ben farklı bir çizgide kalmak istiyorum. Türkiye’de omurgalı bir siyasetin de yapılabileceğini göstermek istiyorum. İhraçlara, baskılara, siyasî ranta dayanan tekliflere rağmen partime dönünceye kadar “partisiz” ve “bağımsız Türk Milliyetçisi” olarak arkadaşlarımızla beraber bu şekilde yolumuza devam edeceğiz.
Böyle kalmanın tek avantajının, doğruları söylerken “acaba parti genel başkanı ne der?” diye bir derdiniz olmaması şeklinde özetleyebilirim belki. Zira bugün siyasî partiler içerisinde demokrasi olmadığı için hiçbir siyasetçi düşündüklerini açıkça söyleyemiyor.
"Gelecek milliyetçiliğin ve milliyetçilerindir"
- Türkiye’de hâlâ monoblok bir “parti siyaseti” çizgisine inanıyor musunuz? Örneğin Avrupa’daki bazı milliyetçi ve “sistem-karşıtı” nitelikleri haiz çevreler bir bütün olarak parti aygıtlarının aşındığı görüşünde. Ligler, platformlar, listeler ve hatta “anti-parti” oluşumlarla seçimlere katılım sağlamak eğilimindeler. Türkiye’de de en azından halkta siyasî partilere nispetle bir soğuma, bir mesafe sezinliyor musunuz bu bağlamda?
Evet, Avrupa’da siyasî parti kimliklerinin ve aidiyetlerinin giderek eridiği bir süreçten geçiyoruz. “Partiler borsasında” umduğunu bir türlü bulamayan kitlelere yeni arayışlara yöneliyor. Aslında hadd-i zâtında Türkiye’de de böyle bir süreç işliyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçtikten sonra en küçük partilerin hatta parti-dışı bağımsız organizasyonların bile önemi var artık. Bu sebeple de önümüzdeki süreçte siyasî partilerden kopmaların, parçalanmaların daha çok yaşandığı ve yeni-sivil oluşumların, yeni organizasyonların farklı formatlarda ön plana çıktığı bir dönemi yaşayabileceğimize inanıyorum.
- Hemen hemen bütün uluslararası ve ulusal analistler mevcut dünyanın yeni bir dünyaya gebe olduğu tespitinde ortaklaşıyorlar. Siz Türk milliyetçiliğinin 21'nci yüzyılın meydan okumalarına karşı entelektüel ve pratik hazırlık derecesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Objektif bir planda değerlendirmem gerekirse, Türkiye’nin en zengin entelektüel birikime sahip kesiminin aslında Türk milliyetçileri olduğu görüşündeyim. Köklü, mayası sağlam bir entelektüel geçmişe ve geleneğe sahip olan Türk milliyetçiliğinin en azından siyasî bağlamda bu birikimini sergileme konusunda bir miktar sorun yaşadığı bir evredeyiz. Kovid-19 salgını sonrasında alışkanlıkları ve tercihleri değişmiş farklı bir dünya bizi bekliyor olacak.
Ulus-devlet tarih sahnesine görünür, hissedilir bir dönüş yapıyor. Öte yandan sosyal eğilimler de baskınlaşıyor. Gelecek milliyetçiliğin ve milliyetçilerindir. Dikkat ederseniz dünyada pek çok devlet ulusal kimliklerini, tarihî miraslarını ve ölçülerini yeniden bulma çabasında.
Sınırların aşınmadığı, sınır denetiminin hâlâ önem arz ettiği bu dönemde açıkça ortaya çıktı. Ekonomi yönetimlerinde “dünya küçük bir kasaba oldu” mantığının işlevselliğini yitirdiği, üretimin esas alınması gerektiği anlaşıldı. Bizim de bu gündemleri tartışmamız, kendi açımızdan siyasî bir içerikle donatmamız lazım.
Türk milliyetçileri olarak günlük, konjonktürel ve geçici karakterli siyasî tartışma ve çekişmelerden sıyrılıp bizi bekleyen yeni dünyaya hazırlanmamız gerekiyor.
"Organik çevreciler biziz"
- Milliyetçi fikriyata muhalif kesimlerin Türk milliyetçilerine yönelttiği en yakıcı eleştiri çoğunlukla Türkiye’de milliyetçiliğin güvenlik başlığındaki bir “tepkisel içgüdüler yumağından” ibaret olduğu istikametinde oluyor. Bu eleştiriye katılır mısınız?
Türkiye içerisinde bulunduğu coğrafî, etnik ve sosyo-kültürel koşullar ve komşularımızın yaşadığı istikrarsızlıklar itibariyle sürekli bir güvenlik sorunu yaşıyor. Bu çerçevede ne yazık ki milliyetçi fikriyatın güvenlik hassasiyeti birçok çevrede Türk milliyetçilerinin yaşadığımız bütün hadiselere güvenlik odaklı baktığı şeklinde yanlış bir algı oluşturmasına sebep oluyor.
Bakınız Sinan Bey; toprak vatan, vatan da topraktır. Başka bir deyişle yerüstü ve yeraltı zenginlikleriyle, üzerinde yaşayanları ve altında yatan şehitleriyle vatan şuurunun birinci kurucusu topraktır. Tarihte ve bugün bakıyorsunuz, Türkiye’nin ileri bir tarım ülkesi olmasını savunanlar hep Türk milliyetçileri olmuştur, bizler olduk. Merhum Başbuğumuzun “Tarım-Kentler” projesini anımsayın. Şimdi tabii bu tecrübeleri 21'nci yüzyılın ihtiyaçlarına göre güncellemek, yeniden çalışmak lazım.
Bir diğer konu ekolojidir mesela. Birileri bu başlığı sola mal etmek peşinde ama öyle değil. Bu hem bir peşin hüküm hem de kötü niyet göstergesidir. Biz “Irmağının akışına ölürüm Türkiye’m” diye diye yetişmişiz.
Kaldı ki, doğal güzelliklerimizi, özgün ekosistemlerimizi, bitki örtülerimizi, ormanlarımızı, hayvanlarımızı, nehir, ırmak, göl ve denizlerimizi yarına ve gelecek nesillere armağan etmesi gerekenler misyonun doğası gereği Türk milliyetçilerinin vazifesidir.
Türk milliyetçileri çevrecidir. Hatta ötesini söyleyeyim: Bizler “organik çevrecileriz”, diğerleri sonradan olmalar – biraz zorlamayla çevreciler.
Yine “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” diyen Türk milliyetçileri insancıldır. İnsanı yaşatmak nasıl olacak? Elbette adaletle, hukukla, refahla, kalkınmayla ama belki en önemlisi de kaynaklarının, yaşam alanının niteliklerini koruyarak.
Özetlemek gerekirse aslında yalnızca 9 Işık Doktrini’ne baksanız bile Türk milliyetçilerinin dünyaya sadece güvenlik penceresinden bakmadığını görürsünüz. Ancak şunu kabul ediyorum; Türk milliyetçilerinin bugün siyasî temsil noktasında kendilerini anlatmakta sorun yaşadıkları barizdir.
"Türk milliyetçileri bir gün tek çatı altında toplanacaktır"
- “Üçüncü yol” seçeneğini gerçekçi buluyor musunuz? Türk milliyetçileri bugün Cumhur ve Millet ittifakları arasında bölünmüş vaziyetteler. Milliyetçi seçmen bu ikili arasında bir tercihe mahkûm mudur yoksa kendi alternatifini ete kemiğe büründürebilir mi?
Türkiye’ye yön verme kapasitesine sahip Türk milliyetçiliği bugün maalesef ne kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkarabiliyor ne Meclis Başkanı adayını ne de 3 büyükşehirde belediye başkan adaylarını.
Dün aynı Ocaklarda beraber mücadele etmiş gençlerimizin bir kısmı İstanbul’da CHP adayı Ekrem İmamoğlu için çalışırken, diğer bir kısmı AK Parti Adayı Binali Yıldırım için mücadele etti örneğin. Yıllarını davaya verenler sosyal medyada asla kendilerinin olmayan adaylar için ülküdaşlarıyla küfürleşmeye dayanan kavgalara girişmekten çekinmediler.
Şunu açıkça ifade edeyim: Türk milliyetçiliği bugün iktidar değildir. İktidarı dışarıdan destekleyen ama karşılığında ne aldığı belli olmayan bir pozisyondadır. Ben siyasette yapılabilecek koalisyonlara karşı değilim.
Elbette siyasette koalisyonlar olabilir ama bunun adı konur ve verildiği kadar alınır da! Milliyetçi seçmen iki cenah arasında bölünüp mevcut bazı aktörlerin yardımcısı olmak yerine kendisi başat rol oynayabilecek potansiyele sahiptir.
- Bölünmüş Türk milliyetçiliğinin bugünkü reel oy deposu yüzde 25’ler bandında seyrediyor. Türkiye’de müşterek bir manifesto etrafında kenetlenme kültürü yok örneğin. Bu anlamda milliyetçiler açısından “birleşik cephe” ufku tümden kararmış mıdır sizce? Dahası MHP ile İYİ Parti’nin farklı toplumsal tabanlara hitap ettiğini müşahede ediyoruz. Türk milliyetçileri arasında politik ayrılığa bir de kültürel ve hatta sınıfsal temelde bir ayrılıklar silsilesi de mi eklenmiş oldu?
Türk milliyetçilerinin bir gün tek çatı altında toplanacağı ve oy potansiyelini yüzde 30’ların üzerine çıkaracağına inancım tamdır. Benim mücadelemin temelinde de bu var. Siyasetin sahne önünde kullanılan karşıtlık içeren söylemlere bakmayın siz. Tabandaki birleşme ve bütünleşme özlemi her zamankinden daha fazladır.
"Cumhur İttifakı’nın yapısında radikal değişiklikler olacak"
- Son zamanlarda yeni partiler kuruluyor. İlaveten, henüz erken olsa da ittifak senaryoları kulislerde şimdiden dillendirilmeye başlandı bile. Türkiye’de hâlihazırda bir değişim dinamiği var mı hakikaten? Varsa ne yönde ilerliyor ve sizi umutlandırıyor mu?
Mevcut iktidarın bu hâliyle Türkiye’de yeni bir seçim kazanma ihtimalini görmüyorum. Bununla beraber erken seçim şartlarının da henüz oluşmadığı kanaatindeyim. Cumhur İttifakı cenahına eklemlenecek yeni bir koalisyon ortağı gözükmezken yeni kurulan partilerin Millet İttifakı cenahına ekleneceğini öngörmek pekâlâ mümkündür.
O sebeple Cumhur İttifakı’nın yapısında radikal bir değişiklik olma ihtimalini daha yüksek görüyorum. Aksi takdirde erken veya zamanında yapılacak bir seçimde Türkiye’de iktidar değişimi kaçınılmazdır.
- “Radikal bir değişiklik ihtimali” ifadeniz ilginç. Söz konusu değişikliğin ne olabileceğine dair bir ipucu verebilir misiniz?
Belirttiğim gibi, şu anki yapısıyla Cumhur İttifakı’nın %50+1’i bulma şansı yok. Ya daha başka, yeni partiler kurulacak ve buraya dâhil olacaklar yahut edilecekler ya da mevcut ittifak yapısını içeriden güçlendirici tedbirlere başvurulacak. Burada ikinci seçeneği daha olası gördüğümü paylaşmalıyım.
"Mevcut iktidar yeni dünyayı doğru algılamıyor"
- Kovid-19 sonrası dünya siyasetini ve Türkiye’nin bu siyasî kurgudaki yerini nasıl tahayyül ediyorsunuz? Kırılma noktaları neler olur veya neler oldu sizce?
Öncelikle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Covid-19 sonrası birtakım değişiklikler olması kaçınılmazdır. Alışkanlıklarımızın değişmesinden, tercihlerimizin farklılaşmasına kadar birçok alanda yeni dünyanın teknolojik, ekolojik ve kabuğuna çekilmiş bir safhaya doğru evirileceğini öngörebiliriz.
Türkiye’deki mevcut iktidar yapısının dünyanın gireceği bu yeni çağı doğru algılayabildiği kanaatinde değilim. Birçok şirket pandemi esnasında işlerin az insanla yürütebileceğini, çalışanların şirkete gelmeden evden çalışarak da görevlerini yerine getirebileceklerini anladı. Hâl böyle olunca, birçok çalışanın işini kaybedeceği bir süreç bizi bekliyor.
Bakınız bugün Batı’da devletlerarası ticarî ve ekonomik ilişkilerin bundan sonra “coğrafî yakınlık” kıstasına göre yeniden tasarlanacağı konuşuluyor.
Demek ki artık örneğin merkezi Avrupa’da bulunan bir şirket yurtdışında yaptığı üretimi Çin, Vietnam veya Tayvan gibi uzak diyarlara taşımayacak veya taşıyamayacak. Türkiye’nin bu anlamda ciddi bir planlama yapması, doğabilecek potansiyel fırsatları es geçmemesi lazım.
Oysa Türkiye son 18 yılını üretime dayalı bir ekonomi yaratarak değil; ranta, inşaata ve betona dayalı bir ekonomi modeli geliştirdi. Bu âtıl bir girişimdi.
Evet, inşaatla bir süreliğine çeşitli niş sektörleri harekete geçirebiliyorsunuz ama konut, AVM vb. yapılar uzun vadede gelir jenere edebilen unsurlar değildir. Geliri işi bitirdiğiniz anda sonlanır.
Bugün istenilse, kararı alınsa dahi ekonominin bu yapısının değişmesi için en az 10 yıla ihtiyaç var. O sebeple şunu bilmemiz gerekir: ekonomik krizlerden bir şekilde kurtulmak mümkündür ama yoğun işsizlikle beraber gelen ekonomik krizlerden kurtulmak kolay değildir. İşsizlik arttığında insanlar yüzlerini devlete, kamu gücüne dönerler. Dolayısıyla yeni bir kalkınma modeline ihtiyaç duyacağız.
Bir bütün olarak devlet ve siyaset kurumu bu tip bir inisiyatifi alamazsa, böylesi bir krizin sosyal ve toplumsal olaylara yol açabileceği ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır.
"2023 Türkiye’sini biz yöneteceğiz"
- Dünyada milliyetçiliğin yükselmesiyle birlikte yapılan “insanlık yeniden bir otoriter distopyaya doğru yelken açıyor” şeklindeki yorumlara katılır mısınız?
ABD-Rusya-Türkiye gibi ülkelerde otoriter liderlerle yönetilmesinin neticesidir bu yorumlar. Yukarıda da altını çizdiğim gibi, dünyada milliyetçilik yükselmekte, ulus-devlet akımı güçlenmektedir.
Ancak bu noktadan hareketle yapılan “insanlık yeniden bir otoriter distopyaya doğru yelken açıyor” şeklindeki yorumlamalara da katılmıyorum. Bu yorumları fazlaca “fütürist” yorumlar olarak görüyorum.
Bugün dünyayı eski nesil siyasetçiler yönetiyor. Türkiye’de de siyasetçilerin yaş ortalaması 65-70 arasında, bir kısmı ise 70’in de üzerindedir.
Genç nüfusu ile övünen Türkiye’yi yaşlı siyasetçilerin yönetmesi sonucunda yönetici kadrolarla genç nüfus arasındaki bariyerler giderek yükseliyor.
- Son sözlerinizi alabilirim…
Hem Türkiye’de hem de dünyada siyaset neslinde bir değişim kaçınılmazdır ve 2023 süreci bu değişimin başlangıcı olacaktır. Bizim bütün çalışmalarımız 2023 Türkiye’sini çağdaş, modern, dünyayı tanıyan ve tecrübe etmiş, geleneklerinden güç alan ama geleceğe odaklı, kurucu değerleriyle kavga etmeyen, Atatürk ilkeleri çerçevesinde yönetecek bir nesilden kadrolar oluşturmaya yöneliktir. Biz geleceğin Türkiye’sini yönetmek için yola çıktık.
2023 Türkiye’sini inşallah biz ve bizim nesil yöneteceğiz. Bu yolda yürümek isteyen, geleceğin Türkiye’sinde rol almak isteyen herkesi bizim yürüttüğümüz bu çalışmaya katılmaya davet ediyorum.
© The Independentturkish