Birleşik Krallık (BK) uzun zamandır güvenilir bir müttefik. Ancak son 5 yılda Avrupa Birliği (AB) referandumunun ve onun yansımalarının Whitehall'un tüm kapasitesini tüketip asli düşünceyi engellemesiyle birlikte Britanya dış politikası da otomatik pilota yöneldi.
Hong Kong'a verdiği destek, Rusya'yı G7 dışında tutma konusunda gösterdiği ısrar ve sanayileşmiş demokrasilerden müteşekkil mevcut G7 grubuna Hindistan, Avustralya ve Güney Kore'nin de gücünü ekleyerek öncü demokratik ülkelerden oluşan bir grup olarak D10'u kurma yönündeki yenilikçi teklifiyle BK son haftalarda bu algıyı değiştirmeye başladı.
Westminster'ın D10 konusundaki niyeti, belirli bir ortak çıkar etrafında birleşmeyi amaçlıyor: Çinli telekom şirketi Huawei'nin teşkil ettiği tehlike. Hedef, demokratik devletlerin 5G ağlarımızın kurulmasında Çinli sağlayıcılara alternatifler bulmak için birlikte çalışması.
İşe 5G ile başlamak, risklerin bu alanda hayli yüksek olmasından ötürü harika bir fikir. 5G tartışması sadece Çin devletinin mesajlarımızı gizlice gözleyip gözleyemeyeceğiyle ilgili bir mesele değil. Bu teknolojiye kim hakim olursa, yapay zekanın ve bir sonraki sanayi devriminin normlarını ve standartlarını belirleyecek taraf da o olacak. Çin'in bu yarışı kazanması da gelecek nesillerin küresel kurallar kitabını komünist bir diktatörlüğün yazacağı anlamına gelecek. Bu bağlamda BK hükümeti, 5G ağının herhangi bir parçasında Huawei'nin rolünü yeniden gözden geçirme hakkına sahip ve bu da birçok müttefike örnek olacak nitelikte bir karar.
Ne var ki 5G, D10'un işe başlaması için iyi bir noktayı teşkil etmekle birlikte daha istekli olmayı da gerektiriyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Dahası, küresel demokrasinin karşı karşıya bulunduğu zorluğu ele almanın tam vakti. II. Dünya Savaşı'nı takiben inşa ettiğimiz çok taraflı küresel sistem, Kovid-19'dan önce baskı altındaydı. Rusya gibi ülkeler kurallar kitabını yırtıp atarken, Çin gibi revizyonistler bu kitabı yeniden yazmaya ve çok taraflılık zarını kendi lehlerine gelecek şekilde tutmaya kalkıştı. Amerika ise kendi yarattığı dünyadan ayrılıp inzivaya çekilerek ticaret ve dış politikada izolasyonu tercih etti.
Kovid-19 da bu tempoya hız kazandırdı. Bu hastalık, ardında köklü toplumsal ve siyasi değişiklikler bırakacak bir savaşa benzetildi. Batılı ülkeler arasındaki bölünmelerin ve bu ülkelerin kendi içlerindeki çatlakların yanı sıra kırılgan küresel ekonomimiz, otokrat devletler için verimli bir zemin oluşturuyor.
Başvurulan otokrat taktikler; Ukrayna'ya karşı yapılanlarda olduğu gibi doğrudan saldırılardan Tayvan gibi ön cephe demokrasilerini baskı altına almaya, ayrılık yaratan sahte haberler yaymaktan sunucularımızı hacklemeye ve aşırılık yanlılarını finanse etmeye kadar epey çeşitlilik arz ediyor. Çin'in seçtiği silahsa stratejik yatırımlar yapmak, yani bir ülkenin herkesçe bilinen kıymetli varlıklarını satın alarak o devletin hükümetini Pekin'in zorbalıklarına riayet edecek hale getirmek.
Bu sözler abartılı geliyorsa Yunanistan'a bir bakın. Atina, limanının Çin tarafından satın alınmasından kısa süre sonra AB'nin Çin'deki insan haklarıyla ilgili kınama çabalarını engellemeye başladı. Kovid-19'dan sonra Çin'in alışveriş çılgınlığını önleme ihtiyacı aşikar olacak.
Demokrasilerin ittifakı, küresel demokratik düzenin parçalanmasını önlemek için bir süredir desteklediğim bir kavram. Birleşik bir demokratik cephe olmadan kötü adamlar demokratik devletlere karşı ilerlemeye devam edecek. Demokrasiler birbirlerinin yanında durursa kötü adamlar da geri çekilecek. 1930'larla 1940'larda öğrendiğimiz ve Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırılardan Salisbury sokaklarına kadar birçok kez tekrar tekrar hatırladığımız bir ders bu.
D10 ittifakı, yerleşmiş ve gelecek vaat eden demokrasilerden oluşacak. Daha fazla açık ticaret ve yatırım, istihbarat ve veri paylaşımı, gelişmekte olan demokrasilere yapılacak doğrudan destek sayesinde özgürlük ve demokrasinin hayata döndürüleceği küresel bir ekosistem yaratacak. Üstelik bu oluşum, dünyanın çok taraflı kurumlarında, Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer küresel organlardaki otokratlara ve diktatörlere karşı birleşik cephe oluşturacak bir kurul işlevi görebilir.
Milletler Topluluğu'ndan edindiği tecrübeyi NATO'nun önde gelen bir üyesi ve BM Güvenlik Konseyi'nin veto yetkisi bulunan gücü olmasıyla birleştirdiğinde BK bu ittifakın inşası için iyi bir konumda yer alıyor. Herkesin kabul edeceği üzere AB üyesi olarak daha fazla etki sahibi olabilirdi fakat demokrasilerin ittifakını sürdürme gereği BK'ya AB'yle ilişkileri konusunda da bir fırsat sunuyor. Bugüne kadar bakıldığında mesele finansal hizmetler, balıkçılık ve pazara erişim olduğunda BK ve AB'nin söylemleri arasında uyuşmazlık görülebiliyor. Ancak müşterek değerlerimizin savunulmasına dair büyük resim söz konusu olduğunda BK ve AB ortak bir zeminde buluşmalı.
Yakın tarihte hazırlanmış Demokrasi Algı Endeksi anketi, halkların hala demokrasiye inandığını ve hükümetlerinden daha fazla demokrasi istediğini göstermişti. Bu özgürlük arzusu dünya üzerindeki en büyük güç olsa da o gücün ilerleme halindeki otokrasileri dizginlemek için kullanılması gerekiyor. BK, dile getirdiği D10 önerisini geliştirerek demokratik güçleri özgürlük yolunda birleştirecek bir mekanizma bulabilir ve Brexit sonrası dış politikasında kendine yeni bir yer edinebilir.
Anders Fogh Rasmussen 2001-2009 döneminde Danimarka Başbakanı, 2009-2014 döneminde de NATO Genel Sekreteri olarak görev yaptı. Şu anda Demokrasilerin İttifakı Vakfı'nın başkanlığını yürütüyor
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Rahmi Sönmez
© The Independent